07.02.2010 - Taraf Gazetesi

 Joyce adlı dans tiyatrosunun hep önünden geçerdim ama bir kerecik olsun içeri girip de bir şey izlemedim. Geçenlerde ara ara olduğu gibi yine gaipten bir ses duydum, bu ses bana dedi ki “Hıdırcım, bu gidişata bir son ver ve şu mekâna git artık”. Uslu bir Kürt erkeği olduğum için bu sesi dinledim, önceki pazar efendi efendi evimden çıktım ve dosdoğru 19. sokak ve 8. caddenin köşesindeki Joyce’a gittim. Fuayedeki insanlara şöyle bir göz gezdirdim, oradakilerin en genci bendim, o an bunu kendi açımdan bir çeşit rekor saydım ve “Maşallah sana Hıdırcım” diyerek kendimi kutladım.

Sahnede Pascal Rioult modern dans grubu vardı. Grubun sergilediği gösteri farklı bölümlerden oluşuyor, ilk bölümde, hasat zamanı geçen bir öykü anlatılıyor, oldukça etkileyici olan bu bölüm, bana Gaziantep’in hasatla ilgili nefis halk oyunlarını hatırlattı.

Pascal Rioult grubunun gösterisini klasik dans gösterilerinden ayıran çok önemli bir özellik var: Grup halinde yapılan danslarda, yukarıda gördüğünüz resimdekinin aksine herkes her zaman aynı anda aynı figürü birbirlerine paralel ya da yan yana dizilerek icra etmiyor, aksine her bir dansçı, çoğu zaman aynı anda farklı bir figürü icra ediyor, sonuçta bu farklı figürler arasında estetik bir bütünleşme yaşanıyor ve ortaya keyifli bir resim çıkıyor. Aklıma ister istemez Hollywood’un eskilerinden olan yönetmen Busby Berkeley’in müzikal filmleri geliyor. Onun yapıtlarındaki dans sahnelerinde, tam tersine, dansçılar arasında mükemmellik ötesi bir geometrik uyum vardır. Hepsi aynı anda aynı figürü tekrar ederler; öyle ki sanki ortada tek bir dansçı vardır ve diğerleri sadece o dansçının kaleidoskobun aynalı kutucuğunda çoğalan yansımaları gibidir. Aynı anda atılan adımlar, keskin bir simetri; tıpkı askerlikteki intizam gibi. Bir bölüğün tören geçidi yaparken sergilediği fizikî ve fiilî muntazamlığı ve uyumu gözünüzün önüne getirin; herkes aynı anda adım atar, aynı anda döner, aynı anda ağzını açar ve neredeyse aynı anda nefes alıp verirler.

Bu güzel dans gösterisini izlerken beni düşündüren başka bir nokta daha oldu, sahnede hareket ettiklerinde, dansçılardan savrulan ter, spotların ayrıştırıcı ışığı altında taneciklere ayrılıp dağılıyordu. Bu insanlar, tıpkı o an sahnedeyken gösterdikleri ölesiye çabayı, bu eserin hazırlık evresinde de yerine getiriyorlar. İyi bir performans sergilemek kolay değil çünkü, uzun soluklu bir çalışmayı, kararlılığı, fedakârlığı ve bedene her daim dikkat etmeyi gerektiriyor. Peki, bütün bunlara rağmen bu dansçılar emeklerinin karşılığını parasal olarak alıyorlar mı, yoo kim demiş, New York’taki çoğu dansçı ek iş yaparak geçiniyor, çoğu kirasını ödemekte güçlük çekiyor. Bu insanlar belki dans için eğitimlerine harcadıkları parayı, zamanı ve kararlılığı başka bir mesleğe harcasalar, ekonomik olarak daha rahat edecekler. Bu durumda insan ister istemez soruyor, dansçıların bile bile böyle sıkıntılı bir maceranın içine atılmalarını sağlayan güç ne, şöhret olma isteği mi? Peki, öyleyse insan neden şöhret olmak ister?

