01.06.2008 - taraf gazetesi

Geçtiğimiz pazar, kalabalık bir arkadaş grubuyla birlikte, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’ne gittik. Yanlış anlamayın, müzeyi basmak için değil, sadece oradaki Superheroes: Fashion and Fantasy (Süper Kahramanlar: Moda ve Fantazi) ismini taşıyan sergiyi görmek için...
Çizgi romanlardan doğup, sinema dünyasına transfer olan ve orada kendilerine yeni bir hayat kuran süper kahramanların kostümlerine hepiniz aşinasınızdır. İşte sergide, ünlü modacıların bu kostümlerden nasıl etkilediklerine ilişkin örnekler yer alıyor.
Metropolitan’daki bu ilginç sergide, Kıbrıslı modacı Hüseyin Çağlayan’ın da bir eserine yer verilmiş. Yarattığı mühendislik ve dizayn harikası giysilerle beni her seferinde kendine hayran bırakan Çağlayan’ın, Aeroplane Dress adını taşıyan bu yapıtı, Flash adlı çizgi roman kahramanından esintiler taşıyor. Flash, çok hızlı hareket eden, çok hızlı düşünen ve çok hızlı koşan bir karakter. Flash’ın bu yerçekimini zorlayan yetisinden olsa gerek, Çağlayan’ın giysisi de hem materyal hem de şekil şemal olarak uzay mekiğinin dış yüzeyini hatırlatıyor.
Sergide, Çağlayan’ın yani sıra, Dolce Gabbana, Christian Dior, Julien Macdonald, Jun Takahashi Yves Saint Laurent, Armani gibi isimlerin geçmişte yaptıkları giysiler de bir araya getirilmiş. Bu giysiler, Örümcek Adam, Kedi kadın, Süpermen ve Demir Adam gibi süper kahramanların bildik kostümlerinden esinlenerek hazırlanmış.
5 mayısta açılan serginin tantanası o günden bugüne hâlâ sürüyor. Zaten açılışa da Hollywood ve moda dünyasından isimler yağmur gibi yağmıştı. George Clooney, Julia Roberts, Giorgio Armani, Gisele Bundchen, David Beckham, Tom Cruise, Beyonce, Christina Ricci, Jennifer Lopez ve daha pek çok ünlü açılış galasındaydı.
Sergiyi gezince ister istemez kendi kendime sordum; “Neden popüler kültürümüzde, olağanüstü güçlere sahip olan fantazi ürünü kahramanlar yok” diye.
Hakikaten, neden Amerika’da ortaya çıkan Iron Man, Batman, X-Man bizde değil de orada ortaya çıkmış. Bunun bir nedeni olmalı. Türkiyeli bir sosyal psikolog ortaya çıkıp da bu konu üzerinde düşünse, koca bir kitap yazar, böylece hem beynindeki yağ tutmuş hücreler biraz erir, hem de işe yarar bir eser ortaya çıkarmış olur. Ama nerdeee...
Süper kahramanlara kaynaklık eden comic books’lara geçmiste “funny book” deniyordu. İlk funy book olan Yellow Kid 1896’da basılmıştı.
İlk kostüm giyen karakter ise 1936’da yaratılan The Phantom oldu. Fakat Phantom’un öyle insanüstü güçleri yoktu. Sadece cesurdu, gözü pekti ve güçlüydü.
The Clock ise maske takarak yüzünü gizleyen ilk çizgi roman karakteri oldu. Bundan iki yıl sonra yani 1938 yılında ise Superman geldi. Süpermen göğsündeki S harfiyle değil, insanüstü güçlere sahip ilk karakter olduğu için ünlendi. 1939 ise Süpermen’le neredeyse aynı özelliklere sahip olan Wonderman ortaya çıktı. Yine aynı yıl Detective Comics, Batman’i yayınlamaya başladı. Ardından Amerikan bayrağının renklerini ve yıldızlarını taşıyan kostümleriyle milliyetçi Wonder Woman boy göstermeye başladı. Amerika’nın altın çağı denilen 1936-58 yılları arasında ortaya çıkan kahramanlardan biri de The Spectra idi. Bu kahraman, neredeyse her şeyi yapabilme kabiliyetine sahipti, yani gücü sınırsızdı. Belki de bu nedenle piyasada çok tutmadı ve ortadan kaybolup gitti.
Yıllar geçtikçe bu çizgi kahramanlara yenileri eklendi ve hepsi de Amerikan popüler kültürünün önemli bir parçası haline geldi. Kahramanların bu toplumda sürekli üremesi bazı yazarlar tarafından olumsuz eleştirilere neden oldu.
Değerli yazar Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü adlı kitabında, özgür toplumlarda kahramanlara yer olmadığını yazmış ve onların totaliter toplumlara özgü unsurlar olduğunu belirtmişti. Çok tartışmalı ve bir yere vardırması çok zor bir iddia bu. Kahramanları bilmiyorum ama süper kahramanlar nispeten daha özgür ve gelişmiş toplumlarda ortaya çıkıyorlar.
