10.01.2010 - Taraf Gazetesi

Havalar o kadar soğudu ki evden çıkmak istemiyorum, hatta spor salonuna bile gitmeye üşeniyorum, mutfakta kendime değişik sıcak içecekler hazırlıyor, koltuğuma geçiyor ve lıkır lıkır içiyorum, içerken de televizyon ya da youtube izliyor veya kitap-dergi okuyorum.

Önceki günün akşamıydı, koltukta oturmuş, Art in Amerika adlı aylık sanat dergisini okuyor, bir çeşit Paraguay çayı olan Yerba Mate içiyorum. Bu çay güya Amazon ormanlarından toplanmış olan çeşit çeşit yabani bitkinin karışımıymış, içinde çeşit çeşit vitamin varmış, kına gibi kokuyor ama olsun, sağlıklı, içiyorum; yarasın.

İçerken, Hunter dağındaki maceralarım geldi aklıma. Zaten oradaki sahneler kaç gündür gözümün önünden geçip duruyor. Özellikle dağdan teleferikle aşağıya inme sahnesini anlatmam lazım sizlere: Ancak o sahneye gelene kadar bazı ek sahneler ve bilgiler vermek gerekiyor, başlıyorum: Bu Hunter dağı, Kış mevsiminde New Yorkluların kayak için günübirlik gidip geldiği bir yer. Üç saat çekiyor Bazıları bir kaç saat daha direksiyon sallayıp daha kuzeye, Vermont, New Hampshire ve Maine’e gidiyor, uçağa atlayıp ülkenin öteki yanındaki Colorado’ya gidenler de var.

Kayak takımlarımızı (bot, kızak ve sopa) yol üstündeki bir yerden yaklaşık 40 dolara kiraladık. Kayak pantolonunu satın almak gerekiyor ki 90 dolar civarında, ama ben Manhattan’da bir mağazada 19 dolara bir tane buldum, beş dolar da eldivenler tutu. Kayma alanına giriş ise 50 dolar. Bu fiyatlardan da anlaşıldığı gibi burada kayak sosyete sporu olmuş olmuyor, her gelir seviyesinden insan gidebiliyor.

Kayak bölgeleri ise kısım kısım, yeni başlayanlar, orta düzeydekiler, ileri düzeydekiler ve çok iyi düzeydekiler için ayrı kayma yerleri var. Neyse Kürt İdris (Vanlı) ve Kürt Muhsin (Bitlisli) sağolsun beni Türk Ömer’in (Ömer Karatepe) başına atıp arazi oldular. Ömercik sabırlı ve sakin biri, aramızda en gencimiz ama bizden daha bile olgun davranışlı, sağolsun bana hocalık yaptı. Başlangıç seviyesindekilerin olduğu kısımda birlikte kaydık. Düşmediğimi kanıt göstererek çok iyi bir kayakçı olduğumu iddia etti. Bense bunu pek inandırıcı bulmadım, gaz veriyor diye düşündüm. Ömercik bir süre sonra ayrıldı, ben oralarda biraz daha takıldım. Günün ilerleyen saatlerinde canım sıcak bir şeyler içmek istedi. İdris, Ömer ve Muhsin’den oluşan Kürt-Türk çetesi, bana ileri seviyedekilerin çıktığı tepeye çıkmamı, orada manzaralı bir kafeterya olduğunu, kafeteryada sıcak kakao satıldığını ve şöminenin başına geçip kakaomu içebileceğimi söylediler. Bu betimleme bana çok çekici geldi, birlikte teleferiğe atladık, dağa çıkıyoruz, korkuyorum tabii, bu teleferiklere güven mi olur, sonuçta kabloya asılı giden bir koltuktan başka bir şey değil. Aklıma ister istemez Moonraker adlı James Bond filmindeki o korkunç teleferik sahnesi geldi, aman neyse kahretsin, vardık işte. Size söyleyeyim mi bu benim arkadaşlarım cidden çıldırmış. Kendileri iyi bilenlerin kaydığı dik yamaçlı ve dar pistten aşağıya doğru kayacaklar, “sen bu işi çözdün, gel bizimle, sonra birlikte tekrar geri döner, kafeteryaya gireriz” dediler. Ne demek çözdüm canım, daha yeni başladım kaymaya, onların sözüne kanmadım tabii, dikkat etmem lazım, Allah göstermesin kolumu bacağımı kırarım, kim bakar bana buralarda. Ne mi yaptım, kafeteryaya gidip sıcak kakaomu içtim, bir de sosisli sandviç yedim, acıkmıştım çünkü. Bu arada ayaklarımı mahveden botları çıkardım, zorla çıktı, rahatladım, ayaklarımı bir kalasa çivilemişler gibi hissediyordum, o kadar rahatsız bir bot yani… Nedense kafeteryadaki pek çok insan ya Rusça ya da Rus aksanıyla İngilizce konuşuyor, Rus toplumu kayağı seviyor demek ki.

