31.08.2008 - Taraf Gazetesi

Unutmuşsunuzdur, hatırlatayım. Geçen sefer terörist bir kuş, beni New York’un orta yerinde, güpegündüz, üstelik de herkesin gözü önünde kaçırmıştı. Nasıl mı olmuştu? Tam da New York şelalesinden atlarken olmuştu; havada beni yakalamış ve iri kanadının üzerine alarak güneşin battığı yöne doğru uçmuştu. O yazıyı hatırladınız değil mi?..


Neyse efendim, yolda giderken bu terörist kuşla bayağı bir samimi oldum. Meğer kendisi İranlı yazar Farîd ud-Dîn Attâr’ın bundan yaklaşık sekiz yüzyıl önce yazdığı Kuşlar Konferansı adlı kitabındaki şu ünlü yarı insan yarı kuş olan ölümsüz Simurg’muş. Bunu öğrenir öğrenmez “eyvah, kaçırıldım, rehine alındım” korkusunu hemencecik üzerimden atıverdim. Ne de olsa bu kuş ermiş bir kuştu, yüzyıllarca yaşamış, dünyanın bütün bilgisine sahip bir kuş. Yani bildiğiniz kuşlara hiç benzemiyor; O bir filozof, dolayısıyla zararsız...


Simurg, insanların onu geçmişte kalan bir efsane sandığını, oysa kendisinin bütün zamanlarda yaşayan bir varlık olduğunu anlattı bana. Yani geçmişte olduğu gibi bugün de var ve gelecekte de olacak... Her neyse, Simurg günümüzün sorunlarıyla da oldukça ilgili bir kuş. Örneğin medyaya ve gazetecilere fena halde takmış durumda. Onların hiçbir şeyi doğru dürüst görmediğini ve çetrefil olayları algılamakta zorluk çektiğini düşünüyor. Bu yaklaşımından dolayı Simurg’u biraz saf buldum, çünkü esasına bakılırsa, gazeteciler herşeyi herkesten daha iyi görüyor ama işlerine gelmediği için görmezden geliyor ya da gördüklerini zihinlerindeki çıkar aynalarından geçirip biçimini bozuyor, değiştiriyor ve ondan sonra halka yansıtıyorlar.


Peki, Simurg beni niye kaçırmış biliyor musunuz? Gazetecilere ders vermek için kaçırmış. Daha doğrusu onların gözünü açmak istemiş, bu nedenle beni bir numune olarak seçmiş. Düşünebiliyor musunuz, beni de o gazetecilerle bir tutuyor, kurunun yanında benim gibi yaşın da gözünü açmaya çalışıyor.


Peki, gözümü açmak için ne yapmayı planlıyor bu kuş? Beni çok ilginç bir tura çıkaracakmış; hadi çıkarsın bakalım, yaz da bitti ama... Fakaaaaat bu öyle bildik bir tur değilmiş. Geçmiş, bugün ve gelecek arasında gidip gelen fantastik bir gezi olacakmış. Benim dünyadaki farklı olaylara tanıklık etmemi sağlayacak, o olayları bizzat çıplak gözle görmem için çaba gösterecekmiş. Sırf şaka olsun diye sordum, “Bill Clinton ile sekreteri Monica’yı Oval Ofis’te oral seks yaparken de görebilecek miyiz?” Bu soru Simurg’u çok kızdırdı, “Siz Türkiyeli gazeteciler böylesiniz işte, aklınız fikriniz sekste”. Bu kez de ben sinirlendim, “Ne yani senin aklın firkin sadece türbelerde ve evliyalarda mı?” Hay Allah dilim şişseydi de bu lafı etmeseydim, intikamcı kuş, kanadını hafif eğdi, az kalsın yuvarlanıp aşağıya düşecektim.


Bu nasıl bir gezi anlayamadım, New York’tan çıkmıştık, gele gele yine New York’a geri geldik, acaba aynı yöne gidip dünyanın etrafında bir tur mu atmıştık? Hmmm, bir tuhaflık olmalı, bu New York, benim bildiğim New York’tan farklı. Örneğin Lexington Caddesi üzerinde uçarken, kenardaki Bloomberg binasını göremedim. Oysa bu bina 2005 yılından bu yana oradaydı. Yine bu caddede bırakın 2007 model arabaları, 2000 model araba bile geçmiyordu, gördüklerim 1960’lı 70’li yılların popüler markaları olan Chevrolet Corvette, Mercury Cougar, Dodge Charger, Ford Mustang’dı... Allah allah….


