14.03.2010 - Taraf Gazetesi


Geçenlerde arkadaşım Yalçın Arı’yla telefonda konuşuyoruz, sonunda karnım acıktı, “Bana müsaade üstadım, gitme vakti” dedim, aldığım cevap şu oldu: “Akşam oldu, yine dışarı çıkıyorsun değil mi.” Verdiğim cevap da bu oldu: “Yok, ne dışarısı, ne yinesi, sadece yemek yemem lazım.” Türkiye’deki arkadaşlarım nedense benim beş dakika evde oturmadığımı, her gün vur patlasın çal oynasın yaptığımı düşünüyorlar, katiyen batıl bir inanış bu, ben iş dışındaki zamanımın çoğunu evde geçiriyorum, isterseniz New York’a gelin ve beni yerimde inceleyin. Örneğin geçen hafta hiç bir yere kıpırdamadım, sadece pazar günü evde çok sıkıldığım için ani bir kararla kentin sokaklarına daldım, o kadar. O gün Central Park’ın batı yakasında yer alan Doğal Tarih Müzesi’ne gittim. Biliyorum çok vahşice olacak ama çok kötü bir müzeymiş: Hatta içi doldurulup camekânlara konmuş yabani hayvanlar bana biraz komik bile geldi, eşi benzeri başka hiç bir yerde olmayan dinozor iskeletleri de olmasa, çok çekilmez bir müze olacak burası. Aslında vakti zamanında ilginç bir müzeydi belki de ancak belli ki aradan geçen zaman içinde yaşanan değişimlere, insanların yeni ihtiyaçlarına, toplumun geldiği yeni seviyeye kendilerini uyarlayamamışlar; zaten ziyaretçilerin azlığı da bunu gösteriyor.
Bir marka olarak CNN
Müze çıkışında Columbus Circle’da, ön yüzü camla kaplı Time Warner binasına doğru yürüdüm. O binanın ikinci katında Bouchon Bakery diye, çok güzel kahvesi ve kurabiyeleri olan bir yer var, fiyatlar birazcık pahalı ama oraya gidip kendimi ödüllendirmek istedim. Müze yorgunuydum, oturma kürsülerinin bulunduğu iç balkondan dışarıya bakmak beni azıcık dinlendirdi. Bu bölge karanlıkta daha bir hoş görünüyor. Hareket eden her ışık, tıpkı bir ressamın fırça darbesi gibi, her defasında manzaraya farklı bir anlam katıyor. O ışıklardan biri de kan kırmızısı CNN logosunun ışığı. Ted Turner yıllar önce sadece haber yayıncılığı yapan bir TV kurma fikrini çevresindekilere açtığında ona gülmüşlerdi ama o aldırış etmemiş ve yoluna deva etmişti. Bugün topu topu 30 yıllık bir ömrü olan CNN, sadece bir Amerikan markası değil, bir dünya markası. Haber politikasını eleştirirsiniz ama, CNN, Doğal Tarih Müzesi gibi davranmadı, sürekli kendini yeniledi ve başarılı oldu. Bugün İspanya’dan tutun Türkiye’ye kadar bazı ülkelerin yerel şirketleri bu markanın isim hakkını kullanabilmek için büyük paralar döküyor. Bununla da kalmıyor, reklam gelirlerini ana CNN ile paylaşıyorlar. Böylece CNN, aynı zamanda markasını kiraya vererek de para kazanmış oluyor.
Neden uluslararası bir markamız yok
Peki, Türkiye de neden bir televizyon markası yaratamıyor? Hadi televizyonu bırakalım, neden Vogue gibi bir moda dergisi çıkaramıyoruz, Sonny gibi bir elektronik markası yaratamıyoruz? Onu da geçin, şu çok iyi olduğumuz yoğurt konusunda neden uluslararası bir markaya hâlâ sahip değiliz?
