28.06.2009 - Taraf Gazetesi

Buralarda iki haftadır sürekli yağmur yağıyor. Ne ıslak bir yaz Allahım. Neyse ben yağmur mağmur dinlemedim. Bu kez de üşenmedim ve yollara düştüm. Gide gide New York’un kuzeyine denk düşen Carmel diye bir yere vardım... Boston’dan arkadaşım Tracy ile orada buluştuk. Önce annesine gittik. Kendisi emekli öğretmen, Bronx’taki hayvanat bahçesinde yaşayan gorillerin bakımına gönüllü olarak yardımcı oluyor, 71 yaşında, son derece dinç, bakımlı ve hoş bir kadın. Dört aydır çıktığı sevgilisi kendisinden dokuz yaş küçük. Tracy’nin anlattığına göre bir defasında arabada giderlerken dayanamamışlar ve yolun kenarına çekip sevişmişler. “Aman Tracy ne var bunda, iyi etmişler darısı senin başına” dedim.

O gece annede kaldık. Ertesi gün arabayla 10 dakika uzaklıkta olan ve yine kırlık bir bölgede yer alan Tracy’nin matbaacı abisi Greg’in evine gittik. Evin altı yaşındaki oğlu Steward’ın doğum günü partisi vardı. Bahçede çocuklarıyla gelen anne babalar için mangal yapıldı. Çocuklar bizim yediklerimizi yemedi tabii, pizza yediler, karınları doyunca da Pinata sopalamaya başladılar. Pinata dışı renkli gramofon kâğıtlarıyla kaplı eşek şeklinde (at, yıldız, çocuk gibi başka şekillerde de olabiliyor), bir tür oyuncak. Bu oyuncak bir ipe bağlandı ve ağacın dalına asıldı. Çocuklar ellerindeki sopalarla habire eşeğe vuruyorlardı. Karton eşek dayanamadı ve en sonunda parçalandı. İçinde saklı olan bütün şekerler (bazılarından küçük oyuncaklar da çıkabiliyor) çimlerin üzerine saçıldı. Çocuklar bağıra çağıra şekerleri kapışmaya başladılar...

Burada adettendir, biri evinize ilk defa gelmişse, ona evi gezdirirsiniz. Tracy’nin abisi de bana evi gezdirdi. Eski bir okul binasını restore etmişler, bir kısmını ev bir kısmını da matbaa yeri olarak kullanıyorlar. Hepsinin kapıları açık duran üç odadan sonra, kapısı kapalı olan dördüncü odaya izin isteyerek girdik. İçeride bana ters ters bakan bir kız vardı. Evin kızı Christine bu, daha ortaokul öğrencisi. Odanın duvarlarında bir sürü posterler asılı: şarkıcılar, oyuncular... Çoğunu tanımıyorum bile, ancak onların arasında benim kuşağımın yıldızı olan bir isim vardı: Michael Jackson. Beyaz ceketi ve uzun kıvırcık saçlarıyla kol dirseğinin üzerine uzanmış, bana bakıyordu. Billie Jean albümünün kapak resmiydi bu, hatırlıyorum. Aynısı 15 yaşında bir lise öğrencisiyken benim odamın duvarını da süslüyordu. Onun yanında kirpi saçlı Limahl, altta Çingene kızı gibi giyinen Madonna, öte tarafta makyajıyla bana hep geyşaları anımsatan Boy George, biraz ileride ise Duran Duran grubu... Bütün bu yüzler, Ankara’daki bir apartman katında yer alan o daracık odamdaki yalnızlığımı unutmamı sağlıyor, beni o zamanlar tam tarif edemediğim rahatlatıcı bir özgürlük âlemine taşıyan sihirli köprü işlevi görüyordu.

1856 yılında yayınlanan Madame Bovary romanının sinemadaki Vincente Minnelli uyarlamasını izleyenler bilir. Filmde (bu filmi sinema kardeşim Okan Arpaç çok severdi), Madame Bovary (Emma) daha genç bir kadınken, taşradaki sıkıcı yaşamını, benzer şekilde atmaya çalışıyordu: oda duvarlarını süsleyen ünlü posterler, kartpostallar, dergi kapakları ve okuduğu kitaplardaki kahramanlar aracılığıyla yapıyordu bunu. Bovary de benimle aynı yıllarda genç olmuş olsaydı, onun da oda duvarlarında bir Jackson posteri olacaktı büyük bir ihtimalle.

Bugün nasıl ki Ayasofya’nın iç duvarlarındaki ikonlar, koca gözleriyle ziyaretçilere bakıyor ve içlerinden bazılarını kendi mistik dünyalarına çekerek, ruhani bir dinginlik sağlıyorlarsa, gençler için de ünlü isimler benzer bir etkiye sahip. Bu anlamda Michael Jackson gibi isimlere pop ikonu denilmesi boşuna değil. Jackson, sesiyle, müziğiyle, dansıyla, şarkı sözleriyle, hayranlarını tıpkı bir ikon gibi etki alanına çekerken, bir yandan da onların içindeki duygusal ve fiziksel taşkınlığı bir şekilde emiyor, böylece onları rahatlatıyor.

İşte bu nedenle, şarkıcılar, oyuncular ve sporcular gençlerin yaşamında çok önemli. Gençler, kendi yaşamlarının, yetişkinlerin beklentileri ve direktifleriyle doldurulmuş, boğucu bir çuval olduğunu düşünebilirler, bu durumda nefes almanın en kestirme yolu pop ikonları oluyor. Bu benim zamanımda da böyleydi, Madame Bovary zamanında da böyleydi , Tracy’nin yeğeni Christina zamanında da böyle...

Ayrıca gençler, arzu ettikleri şeylere sahip oldukları için Michael Jackson gibi pop ikonlarına tapınıyorlar. Çünkü Michael ne komşunun efendi oğlu gibi oturup kalkıyor, ne maço abiler gibi dans ediyor, ne de kasıntı amcaoğlu gibi giyiniyordu. Bu anlamda Michael, yetişkinlerin gündelik hayat konusunda neredeyse ebedileşmiş standartlarına tekmeyi indiriyordu. Zaman zaman kendini korumak için onlardan biri gibi gözükse de, o kimseye benzeyerek kendini varetmeye çalışmamış, aksine kendi kendinin yaratıcı olmuştu.

Pek çok insan, bütün o estetik ameliyatlarını ve renk değiştirme girişimlerini ortaya koyarak, Michael’ı çok fazla ileri gitmekle suçlayabilir. Bana göreyse ondaki bu ileri gitme durumu, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’daki bilimadamının, keşfetme ve deneme konusundaki cesur ve tutkulu merakına benzetilebilir. Arada büyük bir fark var tabii: O filmdeki Dr. Jekyll, Mr. Hyde’a dönüşüyor ve başkalarına zarar veriyordu. Michael’ın ise kime kimseye bir zararı olmadı.
edit post

Comments

0 Response to 'Madame Bovary’nin odasındaki Jackson posteri'