Dikkatimi bu kez insanlara veriyorum, aaaa, ‘İspanyol paça pantolonlar, eşekkulaklı gömlekler giyinenler çoğunlukta, erkeklerin saçları da uzun... Anlaşıldı, biz tarihin gerisine gitmişiz, yani zannedersem 60’ların sonu 70’lerin başındayız.


İleriden bağırış çağırış sesleri duyduk. Simurg o yöne uçmaya başladı, of!!! aşağıda bir milyona yakın insan toplanmış, gösteri yapıyor. İyice alçalmaya başladık. Göstericilerin ellerindeki pankartlardan anlıyorum ki Vietnam savaşını protesto ediyorlar. Hepsi de çok kızgın, itirazlarını dile getiriyor, yer yer de polisle çatışıyorlar. Amerikan hükümetinden hesap soruyor, bu haksız savaşı bitirmesi için baskı yapmaya çalışıyorlar.


“Aman Simurg, çok acıktım, iniş yapalım da bir şeyler yiyelim” diye rica ettim bizimkine. Bunun üzerine Union Meydanı’na yakın bir yerde, “Diner” denilen ve içinde ucuz ama lezzetli klasik Amerikan yiyeceklerinin satıldığı bir lokantanın kapısının önüne iniş yaptık. Simurg ölümsüz bir canlı olduğu için yemiyor içmiyor, dolayısıyla dışarıda beni bekleyeceğini söyledi.


Ağzında sigarasıyla masaların arasında gidip gelen garsonu beklerken, TV’ye bakıyorum. Gösterilerle ilgili görüntülü haberler var. Hatta bir ara tekerlekli sandalyeli ve koltuk değnekli Vietnam gazileri de görüntüye geliyor. Elleri havada slogan atıyorlar. İçlerinden biri madalyalarını söküp yere fırlatıyor ve diyor ki “işte insan öldürdüğüm için bana verilen rozetler”, bir diğeri ise “Umuyorum bir gün Vietnam’a geri gidebilir ve ülkelerini viraneye çevirdiğimiz o zavallı insanlara yardım ederim” diyor.


Yine TV’de Vietnam’a giderek düşman birliklerini ziyaret eden ünlü Hollywood yıldızı Jane Fonda’nın eski görüntüleri var. Bu görüntülerin ardından Michigan Üniversitesi’nde yüzlerce öğrenciye seslenerek yaptığı bir konuşma geliyor ekrana, Eğer komünizmin ne olduğunu anlasaydınız dizlerinizin üzerine çöküp bir gün komünist olmak için dua ederdiniz.


Televizyon birden karıncalanıyor, kendi kendime mırıldanıyorum, “Hıdırcığım, bu ülke çok karışık herkes sokaklara dökülmüş, çekip gitseniz iyi olur”.


Dalıyorum, düşünüyorum, aslında Simurg beni kaçırmakla hiç de fena etmemiş. Gözüm hakikatten açılıyor. Bazı noktaların ayırdına varıyor, bazı noktalar üzerine daha fazla düşünmeye başlıyorum. Örneğin şimdi sokaklarda böyle toplanmalar, bağırmalar çağırmalar eski sıklıkta yapılmıyor. Peki, bunu neye yormak lazım. Amerikan halkı artık hiçbir şeyi protesto etmiyor diye mi düşünmeliyiz. Yok, öyle düşünmemeliyiz. Çünkü Amerikalılar her şeyi öyle bir protesto ediyorlar ki şaşarsınız. Tabii protestolarını sokağa çıkarak değil, evde bilgisayarlarının önünde yapıyorlar. Sanmayın ki bunun bir etkisi, işlevselliği yok, aksine hem çok etkili hem çok işlevsel.


Üstelik internet ortamında, hiçbir şey protesto boyutuyla kalmıyor. Sıradan insanlar biraraya geliyor, devletten, büyük kurumlardan ve zengin şirketlerden bağımsız olarak projeler geliştiriyorlar.


BAĞIMLI GAZETELERE KARŞI BAĞIMSIZ BLOGLAR . Bloglar bu yeni tür muhalefetin yani dijital muhalefetin en büyük silahlarından biri. Dünyada inanılmaz bir blog fırtınası esiyor. Ama bu bloglar Amerika’da daha çok ilgi görüyor ve daha büyük kitlelere ulaşıyor.


