24.08.2008 - Taraf Gazetesi

Amerikalı pilot Paul Tibets, uçağını Hiroşima’ya doğru uçururken tarihin gelmiş geçmiş en büyük celladı olacağının farkında mıydı acaba? Benimki de amma da soru; elbette farkındaydı, koskoca bir komutandı ana sınıfı öğrencisi değildi ki.

Tibbets, Hiroşima saatiyle gece 2.45’de, Enola Gay adlı uçağı ile Tinian adasından havalandı. Günün tarihi, 6 Agustos 1945’di. Uçak, sabahın 8.15’inde şehir semalarına varmıştı bile. İşte tam bu saatte, bizim pilot, o meşhur atom bombasını 9600 metreden asağıya bırakıverdi ve sonra da hızla çekip gitti. Little boy adı verilen bomba, hesaplandığı gibi yerden 580 metre yükseklikte patladı. Bir kaç saniye içinde kenti bir alev fırtınası sardı. Bu fırtına önüne gelen herkesi ve her şeyi kavurdu: Okuluna gitmeye hazırlanan bir ilkokul öğrencisini, işbaşı yapan bir temizlik işçisini, yatakta sevişen iki sevgiliyi, ibadethanedeki yaşlı bir erkeği, hastenede ameliyata hazırlanan genç kızı, müşterisinin evinden yeni ayrılan bir hayat kadınını ve daha kimleri… Hala kesin bir rakkam yok ama ogün toplam 70 bin insanın yaşamını yitirdiği söyleniyor. Radyasyonun etkileri zamanla artınca ölümler 200 bini buldu.

Pilot Paul Tibbets, bu tarihi katliamdan yıllar yıllar sonra bile, “Allah kahretsin, ben ne yaptım, nasıl kıydim onca insana” demedi. Hatta her defasında hiç pismanlık duymadığını vurguladı ve “bugün yine aynı görev verilse yine yapardım” dedi. Çünkü O’na gore bu iş vatanın selameti için yapılmıştı.

Geride kalan 6 Ağustos günü, Hiroşima’ya atılan bombanın 63. yıl dönümüydü. Bu nedenle New Yorkda’ da çesitli etkinlik düzenlendi. Etkinliklerin amacı, insanlara barışın önemini göstermek, savaşın nasıl bir felaket olduğunu anlatmaya çalışmaktı. Ben bu etkinliklerin hiç birine katılamadım, ancak geçen akşam eve gelince youtube’dan Hiroşimayla ilgili pek çok video izledim.

O videolari izlerken aklıma ister istemez Sabiha Gökce düştü. Atatürk’ün manevi kızı ya da öteki adıyla dişi “Türk Kuşu” Sabiha Gökçe. O’da 1937’lerde tek motorlu teyyaresiyle Dersim semalarında uçmuş ve “haydut” dedigi TC vatandasi Kürtlerin üzerine tepeden bombalar yağdırmıştı.

Bir süre sonra izlediğim vidolardan yorulmuştum, elimdeki bilgisayarı sehpanın üzerine bıraktıktan sonra, recliner koltuğumun üzerinde öylece uykuya dalmışım.

GİZLİ TEŞKİLAT Rüyamda, Buğday tarlalarının arasından akıp giden bir yolun düzlüğündeyim. Etrafta in cin top oynuyor. Aaa tek motorlu bi teyyare uzaktan bana doğru yaklaşıyor. Teyyareye de bakın siz, alçalıyor galiba, yok düşüyor, hayır göğsünü saçlarıma sürüp tekrar havalanıyor. Belli ki bu kötü kalpli teyyare canımı almaya çalışıyor, Hitchcock’un Gizli Teşkilat filmindeki teyyarenin aynısı bu, bense o filmdeki oyuncu Cary Grant gibiyim, yolun üzerinde zigzag çizerek, bu at sineği gibi peşimden koşturan teyyarenin elinden kurtulmaya çalışıyorum. Teyyare vızıldayarak bir sağımdan uçuyor, bir solumdan uçuyor, bir bakıyorum tepemden geçiyor, Tir tir titriyorum. Besmele çekeyim diyorum (besmele deyince yanlış anlamayın, sadece “devrimciler ölmez” diyecektim) ama sesim çıkmıyor. En sonunda güçlü bir el ensemden tutup beni teyyarenin arkasındaki koltuğa atmasın mı.

Meğer bu güçlü el, teyyareyi kullanan Sabiha Gökçe ye aitmiş. Ben şoktayım. Sabiha hanım başlıyor, “Hıdırcım, sol gözümü pembe renkli, iri yarı, lezbiyen bir arı ısırdı. Bu nedenle sadece sağ gözümü kullanabiliyorum. Bana yardım etmen lazım; uçağın sol yanından aşağıya bakıp gördüklerini rapor edeceksin. Böylece Dersim’deki haydutları tek tek temizleyeceğiz; her şey vatanın selameti için” Bense içimden, “Hıdırcım, hayır, bu kadın kendinde değil, yol yakınken kaç kurtul” diyorum. Oradaki bir paraşütü üzerime geçirdiğim gibi hop aşağı atlıyorum.

