27.12.2009 Taraf Gazetesi

İşten geliyorum, hava çoooook soğuk, önünden geçtiğim kızarmış tavukçudan içeriye bakınca, dükkân camında kendi aksimi görüyor, gülümsüyorum, kaldırımda değil de ayın sivilceli yüzeyinde yürüyen bir astronotu andırıyorum çünkü, ne çok şey giymişim. Bu arada yürüdükçe açlığım artıyor, karar verdim artık dışarıda yemeyeceğim, çok para gidiyor ama bu akşam da evde yemeğim yok ki. Süpermarkete gideyim de pişirmek için bir şeyler alayım bari. Organik tavuk alabilirim, yakındaki market pahalı satıyor, üç parça tavukgöğsü 23 dolar, altı sokak ötede, A&P diye bir süpermarket zinciri var, orada fiyatlar yarı yarıya daha ucuz, yönümü oraya çeviriyorum.

Organik tavuğumu, organik soya sütümü, bir adet yeşilbiberimi, iki domatesimi aldıktan sonra kasaya geldim, bekliyorum, önümde bir kadın var, Allah’ım işi bir türlü bitmiyor, elindeki kuponları kasiyere vermiş, kuponlar birbirine karışmış, ikisi de karışıklığın içinden çıkmaya çalışıyorlar.

Burada pazar günleri gazeteler sayfalarca indirim kuponları veriler, kadınlar makası ellerine alır, saatlerce cırt cırt cırt bu kuponları keserler, haftalık alışverişlerini yapmak için markete gittiklerinde ise ne bileyim pirinçte yüzde 10 indirim kuponu, ette 50 cent indirim kuponunu kullanırlar. Aslında elde ettikleri kazanç harcadıkları onca zamana değmez bile ama onlar bunu kâr sayarlar. İnsanlar galiba alışveriş edince kendilerini suçlu hissediyorlar, bu tür indirim kuponları ise onlardaki bu suçluluk hissini biraz azaltıyor ya da yok ediyor. Türkiye’de de öyle değil midir, kadınlar ısrarla üç kuruş beş kuruş indirim yaptırıp mağazacıları, pazarcıları terletmeye bayılırlar, sadece parasından değil bu indirim yaptırma çabası, ellerindeki parayı bir başkasına verirken yaşadıkları suçluluk hissini hafifletmek. İnternetteki alışveriş siteleri de bunu bildikleri için hayali indirimler uygularlar, tüketici balıklar bu yemlere atlar, çok da ihtiyaçları olmayan şeyleri alınca boşa para harcamış gibi değil, kaçmak üzere olan bir fırsatı yakalamış, kendilerine iyilik yapmış gibi hissederler.

Eve geldim, elim çabuktur, 45 dakikada bir sürü şey hazırladım, yemeğimi yerken de çok yetenekli bir belgeselci olan Caner Canerik’in muhteşem güzellikteki Pirdesur (Kırmızıköprü) adlı belgesel filmini izledim. Kürt köylerindeki insanların gündelik yaşamlarını, kültürlerini, alışkanlıklarını çok güzel, çok insancıl bir dille anlatıyor Caner. TRT 6, Caner gibi belgeselcileri iyi değerlendirmeli.

Film sonrasında uyumamak için elime sehpanın üzerinde duran İncil’i aldım ve önceki gün kaldığım yerden okumaya başladım. Uyumamalıyım çünkü gece saat 2’de Elazığ Araştırma Hastanesi’ni aramam lazım, teşekkür etmek için annemin doktoru Mehmet Balin’le görüşmeliyim. Annem hem doktorunu hem de hastaneyi öve öve bitiremiyor, “burası İstanbul’daki özel hastanelerden daha iyi” diyor. Annem o kadar çok hastane gezdi ki bu konuda uzman gibi bir şey. Neyse, bizimle sizin aranızda yedi saatlik bir saat farkı var. Bu nedenle telefon için gece 2’yi bekliyorum ki sizde sabahın 9’u olsun.