Diyelim ki hiçbir gazeteyle uyuşan bir gazeteci değilsiniz, bu durumda kendinize rahatlıkla beş kuruş ödemeden bir blog açabilirsiniz. Blog dediğiniz bir ya da birkaç sayfalık çok basit bir web sitesi. Kullanımı da çok kolay. Kendi bloğunuzda istediğinizi istediğiniz gibi yazabilirsiniz; ne yazınızı kesip biçecek biri var, ne de yazınızın maksadını gazetenin bir takım politikaları nedeniyle değiştirecek bir yazı işleri ekibi var, orada bir tek siz varsınız. İşte bu nedenle okurlar da bloglara ilgi gösteriyor, çünkü yazılanlar daha sahici ve daha samimi, üstelik de muhalif.


Bu ilgi, blog sahiplerine reklam geliri de sağlıyor. Böylece blog sahibi rahatlıkla geçimini sağlayabiliyor. Hatta bu bloglar şimdi kendi aralarında örgütleniyorlar, aralarında bir reklam birliği bile sağlanmış durumda. Örneğin Liberal Blog Advertising Network adlı bir kuruluş var. Bu kuruluş, 150'den fazla özgürlükçü muhalif blogun reklam bulmasına yardımcı olarak onların finansal olarak ayakta kalmalarına yardımcı oluyor.


Bloglar hakikaten çok etkili. Bütün büyük televizyon kuruluşları ve gazetelerin ambargo koyduğu Noam Chomsky bile “corporation free” denilen bu bloglar sayesinde hâlâ çok etkin, pamshouseblend.com, americablog.com, frameshopisopen.com, dailykos.com bu tür bloglardan sadece birkaçı.


KİTLESEL E-MAİLDEN ONLINE PROJELERE . Aslında dijital muhalefete geçiş, insanların birbirlerine gönderdikleri kitlesel e-maillerle başladı. Bu e-mailler sayesinde biraraya geldiler, toplandılar, tartıştılar, imza kampanyaları düzenlediler, hatta sokak gösterileri bile organize ettiler.


Ancak bu bir başlangıçtı ve bir süre sonra bu muhalif dalganın önemli bir kısmı tümden online üzerinde yürümeye başladı. İnternetin sağladığı imkânlardan daha verimli yararlanma yolları bulundu ve bir süre sonra protesto gösterileri sokakta değil dijital ortamda yapıldı.


DÜNYANIN BÜTÜN EYLEMCİLERİ BURAYA . Bu süreç içinde, belli alanlarda muhaliflerin bir araya geldiği web sayfaları yayına geçti. Hatta bugün bu işte öyle ileri gidildi ki örneğin care2.com adlı web sitesi, her konuda, dünyanın her yerindeki aktivistleri bir araya getiriyor. 1998 yılında kurulan ve bugün dünya çapında 9 milyondan fazla üyesi olan bu web sitesi, pasif vatandaşı fazla zahmete sokmadan aktif vatandaş haline getirmeye çalışıyor. Örneğin, “10 yıl içinde Amerika’nın tümden temiz enerjiye kavuşmasını istiyoruz” kampanyasına bir tıklama ve kısa bir form doldurma yoluyla katılabiliyorsunuz. Aynı şekilde yılda yarım trilyon dolar savunmaya harcayan Pentagon’a karşı da çıkabiliyorsunuz ya da işçi hakları için bir şeyler yapabiliyorsunuz.


Care2.com dışında bir sürü aktivist web sitesi daha var. Örneğin gayrightswatch.com gay hakları konusunda mücadele veriyor, biraz bizdeki kaosgl.com adlı başarılı web sitesine benziyor. Downhillbattle.org ise müzik piyasasını tekeline alan büyük şirketlere karşı mücadele veriyor. Bağımsız müzik yapan müzisyenleri desteklemek ve onların ürünlerini yaymasına yardımcı olmak için var. Freecyle.org sayesinde elinizde olan herhangi bir eşyayı, dünyanın başka bir köşesinde yaşayan ve ihtiyacı olan insanlara bağışlama fırsatı buluyorsunuz.


VİCTORIA SECRET’İ DİZE GETİRDİLER . Bu siteler sahiden çok etkili, çünkü katılımcıları çok ve herkes üç kuruş beş kuruş bağışlayınca bu paralar biraraya gelip çok büyük paralar halini alıyor. Mesela, catalogcutdown.org adlı bir site var. Bu site şirketlerin boşu boşuna katalog ve broşür ürettiklerini ve bu anlayışın dünyadaki ormanlara büyük zarar verdiğini savunuyor. Hatta aşırı katalog tüketerek kâğıt harcayan şirketleri deşifre ederek, insanları bu şirketlere karşı soğutuyor. Örneğin yakın zaman önce kadın iç çamaşırı üreten Victoria Secret adlı şirketi dize getirdiler ve bu şirkete kendi savundukları ilkeleri uygulattılar.


