18.10.2009- Taraf Gazetesi

Nasıl açım nasıl açım bilemezsiniz, açlıktan sizi bile yiyebilirim... Türkiye’ye gitme heyecanıyla epeydir iştahtan kesilmiştim. Ama nedense bugün iştahım yerinde... Aaaa.. garsonlar önümüze ısıtılmış boş tabaklar bırakıp gittiler. Tabakların içine baharatla çırpılmış zeytinyağı damlatılmış, o kadar. Ne yapmamız bekleniyor bilemiyorum, belki de tereyağıyla birlikte sofraya gelen ev yapımı ekmeği zeytinyağına bandırmalıyız... Yok yok öyle değilmiş, garsonlar hemen ardından ellerinde kahve fincanlarıyla geri geldiler, fincanların içinde sıcak çorba vardı, tabaklara döküp gittiler. Küçük bir show gibiydi her şey. Off! kabak çorbası çok lezzetliymiş... Sonra ızgarada pişirilmiş kırmızı et ve yanında üzerinde kavrulmuş mısır taneleri olan patates püresi geldi, ardından da inanılmaz güzel çikolatalı bir tatlı... Bu güzel yemeği Hoboken’deki Amandas adlı bir Fransız lokantasında yedik. Masada benimle birlikte işadamı Mehmet Deliceoğlu ve kız kardeşi Necile Hanım da bulunuyordu. Necile Hanım garsonların servis adaplarını çok beğendi: “İnsanı sıkboğaz etmiyorlar, hiç hissettirmeden uzaktan gözlemliyor ve ihtiyaç olduğunda gelip kibarca müdahale ediyorlar” diyor. Necile Deliceoğlu İstanbul’dan buraya, New York’u ziyarete gelmiş. Çok zeki ve çalışkan bir insan, inanılmaz güzel bir projenin de yaratıcısı ve uygulayıcısı. Kendisi İstanbul’un Cihangir semtinde oturuyor, bu semte de âşık. Semtin geçirdiği olumlu dönüşümde onun büyük payı var. Şimdiki amacı ise başka ülkelerde Cihangir’le benzer karaktere sahip kardeş semtler bulmak. Hatta bir kardeş edinmişler bile: Almanya’nın Berlin kentindeki Mitte. Necile Hanım her iki semtte yaşayan sanatçıların ortak üretim yapmaları ve ortak sergiler açmaları konusunda önemli çabalar gösteriyor. Yeni hedefi ise New York’tan kardeş bir semt bulabilmek. Benim aklıma hemen East Village, Greenwich Village, Park Slope ve Brooklyn Heights geldi. Tabii Semih Fırıncıoğlu’na da sormak lazım, O daha iyi bilir...

Bu yemekten bir kaç gün sonra Türkiye’ye geldim. Yazar menajerliği yapan Sayım Çınar’la epey bir zaman harcadık. Her beş dakikada bir “bak Hıdırcım yazılarını çabuk derle, kitap yapacağız” diyerek beni biraz bunalıma soktu. Sadece o da değil, çok para harcıyor, pahalı yerlere gidiyor ve kısa mesafeler için bile taksi tutuyor. Sayım yüzünden tatil bütçem daha ikinci gününde suyunu çekti. Galiba bir dahaki gelişimde onunla görüşmeyeceğim. Ancak hakkını yememek lazım, beni götürdüğü Elit Otel’in saunasını çok beğendim, Samatya’daki Günbilir balık lokantası da öyle. Ermeni ustaların tarifine göre hazırlanan topik adlı bir mezeleri var ki ne zaman acıksam aklıma geliyor. Bu lokantaya Hoboken’deki Fransız lokantasına ödediğimizden çok daha fazla hesap ödedik. Sayım’a göreyse Çiçek Pasajı’ndaki lokantalarla kıyaslandığında burada fiyatlar yarı yarıya daha ucuz, yemekler de daha iyi... Ne bileyim, sadece bu değil, İstanbul bana biraz pahalı geldi...

İstanbul’daki masraflı iki günden sonra Elazığ’a anne ve babamı görmeye gittim. Benim için bir çeşit çocukluğuma yolculuk gibiydi bu seyahat. Ayağımda plastik terliklerim, üzerimde şortum ve eski tişörtümle köydeki evimize gittim. Beni tanımayan bazı köylüler, “Mehmet Ağa’nın Amerika’dan gelen oğlu bu muymuş” diye küçümsediler. Olsun desinler, ben yine de hepsine yanaştım, büyüklerin ellerinden öptüm küçük çocuklar ve gençlerle tokalaşıp sohbet ettim. Annemi görmeyeli 10 ay olmuş, yaşlanmış, eskiden ne kadar güçlü ne kadar heybetli ne kadar güzel bir Kürt kadınıydı bilemezsiniz. Babamın da kulakları eskisi gibi duymuyor artık... Gitmişken Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu ile de görüştüm. Ona KEBANVEGAS projemi anlatmaya çalıştım. Ardından Ramazan bayramlarında çocuk başına gidip yemek yediğim Hozat garajındaki Merkez Lokantası’na gittim, döneri hâlâ nefis. Bu şehrin özellikle dondurması çok güzel. Türkiye’nin en iyi vişneli dondurmasının burada yapıldığını iddia ediyorum. Memurlar için ideal bir kent Elazığ, sakin, temiz, güzel ve ucuz... Akşam köye geri dönerken tadına doyulmaz bir çiğköfte dürüm yedim, yanında da ayran. 2 buçuk milyon tuttu. Yine çocukken babamla gittiğimiz ve toptan kuru gıda satın aldığımız Bugday Ambarı’na uğradım. Oradaki toptancılardan biri olan Solmazlar Gıda’nın sahibi İbrahim’le uzun uzun sohbet ettik.

İstanbul’a dönmek için köyden ayrılırken anneme sıkı sıkı sarıldım, ağlamaya başladı, tutuldum kaldım, sonra annemi öylece bıraktım ve havaalanına gitmek için hızla evden ayrıldım. Uçağın camından Elazığ ovasının ışıklarına bakarken gözlerimi kapadım, uyumaya çalıştım.
edit post

Comments

0 Response to 'New York-Elazığ hattı'