showtvnet.com

Buraları son bir haftadır sular seller götürüyordu,  yağ yağ bitmedi yağmur. Yaşadığım evin önü, işe gidiş saatlerinde  göl gibi oluyordu, her ne kadar ceylan gibi sekerek suya batmamaya çalışsam da,  yine de çoraplarıma su kaçıyordu. Allahtan geçen Perşembe yağmur durdu ve insanın içini karartan kapalı hava açmaya başladı. Merak ediyorum böyle kötü havalar psikolojimi ne derece etkiliyor diye? Bunun için bilinçaltıma inmem lazım, oraya da merdivenle inilmiyor, tek yol var; Freud ne diyor, “rüyalar bilinçaltının yansımasıdır”, o halde rüyayı anahtar olarak kullanıp, ne var ne yok diye bilinçaltımın kapılarını açabilirim. İşte o günlerde gördüğüm bir rüya: Bir basın gezisine katılmak için Türkiye’ye geliyorum,  gazetecilerle birlikte İstanbul’da bir kuleyi ziyaret ediyoruz. Yeni inşa edilmiş bu kule, Türkiye’nin gururuymuş. Kulenin tepesine çıkınca dona kalıyorum: gök kubbe ikiye bölünmüş gibi, bir tarafı karanlık ve kapalı, hiç bir yeri göremiyorsunuz, diğer tarafı ise güneşli ve açık. “Neden böyle?” diye soruyorum, “binanın terasından İstanbul  tarafını görmek yasak, bu nedenle o yön karartıldı, açık taraftan ise sadece Manhattan’ı görebilirsiniz” diyorlar. Manhattan mı, ben nerdeyim?..  Derken kule sallanmaya başlıyor, yere kapaklanıyorum ve kulenin aslında süngerden yapılma olduğunu farkediyorum, sünger kule rüzgarın etkisiyle yandaki Empire State binasına doğru eğilip dururken, terastan yuvarlanıp aşağıya düşeceğim diye çok korkuyorum. Etraftakilere, “Inelim” diyorum, kimsenin tıngırdadığı yok. Asansöre koşup, Z’ye basıyoyorum,  asansör yokoluyor, ben bir çoraba tutunmuş, boşlukta salınırken buluyorum kendimi, yağmur yağıyor, aşağı bakıyorum, düşeceğim, annecimmmm…

Eee rüyalar gündelik hayatta ne yaşanıyor ne hissediliyorsa  bunlarin farklı bir kombinasyonu gibi. Siz yatağınızda uyurken birden ötüveren çalar saatiniz, rüyanızda da çalabilir… Mesela o kule, bir kaç gün önce Semih’le önünden geçtiğimiz Village’deki kilise binasının kulesiydi, kapalı gökkubbe buradaki havanın durumuydu, peki İstanbul?  Hala bir tarafım orada bir tarafim burada, o nedenle… Peki bütün bu sembollerin anlami ne? O kule Türkiye’yi sembolize ediyor, her an sallantıda, her an dengeler değişebilir, istikrarsız bir ülke. Yarısı karartılmış gökkube ise yine Türkiye’deki sansürcülüğü, özgürlük eksikliğini ve YASAKSEVİCİLİĞİ sembolize ediyor. Ya benle birlikte geziye katılan insanlar?.. Onlar da medya sektorünün  güvenilmezliğini ve vurdumduymazlığını sembolize ediyor…  O asansörden düşme olayı ise  benim hem medya sektöründe hem vatanımda kendimi  güvende hissetmediğimi sembollüyor.

Gerçekten de öyle Türkiye’deki medya sektörü beni  korkutuyor . Yakın zaman önce polemiğe düşen dört yazardan her birinin yazısını okuduğumda  buz kesiyordum. Geçmişteki ortak yaşanmışlıklarını  ele veriyor, birbirlerinin iş arama ve bu konuda uğraş sarfetme hakkını küçümsüyor, işten atılmayla alay ediyorlar, hatta içlerinden biri, elinde ciddiye alınır bir belge olmadan diğerini ajanlıkla itham etme hoyratlığını bile gösterdi.

Geçmişte, gazeteci  Ufuk Güldemir, yöneticilik yaptığı yayın organlarında polemiği teşvik bile etmişti. Bugün gelinen noktada ise kötü bir alışkanlığa dönüşen polemiğin ciddi ciddi sorgulanması gerekiyor. Nitekim filozof Foucault bir röportajında,  polemiğin aslında  yararsız ve ciddiyetsiz bir tartışma yöntemi olduğunu çok açık  ifade etmişti. Tümüyle O’nun düşüncelerinden ilham alarak devam edeyim;  Gazeteciler arasındaki polemiklerde, bir meseleyi açıklığa kavuşturmaktan öte, karşı tarafı vurmak, yıkmak ve güvenilirliğini zedelemek hedefleniyor, bu nedenle doğru ya da yanlış olduğu önemsenmeden,  ele geçirilen (hatta uydurulan) her bilgi eteğe toplanıp öldürücü taşlara çevriliyor, sorumsuzca, çoğu zaman haddini aşarak, karşı taraf  taş yağmuruna tutuluyor. Bu süreçte, polemiği başlatan kendini nedense erdem sahibi bir otorite olarak görüyor ve düşmanını yargılayıp oracıkta ipini çekmeye çalışıyor. Polemikçi genellikle vahşi bir üsluba sahip, gözü kara ve manipülatif. Peki düşman taraf? O taraf, çoğu zaman ayağının önüne kurulan tuzağın kapanına kendini kaptırıveriyor çünkü sessiz kalmayı, kabullenmek olarak görme hatasına düşüyor. Bir kere cevap verilince de ister istemez karşı tarafın çirkin uslubunu kullanmak durumunda kalıyor, yani aslında, kuralları öteki tarafça belirlenen oyunun parçası oluyor. Sonuçta bu tür kavgalar, bazı okurlara eğlenceli gelen bir çamur güreşine dönüşüyor. Bundan kazançlı çıkan polemiği başlatan kişi, çünkü yaratıcı incelemeler yazmak, belli ilkeler üzerinden eleştiri yöneltmek yerine, asalak bir tutum sergiliyor ve başkalarına çamur atarak onlar üzerinde güç sahibi oluyor.

Galiba artık köşe yazarlarının, polemik konusunda ayaklarını biraz denk almaları ve modası geçmiş olan, saygı, sorumluluk, ayıp, terbiye, alçak gönüllük ve hakkaniyet gibi  kavramları ilke edinmelerinin vakti geldi.
edit post

Comments

0 Response to 'Polemik ahlâkı'