Burada aynı soruyu Çin için de soruyorlar ve diyorlar ki, “Amerikan halkının yüzde 44’ü bugün dünya ekonomisini Çinlerin yönlendirdiğine inanıyor, ancak buna rağmen Çin’in yarattığı uluslararası bir marka yok.” Öyle ya, kuzeydeki Kore’nin (Samsung, Kia, Hyundai) aradaki Tayvan’ın (Acer, Asus), aşağılardaki Hindistan’ın (Tata) uluslararası markaları var ama Çin’in yok. Nedenin kültürel olduğunu düşünenler var, doğru ama tarihsel nedenler de etkili: Çin endüstri devrimini çok geç yani 50’lerde, komünist Mao ile yakaladı, ekonomisini kapitalizme açmaya daha 80lerde başladı. Özellikle Amerikalı firmaların üretim tesislerini ülkeye taşıması Çin’e çok şey öğretti. Bugün markaları olmasa da uluslararası ticarette gösterdikleri performans takdir edilecek nitelikte; yenilikleri takip ediyorlar, ürettikleri malları dünyaya satmak için çok uğraş veriyorlar. Belki kendi markalarını yaratmaya çok az kaldı. Kore ve Tayvan’ın gelişiminde ise endüstri devrimini çok erken yakalamış Japonya’nın etkisi var. Kore 1910’dan 45’e kadar Japon kolonisiydi ve bu süreçte orayı fason üretim yapmak için kullandı. Büyük Kore markaları ise ülkeyi terk eden Japonların bıraktıkları birikim üzerine kuruldu. Türkiye’de ise Özal’lı yıllardaki özelleştirmelerle birlikte devlete ait ağır sanayi kuruluşları özel sektöre devredildi. Cerilen ihracat teşvikleriyle yerel şirketler dışa açılmaya başladı. 90’larda Anadolu’da fason üretim yapan yeni firmalar doğdu. Sektörler içinde tekstil çok gelişti, ancak bu süreçte önemli bir kapital birikimi sağlayan TÜRKİYELİ büyük İŞADAMLARInın, İÇE KAPANIK karakteri devam etti. Ruhlarına işlemiş distribütörlük anlayışından vazgeçip bir dünya markası yaratamadılar. Konu haftaya devam edecek: Venture kapitalistlerin büyüttüğü şirketler, gösteriş düşkünü TÜSİAD üyeleri, ilerici Sabancılar, tutucu Koçlar, Türk iş insanlarının davranış psikolojisi ve marka yaratmak için ne yapmalı?
TEK KELİMEYLE
Medyadaki dişi erkekler
Oscarların ardından, medyada “Oscar’ın en çekici kadınları” türünden haberler sıkça çıktı, “en çekici erkekler” haberlerine ise pek rastlanmadı, demek ki medyada hâlâ erkekler hâkim ve bu erkekler sadece kendilerinin ve erkek okurların ağız tadına göre haber hazırlıyor. Kadın okurları ise umursayan yok. Ancak bu böyle gitmesin, işin pratik çözümü şu; erkek gazeteciler biraz dişi bir zihniyetle düşünsün.
Gey düşmanı poltikacılar gey mi
Siz siz olun geylerin aleyhinde atıp tutmayın, çünkü sizin bir gey olduğunuzu ve gizlenmek için bunu yaptığınızı düşünebilirler. Haksız da sayılmazlar. Gey evliliği karşıtı Senatör Roy Ashburn, geçenlerde gey barından çıkıp sarhoş araba kullanmaya kalkınca, trafik polisine yakalandı ve gey olduğu ortaya çıktı. Daha önce de azılı gey düşmanı Senatör Craig, tuvalette bir erkeğe sarkıntılık yaparken yakalanmıştı.
Okul kantinlerinde kola yasağı
Amerika’da şişmanlığın çocukluktaki beslenme alışkanlığıyla çok ilgili olduğu artık biliniyor, bu nedenle New York eyaletinde çocuklara yönelik abur cubur ürünlerin reklamlarına yasaklamalar getirilmişti, şimdi de okullarda, içinde aşırı şeker olan asitli içecek satışlarına büyük kısıtlamalar getirildi. Türkiye gelecekte hastalıklarla uğraşan bir kuşak istemiyorsa, bu yasaktan ders almalı.
Ağaçlara hırka giydiren gerillalar
Şirin bir kıyı kasabası olan Cape May’de yaşayanlar sabahleyin uyandıklarında bir de ne görsünler; ağaçlara el örgüsü hırkalar giydirilmiş... Tam herkes gizlice ağaçları el örgüsü hırkalarla giydiren gizemli gerilla örgücüleri merak ederken, örgücülerden biri basını arayıp, “Biz sadece bir çeşit grafiti sanatı uygulayarak etrafı güzelleştirmeye çalıştık, durmayacağız devam edeceğiz” dedi.
edit post

Comments

0 Response to 'Markasız Türkiye'