13.06.2010  - Taraf Gazetesi

Benim garip bir huyum var, eminim çok merak ediyorsunuzdur: açıklayayım: o huy şu: dakik değilim: bundan yola çıkıp da randevularıma geç gittiğimi düşünmeyin: tam aksine:randevularıma zamanında değil, geç de değil ama hep erken gidiyorum: O gün Abdullah’la (Karataş) buluşacağım: yine erkenciydim:::: Abdullah yanında arkadaşlarını da getirecek: o arkadaşlar kimdir: necidir hiç sormadım bile: beni ilgilendiren tek bir nokta var: buluşmanın gerçekleşeceği lokantada yiyeceğim yemekler: Abdullah oranın yemeklerini çok övmüştü: dolayısıyla o övülen yemekleri düşündükçe çok heyecanlanıyordum: hatta bakın şimdi bile heyecandan terlemeye başladım: bari şu ceketimi çıkarayım da rahatlayayım: garavatımı da gevşeteyimmmm: hah böyle daha iyi: aslında elimde olsa: kunduralarımı da çıkarır: öyle yürürdüm ama olmaz: bir gören olur::: Bu arada dikkat ettiniz mi: bu paragrafta ne çok noktayı üst üste koydum: bu benim yeni tikim: arada bir tutuyor:
Saat 7:00’ye geliyor, hava çok güzel, yukarıda güneş var, mavi gökyüzü var, her şey tam bir yaz günü dekoru gibi... Vaktim var ya, sağa sola bakıyor, iki ileri bir geri yürüyor, böylece zaman öldürüyorum. Ouuooo! şu ön tarafı boydan boya açık olan Diva adlı lokanta ne güzelmiş, içerden de güzel kokular geliyor, kartlarını alayım, belki başka bir zaman da buraya geliriz. Olamaz! Ben şu adamı tanıyorum, tamam hatırladım, New York Film Günleri’nin açılış kokteylinde tanışmıştık.. İsmi Naci Yangın ama o gün keyifsizdim, fazla konuşamamıştık, çünkü Burcu Kara adlı o soğuk bakışlı oyuncu kız beni çok sinirlendirmişti. Güzel güzel sohbet ederken, sorduğum soruya öyle bir cevap vermişti ki elimdeki sigaraböreğini onun sağ burun deliğine sokmak, geriye kalan uzun kürdanı da diş etlerine saplamak istemiştim. Neyse bu kötü hatıraları, içimdeki karanlık dehlize geri yolluyorum ve daha fazla bir şey hatırlamak istemiyorum. Şimdi, beye dönelim. Bey, beni içeri davet etti, sağolsun, ne iyi bir insan, “arkadaşlarımla buluşacağım” dedim, “içki içmeye gelirsiniz” dedi, sesimi çıkarmadan elimi sallayıp uzaklaştım.
İşte geldim, galiba, şurası olmalı, anacım ne bir tabela var, ne de kapısında numara yazılı, görünümü lokanta ama, öyleyse orasıdır. Bu arada ceketimi tekrar giyiyorum, ne olur ne olmaz, ne de olsa dünya sosyetesinin, George Clooney gibi Hollywood yıldızlarının, Rihanna gibi şarkıcıların, zengin işadamlarının, Kim Kardashian gibi ne iş yaptığı belli olmayan starlarıngeldiği bir mekâna giriyorum. Henüz 7’ye 15 var, buluşma saati 7:00, içeri giriyorum, müşterileri kapıda karşılayıp yer gösteren benim yaşlarımda biri var: “burası Cipriani mi” diye sordum, “evet” diyor, çok fazla şakacı ve çok fazla şovmen; yeter senle canım konuşmak istemiyor. Bara geçip oturdum, küçük bir yermiş, dekorasyonu çok sade, sıradan bir lokanta gibi, bar sandalyeleri de çok kötü, kıpırdatamıyorsunuz çünkü çok ağır, oturması zor, oturunca rahat değil. Kendime bir madensuyu söyledim, barmen kız İtalyan, zaten bu lokanta zincirinin kurucusu ve sahipleri de İtalyan. Oldukça ağır, güzel bir İtalyan aksanı olan barmen kız, bana iki litrelik bir madensuyu şişesi açtı. Küçüğü yok muydu dedim, yook dedi, işte şimdi bu kızdan hiç hoşlanmamıştım, elimi saçlarının arasına daldırıp bir yumak tüyle geri dönmek istiyordum, acaba bu şımarık kıza nasıl kan kusturabilirdim?
