17.08.2008 - Taraf Gazetesi

İSA KAMPI . Ah ben bu meyvelere verdiğim parayı biriktirip de yatırıma dönüştürseydim, şimdiye hanlarım hamamlarım olmuştu. Meyveyi çok seviyorum. Eee burada da çok pahalı. Geçen akşam iş çıkışı Çinli bir kadının islettiği küçük mahalle bakkalına gittim, meyve sebze orada nispeten daha ucuz. Buna rağmen bir avuç kiraza inanır mısınız 4 dolar verdim. (Bu paraya burada bir pound kıyma geliyor, 1 pound yaklaşık 450 gr. ediyor). İki küçük şeftali 1,5 dolar tuttu. İki yumruk büyüklüğündeki ufacık bir kavun 3 dolar, 2 pound beyaz üzüm ise 4,5 dolar, bir tane de muz aldım etti mi size bir sürü para. Bu arada bu ülkedeki en ucuz meyve muz, paundu 69 ile 99 cents (kuruş) arasında değişiyor.


Aldığım bu meyveler bizim Sybil’e bir hafta yeter ama ben o akşam oturup hepsini yedim bitirdim. Bitirmezsem, dolapta kalsa, içim rahat etmiyor. Ben de Allah’ın böyle tuhaf bir kuluyum işte.


HARRY POTTER BİR ŞEYTAN İŞİ . O akşam meyvelerimi lüpletirken çok ilginç bir belgesel film izledim. İsmi İsa Kampı (Jesus Camp). Bu filmde, küçücük küçücük, sevimli sevimli Amerikalı çocukların, dincilere ait yaz kamplarında nasıl eğitildiklerine tanık oluyorsunuz. Söz konusu kamplar, çok güçlü bir dini grup olan Evangelistler (Evangelic).


Kamplarda çocuklara verilen din eğitiminin dozu çok aşırı. Öğretilenler, o çocukların daha kıkırdak halindeki bilincinin kaldırabileceği şeyler değil. Bu çocuklar dünyaya geleli zaten topu topu 6-7 sene olmuş ve birden bir kampa yollanıyorlar. O kampta, kendini hakiki Hıristiyan zanneden ve bence ciddi bir psikolojik tedavi görmesi gereken Becky Fisher adlı kadın eğitmen var. Bu kadın, çocuklara, başka dinlerle ilgili kendi kafasındaki bütün ön yargıları ve düşmanlığı aşılıyor, günahtan, şeytandan ve Tanrı’dan korkmayı ama çok korkmayı öğretiyor. Hatta Harry Potter filminden uzak durulması gerektiğini bile tembihliyor ve onlara, verilen kurallardan şaşmamalarını tembihleyerek bir de yemin ettirtiyor. Çocuklar hep bir ağızdan başlıyor: “Ne denirse onu yapacağım, ne söylenirse onu söyleyeceğim”. Allah allah...


ÇILDIRMIŞ ÇOCUKLAR TIMARHANESİ . Hele o kamplardan birinde yapılan bir ayin töreni var ki insanın tüylerini diken diken ediyor. Aşırılığın nasıl bir noktaya varabileceğini kendi gözlerinizle görüyorsunuz. Söylemeye dilim varmıyor ama sanki çıldırmış çocuklardan oluşan bir tımarhanenin içinde gibisiniz. Görüntünün bir Aczimendi ayininden hiç bir farkı yok: Çocuklar dualar ederek ağlıyor, titriyor, aynı sözcükleri tekrar edip duruyor ve bazıları transa geçip yere yığılıyor... YouTube’a girin ve arama kutusuna “jesus camp” yazın sonra da çıkan videoları bir izleyin, görün.


