14.02.2010 - Taraf Gazetesi

 Geçtiğimiz çarşambaydı: ofise gitmedim, evde çalıştım, akşama doğru dört gibi sıkıldım ve dışarı çıktım. Geceden beri kar yağıyor, hem de lapa lapa, öyle güzel bir kar yağışı ki... New York’ta ve New Jersey’de yılın ilk karı değildi bu ama en çok yağış alan gündü. Mis gibi bir hava, yürürken kollarımı doksan derece açıyor, kaydığım anlarda arı kanadı gibi pır pır çırpıyorum, böylece bir denge sağlıyor ve düşmekten kurtuluyorum. Nehre doğru yürürken, Deb’i aradım, kahvecide buluştuk, kahvelerimizi aldık ve Hudson nehrinin kenarına gittik. Nehrin öbür kıyısındaki Manhattan’ın puslu manzarasına bakıp sohbet ediyoruz, bir ara aklım yine uçtu gitti, aileleriyle birlikte kardan adam yapan çocukların gülüşme sesleri geliyor kulağıma bir tek, onun dışında eski karlı kış filmlerindeyim, Dersim’deki labirenti andıran karlı yollardan yürüyüp dona dona ilkokula gittiğim günlerdeyim, sonra tekrar geri geldim ve Deb’e sordum: “Hayatı bir uzaktan kumandayla ileri geri alabilseydin, kendi kişisel tarihinde hangi zamana ve hangi âna geri gitmek isterdin?” Dokuz yıl öncesine dönmek istermiş, Houston’da üçüncü sevgilisiyle geçirdiği keyifli günlere... Aynı soruyu o da bana sordu, omuzlarımı silktim, hiç bir şey demedim.

Eve döndüğümde televizyonu açtım, kanaldan kanala geçiyorum, kar haberleri her yerde, o gün CNBC adlı kanalda American Greed adlı bir belgesel vardı: Para için inanılmaz suçlar işleyen aç gözlü insanların öyküsü. İster istemez Türkiye’de sayıları her geçen gün artan haber televizyonlarında, neden geçmişte yolsuzluk yapmış işadamı ve politikacılarla ilgili böyle bir belgesel yapılmıyor diye hayıflandım, hatta yapımcı arkadaşım Yalçın Arı’ya da bu düşüncemi ilettim.

Ancak ne yazık ki Türkiye’deki haber televizyonlarında yaratıcı yayıncılık değil, Sokratesçi yayıncılık anlayışı hâkim. Yapılan programların nerdeyse hepsi stüdyoda kurulu bir masa ve bir kaç sandalye esasına dayalı: masa etrafına uzmanlar (gazeteci, politikacı, bürokrat, akademisyen, yazar, her neyse) oturuyor ve bir yönetici eşliğinde bir meseleyi tartışıyorlar. Amaç, tıpkı Sokratik tartışma yönteminde olduğu gibi, farklı görüşleri çarpıştırmak, soru ve cevaplarla tartışmayı ilerletmek; böylece hem rasyonel düşünmeyi teşvik etmek, hem de fikirleri daha iyi açıklamak ve bir aydınlanma sağlamak. Ancak ayarı iyice kaçan bu tür programların giderek faydasız hale geldiğini, hatta yayıncılık açısından ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Çünkü gazeteciliği stüdyoya hapsediyor, her şey sadece elit bir zümrenin etrafında dönüyor, halk ve hayatın basit ve asal gerçekleri gözden kaçıyor. Olayların asıl muhatabının, yani halkın ortalıkta olmadığı, her şeyin bir bilenler tarafından ele alınıp tartışıldığı bir çeşit Engizisyon gazeteciliği bu. Engizisyon yayıncılığının ortaya koyduğu Türkiye resmi de fotoşoplanmış bir resim, aslına benzemiyor. Oysa TV’lerin bir bilenlerden çok halkla düşüp kalkmaları gerekiyor, ancak bunu yapmıyorlar, bu nedenle sevimsiz ve ukala bir karakteri var.


Hıdır Geviş haber kanalı yöneticisi olsa...

