06.07.2010 - Taraf Gazetesi

Binnaz Saktanber ve Kaan Nazlı şeker gibi iki genç; galiba yarı yaşımdalar, tam emin değilim. İkisinin de ekmeklerini kazandıkları iyi kötü bir işleri var, sabahtan akşama vakitlerini alan işlerinin yanı sıra, Moon and Stars Project adlı organizasyonun çatısı altında çeşitli kültür-sanat faaliyetleri düzenliyorlar. Benim gibi hazırcılar da gidip o etkinliklerde film izliyor, müzik dinliyor... Ancak her defasında, ikisi için de dua ediyorum, çünkü ben çok iyi bir insanım.
Efendim, Moon and Stars Project’in en son etkinliği, geçtiğimiz ay Hrant Dink anısına New York’ta gerçekleştirilen konserdi. Konsere, ünlü Ermeni müzisyen Arto Tunçboyacıyan ve Rock müzisyeni Yaşar Kurt katıldı. Konserden bir kaç gün sonra Kaan ve Nazlı beni Arto ile buluşturdular, Ancak Arto ile konuşmam Türkân’ı biraz hayalkırıklığına uğrattı, çünkü müzik dışında her konudan konuştuk. Ne yapayım, yok şekerim şu akımdan etkilendin mi, yok bu müzisyenleri sever misin, beste yaparken ayaklarını leğendeki sıcak suya koyup tespih çektiğin oluyor mu, dolunaya bakmak sana nasıl ilham verir türünden sorular sormak istemiyorum.
Arto da benim kafamda, avangard folk olarak tanımlanan kendi müziği üzerine konuşmaktan çok hoşlanmıyor, ikimiz de onun müziğini analiz etmeyi müzik yazarlarına bırakıyoruz. O da ben de Amerika’da göçmeniz, dolayısıyla Arto’nun hayat macerası daha çok ilgimi çekiyor.
Arto İstanbul Florya’da, o zamanlar fakir bir köyü andıran bir mahallede doğmuş. Çok eski olan evlerinin damı akıyor, kışın camından soğuk giriyormuş. Dedeleri neneleri Anadolu’dan göçüp gelmişler. Babası Çorumlu, annesi Sivaslı, iki taraf da Ermeni. Çocukken hem okula gidiyor hem de çalışıyormuş Arto; su satmış, ayakkabı boyamış, eve dönerken, tıpkı babasının yaptığı gibi, tıpkı bir erkek gibi fileyi erzakla doldurup gururla annesine veriyormuş, daha çeşitli yemekler yapabilsin diye... Bir süre sonra okuldan kopmuş, belki de soğumuş o da tam bilmiyor. “Orada biz Ermenilerin ne kadar kötü olduğu öğretiliyordu” diyor. Küçük bir çocuk için üstesinden gelinmesi zor bir travma aslında. Arto sonraları Allah ne verdiyse, marangozluk, kuyumculuk her işi denemiş. O sırada ud çalan abisi Onno, ünlü sanatçılarla çalışıyormuş. Arto bir gün tesadüfen sahnede darbuka çalmış ve kaderi abisiyle aynı yöne kaymış, müzisyen olmuş.
“Peki, sen Türkiye’yi neden terk ettin Arto” diye soruyorum. “İnsanı kendi toprağında yabancı gibi hissettiriyorlardı, askerdeyken gayrı Müslimler öne çıksın diyorlar mesela, korkuyorduk, annem sonraları Amerika’daki evimde bile siyaset konuştuğumuzda pencereleri kapatıyordu. Türkiye’de milliyetçilik ile ırkçılık birbirine karıştırılıyordu o zamanlar, bir dekibar ırkçılar var, Cumhuriyet gazetesi gibi. İşte bütün bunlardan rahatsız olan ben biraz da kendimden kaçmış oldum, çünkü düşündüğümü direkt söyleyen biriydim, abim Onno Tunç’a ise duygularını müzikle ifade etmek yetiyordu. “Ermeni olduğun anlaşılmasın diye ismini değiştirmeyi düşündün mü” diye soruyorum, “İsim insanın haysiyetidir, haysiyetimle oynayamazdım” diyor ve ekliyor: “Adım Arto değil de Mehmet olsaydı belki de farklı bir Türkiye çıkacaktı karşıma.”