Peki, bu aileler neden ısrarla çocuklarını böylesi kamplara yolluyor ve onların saf dünyasının Becky Fisher gibi insanların soyut dinsel öğretileriyle işgal edilmesine izin veriyorlar. Belki onları da anlamak lazım. Anne babalardaki korumacı dürtü onları böyle davranmaya itiyor olabilir. Belli ki çocuklarını din yoluyla korumaya, din ve Tanrı korkusuyla terbiye edip kötü alışkanlıklardan uzak tutmaya çalışıyorlar.


Şimdi kendime de sizlere de soruyorum: Dinî eğitim vermek, çocukların ve dolayısıyla toplumun karşılaştığı sorunları çözmek için gerçekten bir çözüm mü? Eğer çözüm olduğunu düşünüyorsanız, bir de şu soruyu cevaplayın: Çocuklara bir takım ahlaki değerleri öğretmenin tek yolu dinden mi geçiyor? Hiç bir dinin adını bile anmadan, bu çocuklara nasıl saygılı olunacağı, nasıl hak yenilmeyeceği, nasıl iyi davranışlar sergileneceği, nasıl dürüst olunacağı, nasıl yardım edileceği, nasıl insanların fiziğine, ırkına, cinselliğine, yaşadığı topraklara, yaşama hakkına, düşüncelerine, inanışlarına, beğenilerine ve zevklerine saygı duyulacağı öğretilemez mi? Sonuçta bunlar herkesin fikir birliği ettiği evrensel insanlık prensipleri, öyle değil mi?


EĞİTİMDE LAİK DİNCİ KAVGASI . “Dinî eğitim mi değil mi” konusunda, laikler ve dinci kesim arasında dünyanın her yerinde ciddi bir kavga var. Ama burada iki kesim arasındaki önemli bir farkı hepimizin bilmesi gerekiyor. Gerçek laikler hiç bir zaman çocuklara dinden uzak durulması gerektiğini öğretmeye çalışmıyorlar ama dinciler bütün çocuklara kendi inandıkları dini öğretmeye ve kabul ettirmeye çalışıyor. Bu nasıl oluyor, şimdi söyleyeceğim.


EVRİME KARŞI YARADILIŞ TEORİSİ . Kavganın Amerika tarafından başlayalım. Amerika’da sahici bir laiklik var, dolayısıyla Türkiye’deki gibi devlet okullarında zorunlu din dersleri okutulmuyor. Okutulmuyor ama hafta sonu okulları var, ya da örneğin Katolik okulları gibi dinî okullar da var ve bu okulların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. İsteyen çocuğunu dinî okullarda okutabiliyor. Fakat dinci gruplara bu da yetmiyor, onlar ısrarla Tanrı’nın ve Hıristiyanlığın devlet okullarına da sokulmasını istiyorlar. Evrim teorisiyle birlikte onun tam zıddı olan yaradılış teorisinin de okutulmasını istiyorlar. İstekleri bitmiyor. Onlara kalsa sadece din dersleri değil, diğer derslerde de Hıristiyanlığın toplumdaki, tarihteki ve insan psikolojisindeki etkisi vurgulanmalı. Yani nasıl ki Edibe Sözen Sünni Müslümanlığını devlet okullarına sokarak iyice kurumsallaştırmaya kalkıştıysa, aynı şeyi onlar da Hıristiyanlık için yapmak istiyor. Bu arada Edibe Hanım’a geleceğim, O’na biraz daha var.


Peki, karşı gruplar dincilerin bu politikasına ne diyor? Onlar da diyorlar ki ”Yahu kardeşim, etmeyin eylemeyin, her kültürden, her dinden, her ırktan ve milletten insanların birarada yaşadığı Amerika gibi bir ülkede, Hıristiyanlığı devletin okullarına sokmaya çalışmak hem adil değil, hem de doğru değil. Bu çeşitlilik göze alınarak devlet okullarının şimdiki gibi dinden arındırılmış alanlar olarak mevcut varlığını sürdürmesi gerekiyor. Dinî eğitim almak isteyenler için okul dışında tonca kuruluş var, öğrenciler oralara gidebilirler.”