15 Agustos, öğleden sonra, Uhni köyüne düşüyorum. Yıl 1937. Ortalık çok karışık. 16 Ağustos günü, çatışmalardan ve askerlerin saldırılarından etkilenip yerini yurdunu terketmeye çalışan 500 kişilik çoluklu çocuklu bir köylü grubuna katılıyorum. Bu grup yanlarına koyun sürülerini ve çadırlarını da almış. O an Sabiha hanımın uçak filosu yaklaşıyor. Atılan bombalar herkesi yere yıkıyor. Hala ayakta kalanların üzerine ise yine uçaklardan, makinalı tüfekle ateş ediliyor. Benim iki kolum birden kopuyor, yanıyorum sanki, Sarp yamaçlardan koşarak uçakları yakalamaya çalışıyorum. Delirmiş olmalıyim. Gökyüzü mavi, yeryüzu kırmızı. Haykırıyorum: “Sabiha hanım ne güzel bombalarınız var, ne güzel bombalarınız var, ne güzel bombalarınız var”

Derken bu tozlu dumanlı kan kırmızısı rüyadan nihayet uyanıyorum. Hızır sana şükürler olsun.

Bir rüyamı düşünüyorum bir de bugünün gerçeklerini düşünüyorum. Kürtler hala bombalanıyor. Söz gelimi Ahmedinejat’ın gaz cumhuriyeti İran’a ait uçaklar, kendi sınırları içinde bulunan Kürt eyaletleri üzerine bomba yağdırıyor, sınırı geçiyor Irak'daki Kürtleri bombalıyorlar. Bu bombalar köylerde yaşayan yoksul Kürt sivillerin yaşamını altüst ediyor.

Dünyada bombalar sadece Kürtlerin üzerine düşmüyor, Iraklıların üzerine bombaların nasıl yağdığını hepimiz naklen izlemiştik. Yakın zaman once İsrail, Lübnan a yagdırdı, 2. Dünya savasında Almanların başına yağdı, Vietnam savaşında Vietnamlıların tepesine yağdı.

Özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılda bir ülkenin işini bitirmek istiyorsanız önce havadan stratejik şehirlerin üzerine bombalar yagdırır, hayati felç eder, sonra da o kente kara harekati düzenlersiniz.

İLK HAVA SALDIRISI OSMANLI ORDUSUNA YAPILDI:Askeri uçağın havadan bir saldırı cihazi olarak kullanılması 1. dünya savaşına kadar gidiyor. Tarihte ilk hava saldırısının 1911 yılında İtalyanlar tarafından yapıldığı iddia ediliyor. Üstelik bu saldırı Trablusgarb savaşı sırasında yapılmış, 4 bombacık 1 Kasım tarıhınde Libya’daki Osmanli birliklerinin üzerine bırakılmış.

ATEŞ UÇURTMALARI: Aslında hava harekatlarının geçmişi, biraz daha çesitlendirirsek görürüz ki çok daha öncelere uzanıyor; örneğin uçurtmalar, uçaklardan once askeri amaçla kullanılan ilk hava araçlarıydı. Ama bunlar bombalamak için değil, düşman mevzilerini gözetlemek ya da düşmanı şaşırtmak için kullanılıyordu. Kim Yu-Sin adlı Koreli general 637 yılında isyancıları bastırmak için uçurtmalarla havaya ateş topları kaldırtmıştı. Yine 1592-98 deki Japon işgali sırasında bir başka Koreli kumandan, 300’e yakın uçurtmayı birlikler arasındaki haberleşmeyi sağlamak ve direktiflerini bildirmek

Köroğlunun deyişini günümüze uyarlarsak diyebiliriz ki “Uçak icad olundu mertlik bozuldu”.

*********

KÜLDEN EVLER

“Yan Dersim Yan” başlıklı yazımın ardından, yazar Cemal Taş, “Külden Evler” adlı kitabını incelik göstererek adresime gönderdi. Cemal Taş’ın bu muhteşem çalışmasında Dersim’deki köy yakmalarla ilgili belgeler, tanıklıklar ve gazete haberleri bir araya getirilmiş.

Kitapta dönemin Köln Belediye Meclis üyesi olan Şengül Şenol’un da tanıkığına yer verilmiş, şöyle anlatıyor yaşadıklarını Şenol: “O günleri hatırlamak için hafıza zorlanıyor. Hatırladıklarını bile unutmak istiyor. Çünkü acı veren her şeyi hafıza unutmak istiyor. 94’ün sonbaharında ne olmuştu? Dersim’de o dönem süren çatışmalarda kimin aklına “iyi bir fikir” diye gelmişse, bir çok köy güneyden kuzeye ateşe verilmişti. Dersim köylerinin yüzde sekseni böyle yok olmuştu. İnsanlar kendi topraklarında mülteci durumuna düşmüş, Ovacık ve Hozat barakalarında yıllarca hayat tüketmişlerdi. Sağlıksız koşullar nedeniyle ölenler oldu. En çok da çocuk ve yaşlıların sağlıkları bozuldu. Hala oralarda hayatını devam ettirmeye çalışan insanlar var. Diğer ilçelerde de durum farklı değildi. On yıl önce nüfusu 170 bin olan Dersim, bugün nüfusunun yarısını kaybetmiş durumda.”

Bir belge çalışması olmasına rağmen, insanın yüreğini dağlayan bu kitabı herkese öneriyorum. Eğer kitapçılarda bulamazsanız yayinevi ile telefon yoluyla irtibata geçip bilgi alabilirsiniz. Tij Yayıcılık: 212 576 0136


Resimaltı, italyan pilotGuilio GevottiOsmanli birliklerinin üzerine tarihteki ilk hava saldırısını yaptı
edit post

Comments

0 Response to 'Sabiha Hanım ne güzel bombalarınız var'