27.06.2010  - Taraf Gazetesi

Buranın Mega Million adlı ünlü bir lotosu var, çekilişler cuma ve salı günleri yapılıyor, bendeniz kafayı bu lotoya taktım, haftada iki gün oynuyorum. Eskiden oynuyor ama sonucuna bakmıyordum. Bir gün kendimi azarladım, “Müsriflik yapma Hıdırcım, para saydığın lotoların sonuçlarına bak” dedim. Kendi azarım bana iyi geldi, şimdi sonuçlara bakıyorum ama bu kez de bir şey çıktığı yok. Geçenlerde ikramiye 26 milyon dolardı (bazen 200’e falan vuruyor). Perşembe günü işten dönerken her zaman lotomu aldığım bakkala girdim, ikramiye bana çıkmış mı öğrenmek için... Daracık yıkık dökük bir bakkal dükkânı burası, Faslı iki ortak çalıştırıyor. Birkaç hafta evvel şu köşeye, ekranı uzaylı yaratık ET’ye benzeyen bir makine koydular, artık orada lotonun barkodunu okutturup, sonucu öğrenmek kolay. Ancak münasebetsiz makine ekranında yine, “Üzgünüm kazanamadınız” yazısını gösterdi. Hışımlanmıştım, hatta hışmımdan etrafı rahatsız etmeyecek ölçüde tepinmeye başladım, sonra iki dolarlık daha oynadım ve çıktım.
Yürürken, Liza Minnelli’nin Cabaret müzikalindeki “Maybe this time” (Belki bu defa) şarkısını mırıldanmaya başladım.. “Belki bu defa şans bana gülecek... Belki bu defa ve ilk defa... Kaybeden olmayacağım... Herkes kazananı seviyor, kimse beni sevmiyor... Olmalı, belki bir gün...”
Şurada bir şarapçı var; hışımla içeri dalıp 12 dolara bir beyaz şarap aldım. Allahım sen beni affet bu akşam içeceğim. Sonra hışımla evin yolunu tuttum. Beni esir eden hışmım yüzünden iştahım kaçmıştı, boğazıma tek lokma koymadan, şarabın mantarını hışımla açtım, sonra buzluğun kapısını da hışımla açıp, hışımla kapattım. Buzluktan çıkardığım küçük plastik torbanın içinde donmuş halde olan kırmızı üzüm tanecikleri, dilimlenmiş portakal kabuğu ve çilek parçacıkları vardı, torbadakilerin yarısını hışımla şarap bardağının dibine boşalttım, üzerine şarabı döktüm, bu içkinin adı Hışım Sütü, tümüyle benim tasarımım. Hışmımın şerefine içiyorum, ohh, belki hışmım geçer. Hışım Sütü’m başımı döndürmüştü, koltuğa yayıldım, hararet bastı, gömleğimi hışımla çıkarıp bir tarafa fırlattım, televizyonun üzerine gitti, pantolonumu hışımla çıkarıp öteki tarafa fırlattım, o da duvardaki büyük tablonun köşesine tutundu. Sıra çoraplarıma gelmişti, aaa, biri başka biri başka... Yok, ne ben yanlış görüyorum ne de siz yanlış okuyorsunuz. Allah sizi inandırsın 100’ün üzerinde çorabım var ve bunların sadece 15 tanesinin teki var, diğerleri yalnız. 15’i kirlenince başlıyorum kalanları birbiriyle eşleştirip giymeye...
Anlamadığım şey bu çorapların teki nereye gidiyor? Sağa sola soruyorum, “Size de oluyor mu” diye, evet oluyormuş. Jonathan dedi ki “Çorapları kurutma makinesinde kuruturken diğer giysilerin içine yapışıyor, sen kaybolduğunu sanıyorsun ama aslında onlar evde bir yerlerde, belki ceketinin kolunda, belki pantolonunun cebinde”... Batıl inançları çok sağlam olan Dan, “Yıkama makinesi çorapları döndürürken, çoraplar zamansal ve uzamsal olarak başka bir boyuta geçiyor. Hatta bunda uzaylıların da parmağı var” dedi. Dan bunu inanarak söylüyor.
Bu iki tezden hangisine inanmalıyım bilmiyordum, amaaan zaten uykum geldi, her an sızabilirim ve sızdım bile... Uyurken yüzü belirsiz bir Cin beni uyandırdı, elimden tutup Manhattan’daki Chrysler binasına götürdü. Bu Cin, çorap fetişisti olan, daha doğrusu çorapları koklamaktan cinsel haz alan diğer Cinlerle birlikte değişik kentlerdeki çamaşır makinelerinden ve çamaşır leğenlerinden aşırdıkları çorapları, bu binanın üzeri çelikle kaplı çatı katına taşıyorlarmış. Çoraplar, ters V şeklinde pencereleri olan odalarda biriktiriliyormuş. Ancak Cinler, yıllar sonra aralarında bir loto düzenleyerek, seçtikleri dört talihli kişiye çoraplarını geri vermek istemişler. Bu talihli kişilerden biri de benim. Cinle asansöre binip yukarı çıktık. Salonda, genç yaşta ölen porno yıldızı Anna N. Smith’i gördüm ilk, bacak bacak üzerine atmıştı, fileli çorapları çok hoş ama teki yok. O’nun yanındaki Napolyon’du; beyaz çorabının teki yok, olanı da diz kapağına kadar inen tayt pantolonun içene sokmuş. Şaşıracaksınız biliyorum, elindeki dört küçük şişle çorap örüyor, kendi çorabını kendi ördüğü söylentileri doğruymuş demek ki... İlerideki köşede ise Atatürk var; her zamanki gibi çok şık, yakışıklı ve karizmatik. Üzerinde diz kapağına kadar inen çok hoş bir golf pantolonu var, pantolon paçasından inerek bacaklarını örten çorabı ise halis yünden, bir teki yok ama. Atatürk’ün söylediğine göre bu çorap bir çobanın elinden çıkmış, çünkü golf sporunun anavatanı kabul edilen İskoçya’nın yaylalarındaki çobanlar, can sıkıntısından çorap örerlermiş. Hmm o perde neden oynuyor öyle, galiba arkada kendini saklamaya çalışan biri var, inanmıyorum Can Dündar bu. Belli ki Atatürk’ün kayıp çorap hikâyesini o yazmak istiyor; lütfen sevgili Can, izin ver hiç değilse bunu ben yazayım. Neyse geç kalmamalı, hemen uykumdan uyanmalı ve çorapları yazmalıyım. İşte bu yazı o yazı.