TANRISIZ ÜLKE . Britanya’da şimdi benzer bir kavga sürüyor. Hıristiyanlığın resmî din olduğu bu ülkedeki din eğitimi sistemi biraz Türkiye ile Amerika arasında bir yerde duruyor. Pek çok devlet okulunda öğrenciler zorunlu olarak din dersleri alıyor. Bu derslerde nasıl bizde Sünni Müslümanlık ağırlıklı olarak öğretiliyorsa onlarda da temel olarak Hıristiyanlık ve bir kaç din daha öğretiliyor, o kadar. Britanyalı öğrenciler okullarındaki ibadet törenlerine de katılmak zorundalar. Başka dinden olanların bu dersi almama şansı var, ancak Hıristiyansanız almak zorundasınız. Fiiliyatta çoğu okul işin ibadet kısmını uygulamıyor, zor ve külfetli çünkü.


Anne-babalar isterlerse çocuklarının din dersi almasını engelleyebilirler. 2006 yılından beri ise son sınıftaki öğrencilerin kendi kişisel kararlarıyla din dersi alıp almama hakkı var.


Ancak şimdi Britanya’da işler değişiyor ve Amerika benzeri bir sisteme geçilmeye çalışılıyor. Parlamento İnsan Hakları Komisyonu şimdi 16 yaşının altındaki öğrenciler için de din dersinin seçmeli olması konusunda ciddi çalışmalar yapıyor. Gerekçeleri ise son derece mantıklı ve yerinde. Diyorlar ki çocuğu din dersi almaya zorlamak, onun düşünce özgürlüğünü ve kendi öz bilincini hiçe saymak demek. Ayrıca bu zorunluluk Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’yle de uyuşmuyor. Britanya’daki sistemi değiştirmek isteyenlere göre, halkın kiliseye katılımının son 10 yılda inanılmaz ölçüde düştüğü bir ülkede, çocukların dinî etkinliklere ayırdıkları zamanın anne babalarına ayırdıklarından fazla olması yanlış.


Ancak bu tavır nedeniyle Katolik Kilisesi başındaki Kardinal Cormac Murphy-O’Connor kıyameti kopardı ve Britanya’nın Tanrıdan arındırılmak istendiğini iddia etti.


ALEVİ ÖĞRENCİLER TACİZ Mİ EDİLİYOR . Bizde işler nasıl? Bizde de durum pek kabul edilir gibi değil. Örneğin ben lisedeyken istemediğim halde zorunlu olarak din dersleri aldım. İsteksizliğimin sebebi şuydu: Alevi inanışına sahip bir öğrenci olarak bu dersin tümüyle Sünni Müslümanlığın propagandasını yapmaya yönelik bir ders olduğunu düşünüyordum. Üstelik din öğretmenlerinin hepsi de Sünni Müslüman ve inançlı insanlardı. Dolayısıyla benim inanışımı yok sayan, umursamayan bir dersi almak zorunda olmak ciddi bir psikolojik tacizdi. Hatta bu gerilim veli toplantılarına da hep yansıyor, ablam Fatoş her defasında din öğretmenleri ile tartışıyordu.


Şimdi AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen’e gelebiliriz. Türkiye’de okullar ve öğrencilerle ilgili ortada çözüm bekleyen tonca sorun varken Edibe Hanım ilk fırsatta, “Gençleri Koruma Kanun Tasarısı”nı hazırlayarak bir iman ve edep savaşına girmeye kalktı. Tasarının iman yönü şuydu, “Devlet, gençlerin sağlıklı ve dengeli gelişimi için, her seviyedeki okulda, her dine mensup öğrenciler için ibadethane alanı kurmakla yükümlü olacak”. Tasarının edep yönü ise porno yayıncılığına ve gece hayatına yönelik getirilen kısıtlamalarda kendini gösteriyordu.