Dijital medya çağında, şöhreti, “bize de çıkacak bir piyango” olarak gören ve kazanacağı banknotların hayalini kuran şöhret meraklılarını ayrı tutuyorum. Beni asıl ilgilendiren gözükara bir biçimde her bedeli ödeyerek şöhret olmak isteyen insanlar ve bu insanların karakutusunda saklı nedenler... Bu nedenler sahibi için tehlikeli de olabilir; ünlü bir Hollywood yıldızı olmak isterken porno film için yatağa girenler, büyük kitlelere konser vermek isterken yıllarını kaybeden ve boşluğa düşenler... Sahiden, bu riskleri göze almaya iten nedenler nedir?.. Dikkat çekme, fark edilme, onaylanma ve beğenilme isteği mi?.. Şöhreti bir araç olarak görüp, Tanrılığa soyunma ve kitlelerin hayatını değiştirme isteği mi?.. Çocukluğunda görmediği ilgiyi görme, kazanmadığı takdiri kazanma, almadığı sevgiyi alma isteği mi?.. İçindeki yalnızlığı etrafına topladığı hayran kalabalıklarıyla yenme isteği mi?.. Cevapları ben de bilmiyorum ama doğru sorunun en paslı kilidi dahi açacak altın bir anahtar olduğunu çok iyi biliyorum.

Not:
Dersimli okurum Mehmet Yürek’in Dilan adlı keçisi üçüz doğurmuş, ailede herkes çok sevinçli: gönderdiği e-mailde, “Allahtan istedim bir keçi, O verdi üç keçi” diyor Yürek. Resimleri de geldi keçiciklerin, çok tatlılar, isimleri ise Baran Ciran ve Hicran. Gördünüz mü şimdi, “gün gelecek herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” diyen Andy Warhol’un sözü bir kez daha ispatlanmış oldu, karlı bir dağ köyünde yaşayan Baran, Ciran ve Hicran bir günlüğüne meşhur oldular.


TEK KELİMEYLE

“Herkes herkesle yattı” ve biz akraba olduk

PBS’in yeni belgesel dizisi Amerika’nın Yüzleri, Dr. Mehmet Öz de dahil 12 ünlü Amerikalının DNA’larına bakıp, soyunu soponu çıkarmış, kimlerin alakasız yerlerden alakasız insanlarla akraba çıktığını da... Programı sunan Prof. H. Gate, durumu TV’de, “tarihte herkes herkesle yatmış” şeklinde yorumladı.

Jackie’nin ruhu Michelle’de

Michelle Obama Beyaz Saray’a yerleştiğinden beri güzel ve çekici omuzları ve giydiği elbiselerle konuşuluyor, ancak bir nokta daha var, pek çok elbisesinin dizaynı, eski başkanlardan Kennedy’nin eşi Jackie’yi anımsatıyor, hatta verdiği pozlardaki beden dili bile.

Geyleri gey olarak askere alın

Geyler artık gey kimliklerini açıkça belirterek askere gitmek istiyorlar, ancak ordunun “sorma, söyleme” kuralı buna engel. Obama bu eski kuralı kaldırmaya kararlı, şimdi bazı üst düzey ordu yetkilileri de Obama’ya destekliyor ve diyorlar ki: Bu kural kalksın çünkü gey askerleri yalan söylemeye zorluyor.

Annesini yemek yerine ölümü seçti

NY Times
yazarı N. Christof (resimdeki), son yazısında, Generose Namburho adlı Kongolu bir hemşirenin akıl almaz trajedisine yer verdi: Hutular evini basıyor, bacağını koparıyor, bir parça kesip pişiriyorlar ve silahı kadının küçük çocuklarına doğrultup, eti yemeye zorluyorlar, ikisi yiyor, biri reddedince öldürülüyor.
edit post

Comments

0 Response to 'Şöhret'