31.05.2009 - Taraf Gazetesi

Bir kaç arkadaşla birlikte, Brooklyn’deki Coney Island plajı boyunca yürüyor, bu güzel pazar havasının tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Kumların üzerinde değil, boardwalk denilen bir yaya yolunda ilerliyoruz: Denize inen tahta bir iskele düşünün, ancak bu iskele hem daha geniş (yaklaşık beş metre eninde) hem de denize inmiyor, aksine kumsalın üzerinde, denize paralel uzanıyor. Dolayısıyla bir yanınızda plaj ve deniz, öteki yanınızda dükkânlar, lokantalar, şunlar bunlar; onların gerisinde ise şehir... Yanımdakilere, buradaki boardwalk’ın, bana Atlantic City’yi anımsattığını söylüyorum. Amerika’nın ikinci en büyük kumarhane kenti olan Atlantic City’nin kıyısındaki boardwalk, buradakinden çok daha uzun. Atlantic City’den söz edince, aramızda en çok seyahat eden ve genellikle hep bir derviş sessizliğiyle insanları dinlemeyi tercih eden İdris Demirci aniden dile geliyor ve bir kaç gün önce döndüğü Las Vegas ile ilgili ilginç anı ve gözlemlerini anlatıyor bize.

Yürüyüşü bitirip arabaya biniyoruz, yine Brooklyn’de yer alan ve Türkiye’deki ocakbaşıları aratmayacak kadar iyi olan Taci adlı lokantaya doğru yola koyuluyoruz. Ben, hâlâ İdris’in Las Vegas ile ilgili anlattıkları üzerine kafa yoruyorum.

Aklıma Fansız düşünürü Jean Baudrillard’ın, “Amerika gerçekleştirilmiş bir ütopyadır” sözü geliyor. Aslında bu değerlendirmeyi Vegas için de yapabiliriz. Burası bir eğlence ütopyası. Çünkü kendiliğinden oluşmuş bir şehir değil, belli bir amaç üzerine oturtulmuş bir proje kent... Kuru bir çölün ortasında sıfırdan inşa edilen bu kente, dünyanın ve Amerika’nın her yerinden insanlar kumar oynamaya, oynamasalar da burayı hissetmeye ve buradaki eğlenceli showları ve konserleri izlemeye gidiyorlar. Havaalanlarında bile kumar makinelerinin olduğu, Eyfel Kulesi gibi dünyanın ünlü mimari harikalarının taklit edildiği, içinde gondolların yüzdüğü yaratıcı otel binalarıyla dolu bir yer Vegas. Bu nedenle 1911’de sekiz yüz olan nüfusu şimdi iki milyona yaklaşıyor. Sürekli hareket eden, yanıp sönen ve rengi değişen ışıklarla bezeli bu eğlence kentindeki insanlar, tıpkı kentin kendisi gibi hiç uyumadan, 24 saat ayakta kalabiliyorlar.

Peki, Vegas gibi yaratıcı ve öncü bir kenti Amerikalıların kurmuş olması sadece bir tesadüf mü? Bu ülkenin geçmişine bakıldığında bunun bir tesadüf değil, tarihten süzülüp gelen bir sosyal kültürün devamı olduğunu göreceksiniz. Vegas, 1700’lü yılların sonlarından başlayarak kurulan Fruitland ve Orderville gibi ütopik Amerikan komünlerinin bazı genlerini taşıyor. Bu genlerden biri de istediğin gibi yaşa, hoşlandığını yap özgürlüğüdür. Zaten bu ütopyalar, o zamanlar kendilerine dayatılan sistemden kopmaya çalışarak, daha eşitlikçi, adil ve insani bir hayat yaşamayı arzulamış olan özgürlükçü insanlar tarafından kurulmuştu. Kısa ömürlü oldukları için Avrupalı Karl Marks onlara hafiften burun kıvırmış olsa da, bu ütopyalar, Aziz Nesin’in çocuk köyleri benzeri projelere esin kaynağı oldu.

Şimdi ise dünyanın doğusunda yer alan ve totaliter yönetimlerin elinde olan ülkeler kendi şehir ütopyalarını kurmak istiyorlar. Pekin’de birbiri ardına yükselen mimari harikalar, şehri giderek bir bilimkurgu filmi setine dönüştürüyor... Şeyh Maktum’un hayal kenti Dubai, kendi etrafında 360 derece dönebilen 55°Time gibi bina projeleri nedeniyle teknoloji fetişizmini doruk noktasına taşıyor... Dünyanın ilk karbonsuz kenti Masdar ise geleceğin kenti olma iddiasında. Ancak bu son derece seksî kentler, hiç bir zaman batıda kalan ve fizikî olarak kartlaşmış olan New York gibi kentler kadar cazibeli olmayacaklar. Dubai herkesin birkaç geceliğine düşüp kalkabileceği bir şehir olabilir, ancak hiçbir dünyalı bu şehirle bir ilişki geliştirmek ve onunla birlikte yaşamak istemeyecek. Çünkü orada sizin istediğiniz gibi yaşama ve dilediğinizi yapma özgürlüğünüz olmayacak, dolayısıyla kendinizi güvende hissetmeyecek ve kendiniz olmayacaksınız. Ayrıca bir kente ruh katan sadece zenginler, onlara göre düzenlenmiş makyajlı bir çevre ve kravatlı ofis çalışanları değil. Bunlara ek olarak, yoksullara, delilere, serserilere, hippilere, berduşlara, küfürcü öğrencilere, şairlere, travestilere, detone şarkıcılara, ressamlara, uçuk işadamlarına ve zengin mirasyedilere de gerek var. Ancak bunların hiç biri yaşamak için Dubai’ye gitmeyecekler. Dolayısıyla dünyanın doğusunda yükselen Dubai gibi ütopik kentler, sadece ziyaret edilip ayrıldığınız bir otel şehir olarak hayat sürecekler, ta ki bir gün özgürleşene kadar.
edit post

Comments

0 Response to 'Dünyanın doğusundaki seksî ütopyalar'