08.11.2009 Taraf Gazetesi




Üç gündür evde hapis gibiydim, dışarı çıkamadım, çünkü hastaydım, ateşim vardı, halsizdim, ve öksürüyordum... Hatta bir ara domuz gribi olduğumu düşündüm ve “annecim, ya şuracıkta ölüverirsem” diye çok korktum. Nihayet bugün (cumartesi sabahı) kendimi iyi hissetmeye başladım.Allah’ım bu gribi (ya da soğuk algınlığını) ben nereden ve nasıl kaptım?Aklıma bir metro istasyonu sahnesi geliyor: Geçen hafta cumartesi günüydü, akşamın sekiz buçuğu falan. O istasyonu hiç bir zaman bu kadar kalabalık görmemiştim. Adım mı atıyordum birilerinin topuğunu mu tekmeliyordum, belli değildi. İnsanların nefesini yüzümde hissediyordum. Alışık değildim bu tür bir kalabalığa, metronun çıkışına varmak hayli zaman almıştı... O gün Halloween bayramıydı [cadılar bayramı], o yüzdendi bu keşmekeş... Gribi o kalabalıktan mı kaptım acaba? Yoksa... 

Yoksa başka bir yerden mi?
 Aklıma başka bir sahne daha geliyor. Halloween gününün sabahı saat 10 gibi Hoboken sokaklarında geziniyordum. İnce giymiştim (ince giymemeliydim), hava sıcak gibiydi ama soğuk bir rüzgâr esiyordu. Anneler ve babalar çocuklarına, bebeklerine hatta köpeklerine çeşitli kostümler giydirmiş, aşağıdan yukarıya yukarıdan aşağıya dolaşıyorlardı. Tabii anne babalar da kostüm giymişlerdi. Bugünün özelliği bu, insanlar inanılmaz yaratıcı kostümler giyiniyorlar. Kimileri kostümlerini günler öncesinden hazırlıyor, sadece kuru kuruya kostüm de değil, onu tamamlayacak korkutucu ifadeler yaratan makyajlar da yapıyorlar. Kimileri ise benim gibi son anda bir dükkâna girip, kendine hazır bir kostüm seçiyor. Amacım ürolog doktor önlüğü almaktı. Fiyatı 25 dolardı ama dükkâna girdiğimde kasaların önünde uzun kuyruklar vardı, beklemek istemedim ve ayrıldım. Akşam 5.00 gibi yine aynı mağazaya gitmek için evden çıktım, yolu yarılamışken yağmur yağdı, hazırlıksızdım, ıslandım (ıslanmamalıydım; soğuğu o zaman da kapmış olabilirim). Ancak doktor önlüğü, tükenmişti. Ben de kendime kollara takılan ve sanki kolunuzda çiçekli böcekli dövme varmış gibi gösteren bir şey aldım. Ayağı kesilmiş kadın çorabını andıran bu elastik kumaş parçası için beş dolar ödedim. Aslında gözüm örümcek adam kostümündeydi ama 65 dolardı, tahmin edeceğiniz gibi paraya kıyamadım.

Metro sahnesine geri döneyim. Sonunda oflaya puflaya yeraltından yeryüzüne yani Christopher sokağına çıkabildim. Kollarımdaki sahte dövmelerimi göstereceğim diye o soğuk havada tişörtle yürüyordum (Kalleş soğuk, vücuduma o sırada iyice yerleşmiş olmalıydı).

Sokaktaki herkes bakmaya değerdi... Çünkü üzerlerinde inanılmaz şaşırtıcı kostümler vardı. Bir ara hafiften yağmur da yağdı (yine ıslandım, yine soğudum). Buna rağmen sokaklar ana baba günüydü. 6. Cadde üzerinde geleneksel Halloween yürüyüşü vardı. Akla hayale gelmeyen kıyafetler giymiş insanlar organize bir şekilde sokakta yürüyor, etraftaki turistler ve New Yorklular da onları izlemek için ciddi bir kalabalık oluşturuyorlar... Ben o kalabalığa girmek istemedim. Nasıl olsa ilginç kıyafetli insanlar her yerdeydi. Neşeli neşeli 8. Cadde üzerinden yukarıya doğru yürüdüm. Böyle bir bayramdan haberi olmayan birini bu sokağa koyun, kendini gündüz rüyası görüyor sanır. X-Menler, Süpermenler, kırmızı şapkalı kızlar, eli kılıçlı şövalyeler, hemşireler, elinde minyatür köpeğiyle Paris Hiltonlar, inşaat işçileri, kovboylar, John Lennonlar, hayaletler... Yani geçmişteki, masallardaki, filmlerdeki, çizgi romanlardaki, eğlence dünyasındaki, gündelik hayattaki, ölmüşler ve yaşayanlar arasındaki her figür, bugün şehre inmiş gibiydi. Bazıları birilerini taklit etmek yerine, kendileri bir şeyler yaratmışlardı. Örneğin beş arkadaştan oluşan domuz grubu çocukları... Bu beş arkadaş, üzerlerine ameliyata alınan hasta önlükleri giymişler, içlerinde pembe domuz kostümü, pembe ponpon kuyruk, ayaklarında pembe ponponlu terlikler, tepelerinde iki kulak, burunlarında plastik domuz burnu, yüzlerinde hasta ifadesi veren bir makyaj... Yaratıcılıkta sınır yok anlayacağınız.

Bu arada her yerde olduğu gibi Manhattan’daki evlerin önünde de içi oyulmuş ve korkutucu bir görünüm verilmiş koca koca kabaklar var. Bazı ev sahipleri, kabağın sahicisini alıp saatlerce içini oymak yerine, plastiğini alıp oracığa koymuş, içlerinde de ışıklar yanıyor. Kabağın yanına saman balyaları veya kuru mısır koçanları koyanlar da var... Bazı evlerin pencerelerini ise yapay örümcek ağları, ürkütücü maskeler, ışıklar ve plastik mezar taşları gibi korku objeler süslüyor

Halloween eski bir İrlanda inanışından kaynağını alıyor. Yazın bittiği, kışın başladığı bu zamanlarda, öteki dünya ve bu dünya arasındaki sınırın inceldiğine ve kötü ruhların bu dünyaya indiğine inanılırmış. Halk, bu kötü ruhları korkutmak ve kaçırtmak için, korkutucu giysiler giyermiş. 40’lı ve 50’li yaşlardakiler için bu yaş dönemi, bu dünya ve öteki dünya arasındaki sınırın en çok inceldiği, ölümün hayata en çok sızdığı dönem. Kendimiz için demiyorum, çoğumuzun anne babası yaşlı ve bizler içimizde hep onları kaybetme korkusu taşıyoruz. Ancak ölümü kovmaya yarayacak hiç bir şey yok elimizde. Yakın zaman önce gazeteci arkadaşım Necla Bayraktar babasını kaybetmişti. Şimdi de arkadaşımCengiz Semercioğlu, babası Yusuf Semercioğlu’nu kaybetti. Cengiz’e ve bütün yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.


edit post

Comments

0 Response to 'Domuz gribi çocukları'