“Peki Hıdırcım onu bunu bırak da sen bir haber kanalının başına geçseydin neler yapardın” diye sorsaydınız sizi şöyle cevaplardım, gençlerin yanı sıra, yaşlı ve tecrübeli gazetecilerden bir muhabir grubu oluştururdum. Örneğin ekonomik kriz çıktığında bir muhabiri kadınlar gününe yollardım, krizin onları nasıl etkilediğini öğrenirdik; kısırdan mı kıstılar, böreğin peynirini mi az koyuyorlar, yarım altınlar çeyreğe mi döndü? Gülmeyin, ben çok ciddiyim, Türkiye’de milyonarca kadın bu şekilde sosyalleşiyor, eğleniyor ve bu şekilde para biriktiriyor... İkinci muhabirimi telekızlık yaparak ekmeğini kazanan bir kadının evine yollardım, kriz onun işlerini nasıl etkilemiş, öğrenirdik... Üçüncü muhabiri İstanbul trafiğinde kağnı gibi ilerleyen bir belediye otobüsüne bindirir, oradan yayın yaptırırdım. Dördüncüyü bir köye gönderirdim, köy kahvesine gitsin, tarlaya gitsin, ürünlerini yok pahasına satan köylülerle konuşsun... Beşinciyi çok zenginlerin gittiği Paper Moon adlı lokantanın mutfağına yollardım, ne malzemeler kullanılıyor, mönüdeki yemekler kaç para... Ayrıca kanalımda, haftalık dergi haberciliği ve gazete yazı dizisi arasında bir yerlere konumlandırabileceğiniz kısa haber belgesellere ağırlık verirdim. 12 Eylül’den sonra mülteci olarak Avrupa’ya göç eden devrimcilerin orada kendilerine nasıl bir hayat kurduklarını yansıtırdım... Savaş nedeniyle evleri başlarına yıkılan ve büyük kentlere göç eden Kürt köylülerinin bu yeni hayatlarını görüntüler, sonra bazılarını alır, köylerine geri götürür ve badem bahçelerinde gezdirirdim, dağlarda türkü söylettirirdim, onları terk ettikleri eski hayatlarıyla yüzleştirirdim. Yapılacak o kadar çok şey var ki, çünkü ancak böyle bir yaklaşımla bu millet birbirinin halinden anlayabilir.


TEK KELİMEYLE


Google reklamlarındaki gölge

Google asıl parayı arama yaptığınız sayfaların sağındaki küçük ilanlardan kazanıyor, siz ilana tıkladıkça, o ilanı veren şirket, Google’a tıklanma başı para ödüyor, bu fiyatlar talebe göre otomatik bir açık arttırmayla belirlenıyor, 1 centten başlıyor ve artıyor, ancak Türkiye sayfalarında hiç talep olmadığı halde bazen fiyatlar 1centten değil bir dolardan başlıyor

Aşkoloji üniversitesi
Her şeyin okulu var da aşkın okulu olmaz mı, üstelik hayatımızın önemli bir kısmını aşk ve ilişkiler üzerine kafa yorarak geciriyorsak... İnterneteki www.loveologyuniversity.com yani aşkoloji üniversitesi ilişkiler, romantizm, içtenlik ve cinsellik konularında sertifika programları veriyor, fiyatlar da o kadar pahalı değil.

Amerikan pazarından tırsan şirketler

Önceki hafta New York Javits Center’daki Uluslararası fuara sadece bir iki küçük Türkiyeli firma katıldı, ihracatçı birliklerinin standı ise komik denecek kadar zayıftı. Anlamadığım şu; Türkiyeli şirketlerin Amerikalılara satacak bir şeyleri yok mu, neden büyük şirketler, Amerikan pazarına girmek için çaba harcamıyor.

Siz de yalnızlığınızı kutlayın...
Bugün sevgililer günü, sevgilisi olan iyi peki ya sevgilisi olmayanlar için, onlar bugün de kendilerini biraz kötü hissediyorlar, ancak içleri rahat olsun, bu işlerin uzmanı olan Stephany Alexander diyor ki: sevgilisi olmayanlar da bugünü kutlasın çünkü yalnız olmanın da kendine göre bir sürü güzelliği var...
edit post

Comments

0 Response to 'Sokratik haber televizyonculuğu'