Geçmiş zamanlarda nam salmış süper kahramanların çoğu, doğuştan ayrıcalıklı varlıklardı.
Eski Yunan’da, Tanrılar Tanrısı Zeus’tan ateşi çalan ve ölümlülere veren Promethus büyük bir kahramanlığa imza atmıştı. Promethus’un kendisi de bir tanrıydı.
Yine Gılgamış, hem kendi şahsı için hem de halkı için ölümsüzlük iksirini elde etmeyi amaçlamış ve büyük kahramanlıklar göstermişti. Humbaba gibi bir yaratıkla bile savaşmıştı. Gılgamış, Mezopotamya krallarından biriydi.
Hayber kalesinin kapısını elleriyle koparıp kendine kalkan yapan Hz. Ali de ayrıcalıklı bir sınıftan geliyordu.
Oysa Amerika’nın en tutulan çizgi roman (comic books) kahramanları görünürde gayet sıradan insanlar ve bu sıradan insanlar, ihtiyaç anında sahip oldukları olağanüstü güçlerini kullanarak, halkın başını büyük belalardan kurtarıyorlar. Süpermen herkes gibi bir ofiste çalışır ve gerek duyduğunda bir telefon kulübesinde üstünü başını değiştirip, süper bir güce dönüşür.
Süpermen gibi kahramanlar, bireyselliğe ve tek bir insanın kendi gücüyle neler başarabileceğine vurgu yapıyor. Ancak gel gelelim ki Ortadoğu toplumlarında birey, önce ailenin, sonra cemaatin ve en son olarak devletin sıkı otoriter yapısı içinde eriyip yok olur. Birey tek başına bir güç ifade etmez. Bu nedenle Türkiye toplumunda insanlar, tek başına durduklarında eziktir, kısık sesle düşüncelerini ifade ederler ve kendi dillerini zorlukla konuşurlar, hatta yazarlar bile konuşma konusunda güçlük çeker.
Fantazilerimizde bile tek bir insana olağanüstü güçler vermeye neden çekiniyoruz acaba? Cevabı zor bir soru. Belki de tepemizden hiç eksik olmayan ve bize, “otur oturduğun yerde bakiim” demeye ayarlanmış bir gücün varlığından kaynaklanıyor bu. Bu gücün standartları da tam belli değil, herhangi bir şey onu kızdırabilir ve bize çıkışabilir. Risk almak istemiyorsanız, sizin için en iyisi fazla ileri gitmemek, derinlerde yüzmemek, sınırları zorlamamak oluyor. Unutmayalım hâlâ 301’in tehdidi altında yaşayan bir ülkeyiz ve böyle bir ülkenin çocuklarından özgürce düşünmelerini, yaratıcı olmalarını, uçuk kaçık hayaller kurabilmelerini beklemek belki de pek gerçekçi bir beklenti değil.
Bizdekinin tersine, Amerikan toplumunda insanlar düşüncelerini gür bir ses tonuyla ifade eder, en küçük başarılarıyla bile gurur duyar ve etrafındaki insanlardan da onların bu başarısını onaylamalarını beklerler. Bireye verilen bu önem nedeniyle Amerikan toplumunda doğum günü kutlamaları çok önemli bir olaydır. Ancak bizde hâlâ pek çok kişi doğum gününü etrafındakilere hatırlatarak kendisine vurgu yapmaya çekinir. Toplumun amaçları, içinde bulunduğumuz cemaatin amaçları derken, bireyler kendini yaratmak ve kendini yetiştirmek konusunda sakatlanırlar.
Amerikan toplumunda, önce bireyin kendi düşünceleri, kendi istekleri gelir, daha sonra başkalarınınki... Ayrıca bir Amerikalının, düşünce ve isteklerini özgürce dile getirmekten korkmasını gerektirecek hiç bir neden yoktur. Çünkü anayasanın birinci maddesi bireyin konuşma ve düşünme özgürlüğünü garanti altına almıştır.
Anlayacağınız, ben kendimi de dahil ederek söylüyorum: uzaktan tokmağı davula vurup da “Bu Amerikalılar moron, bu Amerikalılar tek tip, bu Amerikalılar aşırı tüketici, bu Amerikalılar demokrasi nedir bilmiyor” derken, üç kere düşünmemiz ve biraz kendi üzerimize başımıza bakmamız gerekiyor. Amma velâkin, kendimizi iyi hissetmek için kendi uydurduğumuz bütün bu klişelere inanmaya devam edebiliriz de. İste o zaman da kimsenin bizim için yapabileceği bir şey kalmamış demektir.
Bir öneri Eskiden köylerde herkesin evinde bir duvar halısı olurdu; üzerinde otlayan geyikler, fal bakan çingene kadınları vardı... İstanbul’daki genç müzelerden biri, bu halılardan oluşan bir koleksiyonu sergileyerek ilginç bir işe imza atabilir.

edit post

Comments

0 Response to '‘Süper kahraman’ özgür düşüncenin yaratıcılığı, ya kahramanlar?'