02.08.2009 - Taraf Gazetesi

Geçen gün ancak sonuna yetişebildiğim bir partiye katıldım. Bu parti bizim Edward’ın 50. yaşını kutlamak için yapılmıştı. Biliyorsunuz bazıları 50’ye vurduğunda bunalıma giriyor, peki Edward niye bayram yapıyor? Dayanamadım ve bunu ona sordum: Kendini en çok bu yaşta iyi hissettiğini söyledi. Kasıntılı hallerinden, komplekslerinden, yersiz kaygılarından, anlamsız korkularından ve ona zarar veren takıntılarından, ancak bu yaşta kurtulabilmiş.

İşte böyle, şimdi partiye dönelim, size bir şey anlatacağım, sonra yine bu yaş konusuna devam ederiz. Edward, parti için Meatpacking’deki üç katlı 5 Ninth Restaurant Bar denilen bir mekânı kapatmıştı. Bohem görünümü, sıvası özellikle soyulduğu için kırmızı tuğlaları ortaya çıkmış duvarları, ağarmış kadifeden eski koltukları olan bir yer... İçerik kısmına gelince, pek iyi bir parti olduğu söylenemezdi çünkü müzik yoktu. Müzik olmayınca bu tur partiler bana pek bir kuru geliyor. İnsan müziği bahane edip azıcık sallanmak istiyor çünkü. Allahtan içki bedavaydı. Ben Margarita içtim, chardonnay beyaz şarap içtim, üstüne de bir Corona bira içtim... Yarım bardak birayla sarhoş olan ben, oracıkta derhal sarhoş oluverdim tabii ki. Başım fena dönüyordu.

Oturduğum koltuktan ayağa kalktım ve yolunu şaşırmış körpe bir buzağı gibi kalabalık arasında ilerlemeye başladım. Tanıdık yüzlere selam vere vere giderken kadının biri önümü kesti. O benden daha sarhoştu galiba, bana dedi ki “Biliyor musun tatlı çocuk, ben de Edward gibi 50 yaşındayım ama şu göğüslerime bir bak, ne şahane, sıkmak ister misin?” Utanmaz arlanmaz münasebetsiz kadına da bakın siz. Hmm gerçi benim de ondan geri kalır yanım yoktu pek, dedim ki “Asla sıkamam, sıkarsam suyu üzerime sıçrar, tişörtüm çok yeni, kirletemem.” İki sarhoş ayrılamadık birbirimizden, öyle çok kıkırdamışız ki gül gül sonunda ben de yoruldum o da. Sarhoşluk iki uçludur, neşeliyken bir anda değişir ve melankolik bir ruh haline bürünebilirsiniz. Bana da öyle oldu ve birden ciddi konulardan bahsetmeye başladım. Ona dedim ki “Biliyor musun içim içime sığmıyor, ülkemde Kürt melesi bu kez çözülüyor galiba. Bu savaşta biz Kürtler iki cephede de öldük. Ancak ölümler son bulacak, savaş bitti bitiyor.” Kadıncağız haliyle ne demek istediğimi anlamadı, nereden bilsin. Ben sustum o başladı. Tam 15 yıldır bir büyük finans şirketinde çalışmış ve krizin etkisiyle üç ay önce işini kaybetmiş. İş görüşmelerine gidip duruyor ama sonuç çıkmıyor, sonunda anlıyor ki yaşı nedeniyle işe alınmıyor. Sırf bu yüzden gençleşmek istiyor ve estetik yaptırmaya karar veriyor. Bir tek o değil, krizde işini kaybetmiş, 50’sinde pek çok kadın estetik ameliyatı oluyormuş. Nedeni ise işe alınmalarda “yaşı geçkinlere” karşı yapılan ayrımcılık. Üstelik bunu önlemeye çalışan yasal düzenlemeler olduğu halde...