YOUTUBE VE FACEBOOK . YouTube dünyanın her köşesindeki muhalifler için çok önemli bir medya organı. Burada çok yaratıcı ve eğitici videolar izlemek mümkün. Örneğin arama kutusuna “Dub Ya War” yazıp çıkan videoyu bir izleyin. Bu bir video klip ve bu klipte farklı yerlerde yapılan Irak Savaşı’na karşı gösterilerden görüntüler yer alıyor. Bu görüntülerde konuşmacıların yaptığı konuşmalardan bölümler alınmış ve bir müzik üzerine döşenmiş, böyle ortaya siyasi mesajlar içeren bir rap müzik şarkısı çıkmış.


Hatta dijital muhalefet öyle bir vaziyet aldı ki bugün sadece muhalif gruplara internet sitesi kurmaları konusunda teknik destek ve içerik danışmanlığı yapan radicaldesigns.org gibi şirketler bile var.


DİJİTAL SAVAŞÇILAR . Biz eskiler, geçmişin siyasi tozunu toprağını fazlasıyla üzerimizde taşıyoruz. Geleceğe bakarken aklımız hep geçmişteki hesaplaşmalarda kalıyor, o nedenle herkese değil, sadece ve sadece gençlere bir tembihte bulunacağım. Özellikle de Ekşi Sözlük gibi internet sitelerine yazan, internete meraklı, kendini eğitmeye açık, dünyayı bilen parlak zekâlı gençlere... Neden tek başınıza ya da web tasarımından anlayan bir iki arkadaşınızla biraraya gelip, Ergenekon’la ilgili bir internet sitesi yapmıyorsunuz, neden bu işi savcılar, devlet büyükleri ya da gazetecilerin takibine ve insafına bırakıyorsunuz. Bu korkunç çeteyle ilgili bütün gelişmeleri sizler de pekala takip edip, arşivleyebilirsiniz. Web sayfasına kimin kim olduğunu, neyle suçlandığını, kimlerle bağlantılı olduğunu gösteren web grafikleri, hatta eğlenceli Ergenekon oyun programları bile yerleştirebilirsiniz, yani olayın ciddiyetini bir cenaze merasimi ciddiyetine çevirmenin de hiç gereği yok. Hiç bilemezsiniz, bir bakmışsınız, web siteniz ziyaretçi akınına uğramış ve kocaman bir güç haline gelmişsiniz. Sadece bu konuda da değil, zorunlu din dersi kalksın mı istiyorsunuz, devletin din işlerinden elini çekmesini ve diyanetin kaldırılmasını mı istiyorsunuz, Dersim’e üniversite mi istiyorsunuz, konuşma ve yazma özgürlüğünün önündeki tüm engeller kalksın mı istiyorsunuz, RTÜK’ten cinsel azınlıklara karşı olan çağdışı bakış açısını değiştirmesini mi istiyorsunuz, öyleyse yapın bir web sitesi ve kampanyanızı başlatın. Düşünün bir, içinizden biriniz yolsuzlukla mücadele sitesi yapmış, insanlar bu siteye para bağışında bulunmuş ve gün gelmiş elinizdeki paralarla sokaklardaki reklam tabelalarına bu yolsuzların vesikalık resimlerini koymuş ve ciddi bir rezil etme kampanyası başlatmışsınız. Dediğim gibi hiç belli olmaz.


YANILMAKTAN KİM ÖLMÜŞ . Ben 40’ıma geldim ve öğrendim ki benim gibi sıradan insanlara hiçbir siyasi partiden bir fayda yok. Geçen gün kendime en yakın hissettiğim ÖDP’nin web sayfasını inceledim, Devlet Demir Yolları’nın web sitesiyle tıpa tıp aynı; aşırı ciddi, asık suratlı, renksiz, heyecansız, durağan, pasif, soyut, hiç bir insani tını taşımayan bir site. Diyeceğim şu: Muhalefet etmeyi siyasi partilerin, siyasi organizasyonların ve işlevsiz derneklerin elinden kurtarmak gerekiyor. Türkiye’nin, tek başına ya da birkaç arkadaşıyla birlikte muhalefet edebilecek dijital savaşçılara ihtiyacı var. Adil, samimi, anlaşılır, insancıl, temiz, hilekârlıktan uzak, şiddeti savunmayan, naif, oyunbazlıktan uzak, açıksözlü ve saygılı bir muhalefet ortaya koyarsanız, etrafınıza size benzeyen milyonlarca insan toplayabilirsiniz. Bakın Taraf gazetesine, daha dün kaç kişi okuyordu şimdi kaç kişi okuyor. Gençler, siz de bir deneyin, yanılmaktan kim ölmüş.