Cevabını  Allah kısmet ederse haftaya yazmayı planlıyorum. Ayrıca jet sosyetenin uğrak yeri olan bu mekânda dönen dolapları, içeriye alınmayan çağdaş maganda Türk milyarderlerini, sosyetenin değişen eğlence anlayışını ve o akşam çok güzel sohbet ettiğimiz Wall Street’in yetenekli iki genci, yani Doug ve Asmat’ı anlatacağım. Perdeyi kapatırken şunu söyleyeyim: Akşam yemeği sona erdiğinde kapıda beni markasını bilmediğim siyah: greyder gibi bir araba bekliyordu: evime götürmek için: Bu da Abdullah, Doug ve Asmat’ın bana sürpriziydi: Görüyorsunuz değil mi sevgili okurlar: eller kıymetimi nasıl da biliyor: sizinse bana hiçbir faydanız yok: aranızda para toplayıp benim için bir yazlık bile alamadınız, ama iş işten kesinlikle geçmiş değil: alacağınız denize manzaralı yazlığın penceresinden bakar: sırf siz okuyasınız diye yazılar yazarım artık: Neyse kaçmalıyım: yine tikim faaliyete geçti: baksanıza noktaları üst üste koymaya başladım:
TEK KELİMEYLE
Petrol çağının sonu mu
Amerika, BP şirketinin Meksika körfezindeki petrol sızıntısı nedeniyle, tarihinin en büyük  çevre felaketini yaşıyor. Aslında bu durum 70’lerde parlayan ve günümüzde savaşlara sebep olmakla suçlanan petrol enerjisinin imajını  iyice zedeledi. Her işte bir hayır vardır derler ya, öyle, bu gelişmeler, güneş ve rüzgâr enerjisine destek veren Obama yönetiminin önünü açmış olacak.
Ajda Hanım i-Pad’iniz hayırlı olsun
Doğan Müzik’in başarılı  yöneticisi Samsun Demir sevdiğim bir arkadaşım. Geçenlerde eşi Özden Hanım New York’taydı ve şiddetle iPad arıyordu; kendisi, eşi ve bir tane de Ajda Pekkan için. Ancak talep fazlası yüzünden mağazalarda yeterli iPad yoktu; ayrıca bir kişiye ikiden fazla iPad satılmıyordu, sonunda Ajda Hanım için iPad bulundu. Demek ki Ajda’nın başarı sırlarından biri teknolojiyi yakından takip etmekmiş. 
Gökdelen tepesinde arı  beslenir mi?
Geçen pazar günü Brooklyn Botanik Bahçesi’ni (Brooklyn Botanical Garden) dolaştım. Giriş  8 dolar, yani kapıda 20 dolar kesen New York Botanik Bahçesi’nden daha ucuz. Burası biraz daha çiçek ağırlıklı ve daha güzel, resimde elimde tuttuğum broşür ise parkın 100. kuruluş yıldönümü kapsamında yapılacak Arı Günü Partisi’nin broşürü. Bu partide, Manhattan gökdelenlerinin damında beslenen arıların balları da tadılacak.
Amerikalı  Kürtler, Vera’larını kaybetti
Vera B. Saeedpour’dan daha önce bu köşede bahsetmiştim, New York’ta yaşayan bir Kürt ressama âşık olmuş, onunla evlenmiş ve onu erken kaybetmenin acısını  unutmak için Brooklyn’de Kürtlere adadığı bir kütüphane-müze kurmuştu. Vera, geçtiğimiz ay sonunda 80 yaşında hayata veda etti. En son beş ay önce bol kahkahalı bir telefon konuşması yapmıştık kendisiyle, umarım Kürtler O’nun bıraktığı mirasa sahip çıkar.
edit post

Comments

0 Response to 'Cipriani’de felekten bir gece mi!'