Aradan bir saat geçti, çıktım, penguenler gibi karın üzerinde ilerleyerek teleferiğe vardım, aşağı ineceğim, yukarıdan inen teleferik koltuklarında benden başka kimse yok, çünkü herkes kayarak iniyor, benim bu durumum ise kayak kültüründe utanç verici bir şeymiş. Aşağıya varana kadar sinirlerim bozuldu, öteki hatla aşağıdan gelip yukarıya çıkan kayakçılar, geçerken bana manidar manidar bakıp sırıtıyorlardı. Tanrım keşke sırtımda asılı, içinde onlarca tuvalet pompası olan bir varilim olsaydı, pompaları çıkarır çıkarır bana sırıtanların suratına mızrak gibi fırlatırdım. İndiğim noktada ise teleferiğe binmek için kuyrukta bekleyenler, ”Ooouuuuğğğğ ne oldu, bir yerini mi kırdın zavallı çocuk” diyerek bana sözlü tacizde bulundular.

Neyse bu sahneyi unutup, Hunter dağına giderken Mamaronek adlı kasabada yer alan Turkish Meze adlı lokantada yediğim birbirinden güzel yemekleri hatırlamalıyım.


TEK KELİMEYLE


Aman Allahım üçü de mi


Darvin Porter’in Newman adlı kitabında ilginç bilgiler var: Kitapta, Paul Newman’ın kendisi gibi erkeklik sembolü olan diğer Hollywood yıldızlarıyla olan ilişkileri anlatılıyor, insana, ah abiler siz de mi dedirten ilişkilerden kastım şu: adamcağız bir gün M. Brando’nun öteki gün James Dean’in koynunda uyanıyor.


Hakaret et, döv beni, söv bana


MTV televizyonunun yeni showu benim gibi pek çok kokoşa, “bu ne seviyesizlik” dedirtiyor. Sekiz gencin gündelik yaşamının işlendiği showda, narsist oğlanlar, kızlar, saç jölesi saplantısı, gym, protein içecekleri, ev partileri, bullshit (boktan) muhabbetler, hakaret, kavga ve umursamazlık var; yani hayatın gerçekleri.


Adil ticaretin malları bunlar


Kahve çekirdeği gibi bazı malları satın alırken üzerinde Fair Tade (adil ticaret) ambleminin olup olmadığına dikkat ediyorum, çünkü bu amblem, ithal edilen o malın, üreticiden üç kuruşa alınıp yüz kuruşa satılmadığını, yani üreticinin sömürülmediğini ve hakkının yenmediğini belgeliyor.


Mona Lisa Da Vinci’nin travesti hali mi


Tarihsel şöhret Mona Lisa şimdi de kolesterolüyle gündeme geldi, altı üstü bir tablo olan bu hanımefendiyle ilgili başka söylentiler de var: diyorlar ki Mona Lisa Da Vinci’nin travesti haliymiş, yani Da Vinci bu tabloda kendisini kadın olarak çizmiş, yandaki iki resmi bir karşılaştırın bakalım...
edit post

Comments

0 Response to 'Sosyete sporu'