14.06.2009  - Taraf Gazetesi

Kendisi inançlı bir Musevi olan arkadaşım David ile Hudson nehri kıyısında yürüyor, bir yandan da kosher (Musevi usullerine göre hazırlanmış yiyecek) sandviçlerimizi yiyoruz. Hava çok sıcak, üstelik de nemli, ben etraftaki pek çok insan gibi üzerimdeki tişörtümü çıkarıyorum. İşte şimdi daha rahatım.

David az ilerideki The Perry Street Towers adlı iki cam binayı işaret ediyor ve soruyor: “Şu her tarafı camlarla kaplı olan şeffaf binalardan birinde yaşamak ister miydin Hidir?” Bu soru üzerine binalara daha bir dikkatle bakıyorum. Pek çok dairenin perdeleri bile çekilmemiş. İçerisi olduğu gibi görünüyor. “Elbette” diye cevaplıyorum David’i.

Bu iki bina, Hudson nehrinin Atlantik’e açılan ağız kısmına yakın inşa edildiği için, daireler hem nehir, hem de okyanus manzaralı...

Bu kez aynı soruyu ben David’e yöneltiyorum. “Peki, sen orada yaşamak ister miydin?” “Evet” diye yanıtlıyor beni David ve devam ediyor: “Calvin Klein ve Nicole Kidman’a kim komşu olmak istemez ki?” Bir söylentiye göre modacı Klein, bu binalardan birinin en üstteki dupleks dairesini sekiz milyon dolara, yani piyasa değerini altında bir fiyata satın almış. Müteahhitler bunu özellikle yapmışlar ki Klein sayesinde binaya zengin müşteri çekebilsinler... Nitekim daha sonra Nicole Kidman gelmiş ve hemen bir alt daireyi altı milyon dolara satın almış. Binada şimdi X-Man filmindeki Hugh Jackman de dahil pek çok ünlü yaşıyor.

Zenginlerin malı çenemizi yorunca öylece susmuşuz: David sessiz, ben sessiz, yürüyoruz. Çocukluğumun evini düşündüm yürürken. Benimle neredeyse aynı yaşta olan geniş ama küçük pencereli bir evdi. Üstelik bu ev, bir insan boyu yüksekliğinde olan avlu duvarlarıyla çevriliydi. Bu duvarlar, geride bıraktığımız o cam binanın aksine, aile içinde olanı biteni dışarıdaki gözlerden saklamayı amaçlayan bir mahremiyet kalkanıydı aslında. Yıllar önce Mardin’i ziyaret ettiğimde gördüm ki orada yüzlerce yıl önce inşa edilmiş evlerin avlu duvarları çok daha yüksek. Yani tarihten geriye gittikçe, özel yaşamı, diğerinin bakışlarından ve yargılayıcı yorumlarından ayırmak için inşa edilen duvarların yüksekliği artıyor, buna paralel olarak da karşınıza daha kapalı toplumlar ve daha otoriter yönetimler çıkıyor.

Deborah Ascher Barnstone
’un Şeffaf Devlet adlı kitabı da yukarıdaki kanıyı destekler nitelikte. Yazar, Alman Parlamento binası Bundestag’ın, siyasi iktidarların ideolojisine göre, mimari olarak nasıl değiştirildiğini ortaya koyuyor: Yönetim demokratikleştikçe bina şeffaflaşıyor. Aynı şey bizim Meclis binası için de geçerli. Tek parti yönetiminin hâkim olduğu 1938 yılında, projesi çizilen Meclis binası, Hitler Almanyası’nda inşa edilmiş olan faşist mimari örnekleriyle rahatlıkla aynı kategoriye konabilir.

1900’lü yılar mahremiyet ve şeffaflık kavramalarında çok büyük değişimlere yol açmıştı. Krallıkların yıkıldığı ve nispeten daha şeffaf olan parlamenter rejimlerin doğduğu bir dönemdi bu dönem. Yaşanan dönüşüm, bireyin önemini arttırdığı gibi, mimaride de yeni akımları berberinde getirdi. Belçikalı mimar Emile Fourcault, bina yüzeylerinde düz cam plakalar kullanılması fikrini bu dönemde geliştirdi. Bugün onun açtığı yoldan gidenler, Chicago’daki Sears Tower, Kuala Lumpur’daki Cesar Pelli Towers ve Boston’daki Hancock Tower’ı kurdular. Aslında, günümüzde şeffaflık ve mahremiyet kavramlarının geldiği durumu anlamanın en doğru yolu internet dünyasına bakmak. Her yaştan insan, sosyal çevre yapma siteleri olarak adlandırılan facebook ve myspace’te arkadaş ediniyor, farklı konularda fikirlerini dile getiriyor, beğendikleri müzik, video, aile ve arkadaş resimlerini birbirleriyle paylaşıyorlar. Bu gelişme, otoriter devlet- mağdur toplum paradigmasına göre düşünmeye alışmış bazı entelektüelleri rahatsız ediyor. Onlara göre facebook’taki insanlar, kendi kendilerinin gönüllü ihbarcılığını yaparak, özel hayatlarına ait bütün bilgileri deşifre ediyorlar. Oysa burada kaçırılan bir nokta var: Sıradan insanlar artık sadece etki altında kalmak değil, etkilemek de istiyorlar. Teknoloji çok gelişti. Bu nedenle insanları etkilemek ne entelektüellerin, ne de sadece büyük gazetelerin tekelinde... Sıradan insanlar youtube’a koydukları videolarla binlerce izleyiciye ulaşabilirler. İkinci nokta ise şu: Yeni kuşaklar kendileriyle daha barışıklar, dolayısıyla başkalarının onlarla ilgili yargılayıcı düşüncelerinden korkarak kendilerini saklamaya kalkmıyorlar. Bu nedenle mahremiyetin kilidini kolayca kırıp şeffaflığın rahatlığında buluşuyorlar.
edit post

Comments

0 Response to 'Mahremiyetin ölümü internetin elinden olacak'