01.11.2009 Taraf Gazetesi



İtalyan yöneten Antonioni’nin Gece adlı filmindeki Lidia karakteri nasıl Milansokaklarında amaçsızca dolanıyorsa, ben de aynı şekilde Hoboken sokaklarında dolanıyorum. Onun içi ne kadar sıkılıyorsa benim de içim o kadar sıkılıyor... Dolanırken, I. New York Kürt Filmleri Festivali’ne gidip bir film daha izlemeye karar verdim. Bu karar, nedeni anlaşılmaz sıkıntımın biraz azalmasını sağladı... Ancak, durun bakalım, orada bir şeyler oluyor, Sinagogun bunduğu sokaktan sesler, bağrışmalar geliyor. Aman Allah’ım, büyük bir grup sloganlar atıyor gibi... O yöne doğru hızla yürüyorum. Ne büyük grubu canım, topu topu altı kişi toplanmış... Altı kişiler ama çok bağırıyorlar, 60 kişilik ses çıkarıyorlar. Her birinin elinde ise dört-beş pankart var, pankartlardan vücutları görünmüyor. Söylendiğine göre, aşırı Hıristiyan bir grubun kiraladığı ve ülkeyi parsel parsel gezip Yahudileri protesto eden maaşlı göstericiler bunlar. Pankartlarında ne yazıyor biliyor musunuz: “ Hahamlar çocuklara tecavüz ediyor”, “İsa’yı Yahudiler öldürdü” ve daha bunun gibi Museviliği ve Musevileri küçültme amaçlı pek çok yazı. Sokağın ortasında bir kaç polis var, karşı kaldırımda ise daha kalabalık başka bir grup... Onlar da Musevi düşmanlarının sloganlarına espriyle karışık yanıtlar veriyor, hatta dil bile çıkarıyorlar. Her şey biraz tiyatro oyunu gibi. Bir grubu ya da bir insanı, etnik kimliği, cinsel kimliği, dinsel kimliği yahut görünümü nedeniyle suçlamak, ayıplamak ve aşağılamak bende bütün sigortaları attırıyor. İster istemez kendimi onların yerine koyuyorum çünkü... Ne mi yaptım, geçtim öteki tarafa, başladım Musevi düşmanlarına naralar atmaya. İçimdeki öfke kurtlarını iyice dökünce de ayrıldım hemen o sahneden ve festivale doğru yola koyuldum. 

İlk filmi Manhattan’da, New York Üniversitesi’ne bağlı Cantor Film Merkezi’nde izledim. Bir ilk festivalin bu kadar başarılı, bu kadar akıcı ve organize olacağını hiç düşünmemiştim. Bütün gösterimlerde her şey saat gibi işledi. Film sonrası yönetmenlerle yapılan söyleşiler, seyirci yönetmen buluşması açısından çok yararlı ve çok yerindeydi. Benim film izlediğim matinelerde salonlar tıklım tıklımdı. İzleyiciler arasında işadamlarından akademisyenlere, işçilerden öğrencilere her kesimden Kürtler vardı. Elbette sadece Kürtler değil, Türkler ve Amerikalılar da oradaydı ve onlar da ilgi, heyecan ve sevgiyle Kürt filmlerini takip ediyorlardı... Filmler büyük alkış aldı... 

Filmlerinde profesyonel oyuncu kullanmayan yetenekli yönetmen Hisham Zaman’ınBawke Winterland filminin çıkışında pek çok kişiyle karşılaştım. Önce Hisham’la biraz sohbet, ardından Leyla adlı romanın yazarı Bayram Karaca’yla selamlaşıp hoşbeş ettik, sonra doktora öğrencisi Fatih Seyhanoğlu beni Kürdistan Bölgesel YönetimiWashington Kültür Ataşesi Najat Abdullah ile tanıştırdı. Onunla konuşurken, keşkeNew York başkonsolosumuz Mehmet Samsar da burada olsaydı diye düşündüm. Çağrıldı mı acaba... Mehmet Bey, tanısanız seveceğiniz biri, sıcak, samimi ve komplekssiz, çağrılsaydı gelirdi herhalde... 

Festivalin en güzel tarafı ise akşamları film gösterimlerinden hemen sonra seyirciler, yönetmenler, ve festival organizatörleri ile hep beraber bir yerlere gidilip bir şeyler yenilip içilmesiydi.
 Bir defasında West Village’daki Apple adlı lokantaya gittik. Fırtına filminin yönetmeni olan Kazım Özsağımda, Close Up Kurdistan adlı belgesel filmin yönetmeni Yüksel Yavuzsolumda, uzun uzun konuştuk. Her ikisi de Dersimli... 40 bin kere maşallah, Dersim’den ne çok sanatçı çıkıyor... 

Bir kaç not:
 Türkiye’deki seyahatim sırasında TRT’deki Ayrıntı programının danışmanı Yalçın Arı ile tanışma fırsatım oldu. Bana fırınsütlaç ısmarladığı için söylemiyorum, gerçekten zekâsıyla insanı etkileyen biri. TRT’nin özel kanallarla rating yarışına girme politikasından vazgeçmesi ve Ayrıntı gibi yararlı ve kaliteli programların sayısını arttırması gerekiyor. Bir de üzücü haber: İmzalı bir kitap kaybettim, bulan varsa bana iletsin lütfen. Kitap asker arkadaşım Ömer Özgüner’e ait. Ömer beni NTV’ye davet etmişti, gittim... NTV genel yayın yönetmenliğine terfi ettiği için geniş ve ferah bir odası var (fazla sıcaktı, terledim), sohbet ettik ve beraber binadaki departmanları gezdik. Hayranlık duyduğum bir yazar olan Can Kozanoğlu da oradaydı, tanıştık, kendisi Programlar müdürlüğüne atanmış. Anlayacağınız NTV gerçekten harika bir ekip kurmuş. Neyse, binadan çıkarken Ömer yeni çıkan kitabı Başkasını Seviyorum’u imzalayıp bana verdi... Ve ben o kitabı Atatürk Havalimanı’nda bir yerlerde unutmuşum...

edit post

Comments

0 Response to 'Kürt sinemasının New York zaferi'