TEK KELİMEYLE

 

Biz mutlu sanat satıyoruz kardeşim

Geçenlerde Madison Caddesi’nde yürürken güneş başıma geçti ve ben de çareyi serin bir galeriye sığınmakta buldum. Galeriyi Guy Vardi ve Mor Danon adlı iki genç yönetiyor. Gençler, farklı ülkelerden getirdikleri sanat eserlerini burada satıyorlar, ancak eser alırken kıstasları var: eserlerin insanda mutluluk hissi uyandırması. Şu gördüğünüz Dorit Levinstein’in 22 bin dolarlık eseri gibi.

 

Nedir bu solun sizden çektiği

New York’ta yaşayan sanatçı Semih Fırıncıoğlu, performidea.net adlı sitesinde, sanat öğrencileri için zihin açıcı makaleler yazıyor. Bir makalesinde, sol sözcüğünün neden hep olumsuz ve negatif kavramlarla, sağ’ın ise neden pozitif ve güçlü kavramlarla ilişkilendirildiğini açıklarken bir örnek veriyor: İslamiyet’te camiye sağ ayakla ama tuvalete sol ayakla girilir...

 

Amerikalıların futbola ilgisi artıyor

Dünya kupasında Amerika’nın tur atlaması, burada oldukça heyecan yarattı. Mahallemdeki spor barları kapılarına, “Maçları bizde izleyin” şeklinde ilanlar bile astılar. TV’lerin daha çok dünya kupası haberleri vermesi ise ilginç, çünkü futbolun Amerika’da gelişememesinin nedenlerinden biri medya; saatlerce süren beyzbol maçları sayesinde çok reklam alıyorlar, futbol maçları ise kısa.

 

Kamçıla beni ne olur

Geçen pazar New York’un göbeğinde Folsom Street East denen bir sokak şenliği yapıldı, 28. Sokak’ın, iki ucu kapatıldı. 10 doları ödeyip sokağa girenler, üzerinde birbirinden ilginç deri kıyafetler olan, çoğunluğu deri fetişisti insanlarla karşılaştılar. Hatta sokak ortasında bir de sado-mozoşist kamçılama etkinliği gerçekleştirildi, resimlerini çektim ama buraya koymak istemedim.
edit post

Comments

0 Response to 'Kayıp çorapların izinde'