* * *


YALNIZ RUHLARA ELMA ŞEKERİ . “Kitapların Efendisi” olarak nam salan sevgili Sayım Çınar, bana yeni bir paket göndermiş, açtım baktım içinden bir kitap çıktı. Sağolsun, Sayım da olmasa Türkçe kitap okuyamayacağım. Üstelik son gönderdiği kitap, benim çok sevdiğim bir gazeteci ağabeyime, Fuat Uğur’a ait. Fuat ağabey, gazetecilik mesleğindeki başarısını, edebiyat alanında da aynen devam ettiriyor. Hepsi birbirinden güzel, sıcacık öykülerden oluşan Yalnız Ruhlara Elma Şekeri adlı bu kitabı bulup, okumaya çalışın.


* * *


“FİNANS NETWORK” GRUBU . Geçen hafta Cumartesi günü, merkezi New York’ta olan Finans Network adlı grubun toplantısına katıldım. İyi de oldu, grupta aktif görev alan ve son derece parlak bir zekâya sahip Tuğba Temurcan’ı ve Birleşmiş Milletler’den arkadaşım Fatih Vursavaş’ı görme imkânı buldum.


Toplantı Manhattan’da yeralan Pera adlı bir restoran-bar da yapıldı. Girişte herkesten 40 dolar kesildi. Toplantı boyunca da çok lezzetli aperatifler dağıtıldı. Hatta çiğköfte ve tavuklu adana kebap da vardı. Ancak içecekler bedava değildi, isteyen bardan ayrıca para ödeyerek kendi içkisini aldı.


İşin magazin kısmı bir yana, bu toplantının esas maksatlarından biri, New York’ta finans sektöründe çalışan yüksek eğitimli insanların birbirleriyle tanışmasını sağlamak. Biliyorsunuz bu kent çok rekabetçi ve zor, dolayısıyla böyle bir yerde herkes için kişisel ilişkiler kurmak çok önemli. İşte bu grup, Türkiye kökenli üyeleri arasında bir dayanışma zinciri kuruyor ve bu zincire yeni üyeler katmak istiyor, yani çok hayırlı bir iş yapıyor.


Ben de toplantı sırasında pek çok insanla tanışma imkânı buldum. Hepsi de mesleklerinde iyi noktalara gelme başarısı göstermişler. Avukat Robert Zara ve Natixis adlı şirket için çalışan Abdullah Karatash bu isimlerden sadece ikisi. Hatta Abdullah çok resmî olmayan kısa bir konuşma yaparak, son ekonomik krizi değerlendirdi. Krizle başlayan yavaşlamanın önümüzdeki aylarda yoğunlaşarak devam edeceğini ve etkisinin dört beş yıl süreceğini belirten Abdullah, 1987 krizini örnek vererek, ekonominin konjonktürel doğasına dikkat çekti ve yavaşlama sonrasında Amerikan ekonomisinin daha da güçleneceği saptamasını yaptı.


Abdullah’ın yanı sıra grubun bir başka etkin üyesi Serdar Kaya da bir konuşma yaptı.


Davetlilerle yaptığım sohbetlerde ilginç şeyler de öğrendim. Örneğin Goldman Sachs adlı şirkette çalışan Esra Ünlüaslan, dikkatimi ilginç bir noktaya çekti. Işıl ışıl bir genç kız olan Esra’nın söylediğine göre 2006 yılında kurulan bu organizasyon, klasik otoriter yönetim yapısına sahip değil, bu nedenle grubun tek bir lideri yok. Ne güzel değil mi? Finansçılara da böyle örnek bir örgütlenme yapısı yakışır zaten.


2006 yılında kurulan bu genç organizasyon hızla büyüyor. Şimdiden İstanbul, Londra, Washinton DC ve Chicago’da da örgütlenmeyi başarmışlar.


Bu arada, toplantı sırasında tanıştığım pek çok insan, Taraf’ın bağımsız ve cesur gazetecilik politikasını takdirle karşıladıklarını ifade ettiler.

edit post

Comments

0 Response to 'Dijital muhalefet'