Aslında toplumun yaş konusundaki bu takıntısı belli yaşa gelenleri görünmez bir kafesin içine tıkıyor. 30’undan sonra hayatınızda yeni bir plan yapmak, yeni bir mesleğe adım atmak, yeni bir ülkeye göç etmek, yeniden okula gidip önünüzde yeni bir kapı aralamak, kısacası bunun gibi pek çok hayali gerçekleştirmek imkânsızlaşıyor. Sırf bu psikolojik baskı nedeniyle pek çok insanın hayatı 30’undan sonra sanki askıdaymış gibi geçiyor. Neyseniz o olarak devam etmelisiniz bekleniyor. Bu nedenle herkes kendi hayallerini çocukları üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyor.

Ancak bana kalırsa insanlar, kendilerini bağlayan bu yaş saplantısından fena halde bunalmış görünüyorlar. Nitekim İngiltereli Susan Boyle’u bir anda dünya starı haline getiren de bu bıkkınlık oldu. Susan, bir televizyonun yetenek yarışması için sahneye çıktığında, hem seyirciler hem de jüri üyeleri ağız burun eğmişlerdi. Çünkü Susan, köylü, bakımsız, üstüne üstlük 48 yaşında biriydi. Ancak hiç bir star kategorisine uymayan Susan, ne zaman ki ağzını açıp, I Dreamed a Dream adlı şarkıyı söyledi, her şey bir anda tersyüz oldu. Aradan 24 saat geçmeden, bu kadın sadece ülkesinde değil, bütün dünyada ünlüydü artık. Susan’ın şöhretindeki bu yayılmacı gücün nedeni muhteşem sesi ve yorum gücü değildi sadece. Susan, torun torba sahibi olma yaşındaki birinin de hayalleri olacağını ve onları gerçekleştirebileceğini göstermişti herkese. Yaş çemberini kırmak isteyenler için umut olmuştu.

30’u bile yaşlı sayan ve açıkça işe almak istemeyen (devlet bile) şirketlerle dolu Türkiye’de işler daha da kötü. Hele 70’inizde bir yaşlıysanız sizi bir çeşit Kral Lear trajedisi bekliyor demektir. Kimse yaşlı anne babasının sekse, öpüşmeye kırıştırmaya, gezip tozmaya ihtiyacı olabileceğini düşünmek bile istemez bizde. Bir çeşit Nazi psikozuyla hareket eden evlatlar, yaşlıları sıkıcı bir hayata layık görür ve onlardan sanki sadece ölmelerini beklerler.

Gözümüzün önünde cereyan eden Shakespeare ’nin Kral Lear trajedisine bir bakın. Ülke sanayiine çok önemli katkılarda bulunmuş, ancak kurduğu imparatorluğu kaybetmiş bir işadamının trajedisi bu. 17 yaşında biriyle yasal bir evlilik yaptı bu işadamı. Bu evliliğe tahammül edemeyerek, O’nu bir tecavüzcüyle eş tutan Mutlu Tönbekici gibi medya mensupları, trajedinin koro tarafını oluşturuyorlar. Mahkemeye başvurarak babalarının akıl sağlığının yerinde olmadığını ispatlamaya çalışan gözünü miras bürümüş kızları ise trajedideki Goneril ve Regan’ı temsil ediyorlar. Babaları mutlu olmuş olmamış umurlarında değil. Amaç yeni eşi devreden çıkarmak. Böylece tıpkı Goneril ve Regan gibi babalarının bütün gücünü elinden alıp, adamı sahiden delirtmek ve evin bir odasındaki kanepede bütün gün oturmaya mahkûm etmek istiyorlar, orada ölümü beklesin dursun, işi ne. Bereket babasına sahip çıkan Cordelia karakteri de var trajedide, O’nu da işadamının oğulları temsil ediyor. Oğullara aferin.
edit post

Comments

0 Response to 'Kral Lear’in sarayındaki yılan kızlar korosu'