Buralara bir Amerikalı ile evlenerek gelmiş Arto, İngilizceyi de iyi bilmiyormuş. Önce Florida sonra New York... işyerlerini gezip saati 10 dolara (iyi paraymış valla) sandviç satmış, sonra sokakta darbuka çalmış ardından kulüplerde iş bulmuş ve bir de bakmış ki müzisyenlikle geçimini yapabiliyor. Böylece Amerika’daki müzik kariyeri de başlamış. Şimdi ise dünya çapında bilinen bir müzisyen. “Geçmişe baktığında en çok neyi özlüyorsun?” deyince cevabı şu oluyor, “Türkiye’deki hayatımı özlüyorum, özlediğim her şey orada, doğduğum topraklarda, abim Onno’yu (Tunç) özlüyorum, benim en iyi arkadaşımdı 1996’da kaybettik. Onunla her şeyi konuşabiliyordum, içimi döktüğümde söylediklerimi bir gün aleyhime kullanmayacağından emindim, bana gerçekten yardım etmek istediğini, korumak istediğini biliyordum, ona çok güveniyordum.”
TEK KELİMEYLE
Montreal Jazz Festivali yaklaşıyor
En saygın müzik etkinliklerinden olan Montreal Jazz Festivali bu ayın 25’inde başlıyor. Dünyanın dört bir yanından Montreal’e akın edecek insanlar. Temmuz’un 6’sına kadar hem seçkin müzisyenleri izleme, hem de güzel havadan istifade ile Montreal’i görme şansı bulacaklar. Ben de oradayım, Lionel Richie’nin Casandra Wilson’la vereceği konseri ve Arap ezgilerini Jazz’a uyarlayan İbrahim Maalouf’u merak ediyorum.
Türkiye tek ayaklı  bir köprü değil artık
The American Conservative adlı yayında, Daniel Larison imzasıyla çıkan makalede, Türkiye ile ilgili ilginç bir değerlendirmede bulunuldu. Özetle şöyle: “Batılılar Türkiye’nin köprü olduğunu söyleyip duruyorlar ama bu köprünün iki ayaklı olabileceğini, bölünmüş iki kesimi birleştirmesi gerektiğini unutuyorlar. Artık her şey değişti. Türkiye iki ayaklı bir köprü şimdi, bir ayağı Batı’daysa diğer ayağı Yakın Doğu ülkelerinde.
THY’nin işlevsiz internet sitesi
Türkiye ye geliyorum, New York-Montreal-Paris-İstanbul biletlerim tamam, iç hat biletlerimi ise alamadım. Güvendiğim için Türk Hava Yolları’nın internet sitesine girip, İstanbul-Elazığ-Ankara-İstanbul biletimi almaya çalıştım, olmadı; program işlemiyor. Sitenin bunun gibi tonla problemi var, THY’cilere kendi sitelerini arada bir test etmelerini, reklama döktükleri parayı biraz da altyapıya harcamalarını öneriyorum. 
Sigaracılarla New York’un kavgası
Aralarında Philip Morris’in de bulunduğu önde gelen sigara firmaları, New York kenti yönetimini dava ettiler; nedeni ise şehir yönetiminin, sigara satan yerlere sigara karşıtı ilanlar asma zorunluluğu koyması. Bu ilanlarda sigaranın beyne, ciğerlere ve dişlere ne kadar büyük zararlar verdiği apaçık resimlerle izah ediliyor. Sigara şirketlerine göre ise ilanlar sigara satıcılarının işlerine köstek oluyor.
edit post

Comments

0 Response to 'Kardeşim Onno en yakın arkadaşımdı'