Elimdeki İncil’in bir bölümünde şöyle bir cümle geçiyor: “Zenginler fakirleri yönetir ve borçlular borç verenlerin kölesi olur… Bu cümle, geçenlerde NBC televizyonunda izlediğim bir haberi hatırlattı. Haberde, Christmas alışverişi yapan insanlarla röportajlar yapılıyor, çoğu alışverişlerinde kredi kartı kullanmadıklarını peşin parayla ödeme yaptıklarını söylüyor. Amerikalıların genel alışkanlığına çok aykırı, çok yeni bir durum bu. Burada kimin cüzdanını açsanız 10’a yakın kredi kartı çıkar. Ancak bu son kriz bu alışkanlığı değiştiriyor.

Aslında kredi kartı düşmanlığının yaygınlaşmasında kiliselerin önemli bir fonksiyonu var. Özellikle de Evangelical kiliselerinde cemaatler ciddi anlamda bilinçlendiriliyor. Bu cemaat içinde giderek popülerlik kazanan Dave Ramsey, kredi kartı düşmanlığını aşılayanların önde gideni. Milyonlarca Hıristiyan, bilet alarak, Ramsey’in konuşmalarını dinlemeye gidiyor, bu ekonomik krizde harcamalarını nasıl yapmaları gerektiği yolunda Ramsey’den yararlı tavsiyeler alıyorlar. Aslına bakarsanız Ramsey’in önerileri çok geleneksel ve bildik, hatta bizim Cemo’nun (Cemile Çakır) bana önerdiklerine benziyor; her şeyi satın almaya kalkma, yemeğini evde ye, kredi kartı kullanma, para biriktir. Hatta Ramsey, sahnede bir de soykırım gerçekleştiriyor ve kredi kartlarını makasla bir güzel kesiyor, aynısını yapmayı herkese öneriyor. Evet, doğru, kredi kartları sayesinde bizim olmayan paraları harcayıp borca giriyoruz, bu bağımlılıktan kurtulmak gerekiyor, bu durum belki kapitalist ekonomiyi de hizaya sokar, o da çılgınca harcayan tüketicilere bağımlılıktan kurtulur ve kendine başka bir yol bulur.


TEK KELİMEYLE

Modern ailede neler oluyor


ABC’nin yeni komedi dizisi Modern Aile, Amerika’daki farklı etnik ve cinsel gruplara göre yeniden şekillenen aile modelini öne çıkarıyor: evin gey oğlu bir erkekle evli ve bir çocuk evlat ediniyor, baba ise İngilizceyi aksanlı konuşan Latin bir genç kadınla ikinci evliliğini yapmış...


Hollywood’un ikinci büyük özrü


Kızılderililerin Amerikan ordusu tarafından nasıl katledildiğini vurgulayan Küçük Dev Adam filmi, Hollywood’dan gelen bir özür filmiydi, Hollywood şimdi de fantastik bir film olan Avatar aracılığıyla Iraklılardan özür diliyor, biraz üstü kapalı bir yoldan ama olsun.


En güzel Christmas şarkıları Musevilerden


Bugünlerde bütün alışveriş mekânlarında klasik Christmas şarkıları çalıyor: Let it snow, I’ll be home for Christmas, Silver bells, Santa Baby, Rudolph the red nosed reindeer... İşin ilginci bütün bu güzel şarkıların bestecilerinin Musevi olması, demek ki melodilerin ve duyguların dili bir.


Finans
şirketler iyice pintileşti...

Ekonomik kriz nedeniyle harcamaları göze batan New York’taki finans şirketleri, her masraftan kısıyor, bu şirketler, elemanları için verdikleri geleneksel Christmas partilerini ya pas geçiyorlar ya da JP Morgan’ın yaptığı gibi şirket kafeteryasında kalitesiz içki ikram ederek partiyi ucuza getiriyorlar.
edit post

Comments

0 Response to 'Kredi kartı soykırımı'