Geçen hafta hava bir güzel, bir güzeldi ki inanamazsınız... Dışarı çıkınca hemen yorulup eve kaçan ben, önceki cumartesi günü gece yarısına kadar dışarılardaydım. O gün sabah beş gibi uyandım, bilgisayarımın başına geçip Taraf yazımı tamamladım, ardından New York Times gazetesine baktım, e-maillerime cevap verdim, abonesi olduğum Business Week dergisinin kalan kısmını okuyup bitirdim, sonra aç karnına, spor salonuna gidip bir saatten biraz fazla sporumu yaptım; her hareketten sonra kaslarım büyümüş mü diye aynaya bakmayı da ihmal etmedim, sonra eve döndüm, hazırlanıp kendimi Manhattan sokaklarına atıverdim. Bir çeşit kahvaltı ve sandviç salonu olan Murray’s Bagels’da kahvaltımı yaptım; bagelleri çok güzel, kendileri yapıyor, sarmısaklısından aldım, arasına krem peynir koydurttum, kahve ve taze sıkılmış portakal suyuyla iştahlı iştahlı yedim. Sonra 14. Cadde üzerindeki Union Square denen meydana gittim, burada haftanın üç günü Green Market açık hava pazarı kuruluyor, şehir civarındaki küçük çiftliklerde yetişen sebze ve meyveler çiftlik sahipleri tarafından buralara getirilip satılıyor, üstelik bu taze sebze ve meyveleri markettekilerin aynı fiyata bazen daha düşüğüne bile alabiliyorsunuz. New York Belediyesi bu tür pazarların sayısını arttırmak için özel bir çaba harcıyor, Valilik çiftliklere teşvikler veriyor... Bugün sadece Manhattan’ın 11 ayrı noktasında, gökdelenlerin dizinin dibinde bu pazarlardan kuruluyor. Benim gibi pek çok insan buralarda alışveriş yaparak küçük üreticileri desteklemeye çalışıyor, sebzeyi ucuza ve taze yemenin en iyi yolu yerli üreticilerden alışveriş yaparak, onların işlerini arttırmak. Biliyorsunuz buralarda süpermarketler hep zincir ve bunlar sebze fiyatlarını aşırı yüksek tutuyorlar çünkü bu zincirler bir çeşit tekel oluşturmuşlar ve fiyatları istedikleri gibi belirliyorlar.
Obama ve ekibi bu konuyu ciddi ciddi düşünüyor. Çünkü ekonomik Pazar, önemli sektörlerde üç beş şirketin çiftliğine dönmüş durumda. Finansa bakıyorsunuz paranın yüzde 90’ı JP Morgan Chase, Bank of America, Goldman Sachs, Citigroup ve Morgan Stanley gibi beş büyük kuruluşun cebinden geçiyor; otomobil sektörüne bakıyorsunuz yine öyle. Bu kodamanlar yüzünden ne küçük bankalar büyüyüp gelişebiliyor ne de piyasada 15-20 tane otomobil firmasi var oluyor; biraz boy verenler büyüklerce yutuluyor. Bank Of Amerika’nın New England bankası olan Fleet’i alması böyle bir şeydi mesela, yine AT&T ve Verizon da benzeri satın almalar yapmışlardı, hatta geçen yaz Apple ve AT&T arasında tekelleşmeye yol açacak bir anlaşma olduğu söylenmiş ve Adalet Bakanlığı harekete geçmişti. Yine Microsoft ve Google, alanlarında rakipsiz olmanın avantajını kötüye kullanarak aşırı fiyat çekiyorlar.
Hatta Microsof daha 1998 yılında resmî olarak tekelcilikle suçlanmıştı. Çünkü bu ülkede aslında tröstleşme ve tekelleşmenin önüne geçmeyi amaçlayan bir yasa var: 1890 yılında uygulamaya konulan The Sherman Antitrust Act. Yasanın çıktığı dönemlerde büyük şirketler alavere dalavereyle, rakiplerini yok edip piyasaya tek başlarına hâkim olmaya çalışıyorlar; dolayısıyla kapitalizmin özü sayılan rekabeti ortadan kaldırıyorlardı. Rekabet koşullarının bozulması, hem tüketicilere hem piyasayı çeşitlendirecek ve geliştirecek olan küçük ve orta ölçekli işletmelere hem de tekelciler kadar büyük olamayan diğer şirketlere zarar veriyordu. Nitekim bu yasa nedeniyle 1911’lerde American Tobacco gibi bazı şirketler bölünmeye zorlandı, Standart Oil şirketi, piyasada haksız rekabet ortamı yarattığı için suçlu bulundu. Yani anti-tröst yasası şirketlerin pervasızlığının önüne geçme konusunda oldukça yararlı oldu... Ancak bu yasa, değişen ekonomik koşullara göre eskiyince 1914 yılında The Clayton Antitrust Act. adlı yeni bir yasa çıkarıldı. Aradan nerdeyse 100 yıl geçti ve bu yasa da artık yeterli gelmiyor, bazı şirketlerin piyasaların feodal beyleri haline dönüşmelerinin önü alınamıyor.
Comments
0 Response to 'Koç Yasası'