20.09.2009 - Taraf Gazetesi

Buket ve Barış genç bir Türk çifti. Onlar da benim gibi Hoboken’da otuyorlar. 18 ay önce bir kızları oldu, ismini Lorin koydular. “Aaa... Bu Kürt ismi ayol” diye şaşıranlara şu tepkiyi veriyorlar “Hep Kürtler mi Türk isimlerini alacak, biraz da biz onların o güzel isimlerinden istifade edelim.” Lorin çok çabuk büyüyor, nasıl tıpış tıpış yürüyor görseniz... Geçen gün Buket’le birlikte Lorin’i gezdiriyoruz. Yürürken Buket’e Newport’ta nasıl kaybolduğumuzu anlatıyorum. Size de anlatayım bari. Aslında geçen hafta kaldığım yerden başlarsam daha iyi olur.

Efendim köprüden geçtik, Newport’a girdik. Hava karanlık. Christian dedi ki “Otele gitmeden önce dur sana şehri gezdireyim, hazır ay ışığı da var, hem ertesi gün aynı yerleri bir de gün ışığında gezeriz, ardaki farkı görürsün, güzel olur”. “Ya ya ya...” deyip başımı salladım. Önce kentteki Newport Jazz Festivali’nin yapıldığı alanın yakınından geçtik. Bu festival çok eski ve çok ünlü. Geçtiğimiz ağustos ayında 55’incisi düzenlenmişti. Orayı geçip, sağa kıvrılarak hafif yukarı sürdük arabayı. Jacqueline Kennedy’nin üvey babasının sahip olduğu Hammersmith çiftlik evinin önünden geçtik. Jacqueline ve eski Amerikan Başkanı John F. Kennedy, 1953 eylülünde burada evlenmişlerdi, düğünlerine de binin üzerinde davetli katılmış. Christian bütün bunları bana anlatıyor ben de dinliyorum. Allah razı olsun, ne iyi bir adam.

Saray yavrusu evler


Sonra o meşhur malikânelerin sıralandığı Bellevue caddesine çıktık: Isaac Bell House, Belcourt Castle, Marble House ve Rosecliff bu evlerden sadece bazıları... Ev diyorum ama buradaki evlerin hepsi saray yavrusu bile değil, saray... 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan demiryolu inşaatları sayesinde zengin olan, ya da 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan sanayileşme ile birlikte fabrika sahibi olan Kuzey Amerikalı zenginler (özellikle de New York’un zenginleri) buralarda bu gösterişli yazlık evleri yaptırmışlar, yazları buralarda hava daha serin oluyor çünkü. Bu evlerde tarihî karakterler yaşamış, kocası tarafından parası için zehirlendiği düşünülen ve yıllarca komada kalarak çok meşhur bir davaya ve bu davadan esinlenen Reversal of Fortune adlı filme konu olan Sunny von Bülow bunlardan biri.

Ancak şimdilerde bu evlerin pek azında o eski aileler oturuyor. Çoğu ya müze ya da düğün ve benzeri törenler için kiraya verilen mekânlar haline çevrilmiş. Çünkü yeni kuşak zenginler bu denli gösterişli yerlerde oturmaktan rahatsız oluyor. Amerika’nın yeni zenginleri parasını göstermeyi sevmiyor, ne kadar lüks tüketseler de kendilerini çoğunluğun yaşam tarzından çok fazla ayırmak istemiyorlar. Fakirlikten bir anda zenginleşen hip hop starlarının beyin uçuklatan evleri, arabaları ve diğer gösteriş düşkünlüklerini ayrı tutuyorum tabii...

Bellevue caddesinin bitiminde sola kıyı yoluna dönüp otele geldik. Bize demesinler mi “Siz haftaya yer ayırtmamış mıydınız?” diye. Haydaa, başka boş oda da yok. Newport içindeki hiç bir otelde yer yokmuş. 15 dakika uzaklıkta bir motelde yer varmış, gittik orada da oda yok. Onlar da bizi yarım saat uzakta başka bir yere gönderiler, orada da oda yok. Her şey şaka gibi. Onlar da bizi daha uzakta bir yere gönderdiler. Kaybolduk. Arabada size yol tarifi yapan GPS cihazımız da yok. Bir tek eski moda haritamız var o da işe yaramıyor. Delireceğim. En son bir yola girdik, git git bir türlü medeniyete çıkmıyor. Ormanın içinde ıssız bir yol. Sonunda yol bitti mi... Araba farları garip bir yol tabelasının üzerine vuruyordu. Haç şeklinde tahtadan bir direk, üzerinde küçük küçük, sağı ve solu gösteren bir sürü tahta ok ve okların üzerlerinde yer isimleri var. Köşede ise bir ev, ışık mışık yok. Her şey tıpkı Stephen King’in romanlarındaki korkutucu sahneler gibiydi. Christian’a baktım bakışlarını hiç beğenmedim, “Hıdırcım, ya bu adam seni burada keserse” diye düşünmeden edemedim. Belki o da benim için aynı şeyi düşünüyordu... Christian soldaki dar yola girdi. Ben aniden sertleştim ve kontrolü ele aldım: “Christian geldiğimiz yöne geri döneceğiz, ışıklı kavşağa vardığımızda oteli arar bize yön vermelerini isteriz.” Neyse, çok meraklanmayın her şey mutlu sonla bitti. O gece oteli bulduk, ertesi gün Newport’u iyice dolaştık, çok güzel, çok temiz bir yer. Harika küçük dükkânları var, taze ve çok lezzetli ıstakozları var. Yani her şey güzeldi...

edit post

Comments

0 Response to 'Kayıp otelin peşinde...'