AKP’nin bilinçaltını göstermesi açısından Edibe Hanım’ın sonradan geri çekilen tasarısının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tasarının AKP onaylamadığı için değil, şartlar henüz uygun olmadığı için geri çekildiğine inananlardanım. Dolayısıyla bu bilinçaltının ne zaman ve ne şekilde hortlayıp geri geleceğini hiç birimiz bilemeyiz. Sırf bu nedenle, bu bilincin, şartlar olgunlaştığında geri gelmesini önlemek için şimdiden bu konuyu ciddiyetle tartışmakta fayda olduğuna inanıyorum.


BUNLARI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ? . Türkiye’de gençlerin yaşadığı ve çözülmesi elzem olan çok büyük sorunlar var. Edep ve iman sorununa fokus olmuş Edibe Hanım, her şeyden önce bir sosyolog olarak bu sorunları görmüyor mu? O görmüyorsa ben görüyorum ve Edibe Hanım’a soruyorum:


* Gençlerin ve çocukların hepsi okula gidebiliyor mu? Gidemeyenlerin ya da gönderilemeyenlerin okula gidebilmeleri için bir plan ve projeniz var mı?


* Öğrenciler okulda karınları acıkınca bir şeyler yiyebiliyorlar mı, yoksa dersleri aç karnına mı dinliyorlar?


* Okula eski bir çantayla gelen öğrencinin okula gıcır gıcır bir çantayla gelen öğrenciye karşı yaşadığı eziklik nasıl giderilir?


* Defter ve kalem almaya gücü yetmeyen öğrencilere bu konuda nasıl yardım edilir, bu ihtiyaçları nasıl sağlanır?


* Sınıflarda azınlıkta olan Alevi, sünnetsiz Hıristiyan, Musevi, Çingene, gay, aşırı kilolu ve aksanlı Türkçe konuşan Kürt öğrenciler, sınıf arkadaşlarının psikolojik tacizlerinden nasıl korunabilir?


* Öğrenciler eve geldiklerinde ders çalışacakları sıcak ve sessiz bir odaya sahipler mi? Her mahallede çalışma odaları inşa edilebileceği geldi mi aklınıza hiç?


* Öğrencilerin boş zamanlarını değerlendirebilecekleri ve içlerindeki o inanılmaz enerjiyi harcayabilecekleri spor tesisleri var mı? Okul dışında kendilerini geliştirebilecekleri kurslar almaya imkânları var mı? Yoksa bütün gün daracık apartman dairelerinde anne, baba ve kardeşleriyle birbirlerini bunaltıp, içlerindeki enerjiyi kavga ederek ve tartışarak mı dışa vuruyorlar?.. Ya da köşe başlarında gruplaşıp şiddet eylemlerine mi yöneliyorlar?


* Öğrencilerin, ailelerindeki ve çevrelerindeki bireyler tarafından cinsel tacize uğrayıp uğramadıklarını hiç merak ettiniz mi? Tacizi önlemek ve ilk, orta lise çağı öğrencilerinin kendi kendilerini koruması için anne ve babaların da katıldığı bir eğitim programı düşündünüz mü hiç?


* Öğrencilik dönemlerinin çok zor olduğunu siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla okullarında onlara psikolojik danışmanlık hizmeti verecek yetkinlikte danışman kadrosu var mı?


* Okullarda, anne babalara, çocuklarla ilişkilerini nasıl ayarlamaları gerektiği konusunda tavsiye ve önerilerde bulunacak bir departman kurmayı düşünüyor musunuz?

Ama Edibe Hanım galiba siz haklısınız, yukarıdaki onca sorunla kim uğraşacak, bir sürü iş, bir sürü hamallık... Siz iyisi mi okullara ibadethane yapıp, çocuklara din aşılamaya çalışın, böylece kestirmeden bütün sorunları çözmüş olursunuz. Cennette de yeriniz ayrılır, yani zannedersem.
edit post

Comments

0 Response to 'Edibe Hanım’ın edep savaşı'