25.07.2010  - Taraf Gazetesi


Başlamadan evvel size bir şey söyleyeceğim: Sayın bakanımızın yer aldığı yandaki resimde garip bir sır gizli. O sırrın ne olduğunu pat diye söylemeyeceğim, çünkü sizi azıcık yormak biraz da sizinle oynamak istiyorum. Eğer cevabı merak ediyorsanız, bu yazıyı okurken olmadık yerde karşınıza çıkan koyu renkli büyük harfleri ucuca dizin ve ortaya çıkacak cümle sayesinde resmin sırrını çözün. Hadi bakalım, Allah kolaylık versin, ben şimdi her zamanki gibi normal yazımı yazmaya geri dönüyorum.
Türkiye’den New York’a dönüşümün ikinci günüydü. Metrodayım, gidiyorum, melanKolik bir ruh hAli içindeyim: Lexington Avenue durağında vagona biri girdi ve başladı vaaz vermeye, cehenneMde yanacaksınız diyor, şeytanlardan söz ediyor, sesi titriyor, hatta yer yer tehditkâr bir tona bürünüyor, bazen de bağırıyor. Tövbe YaraBbim zaten şehre yeni gelmişim, geride bıraktıklarım nedeniyle içim cehennem gibi fokur fokUr kaynıyoR, bu adam da nereden çıktı. Ayrıca ben zaten bana bir şeyi zOrLa kAbul ettirmeye çalışaNlardan kaçmışım hep, işte yine Biri geldi ve beni bUldu. Ama yok öyle yağma, bu beyefendinin beni daha fazla geRmesine izin vermemem lazım, hemeN müdahale ettim: “Hey You! hemen sesini kes, seni kesinlikle dinlemek istemiyorum, çünkü bUrada bulunan herkesi taciz ediyorsun, ya sus, ya da in ve git.” Beyefendi ânında sustu, ama anneciM bana doğrU yürümeye başlamasın mı. Ben oturduğum yerde otura kaldım. BeyeFendi geldi geldi ve başıma dikiliverdi, hâlâ suskundu. Bu arada ben hiç belli etmiyOrdum ama ecel Terleri döküyOrdum. O an içimden Şunları geçiriyOrdum: “Hıdırcım işin bitti, bu deli ya suratına bir yumruk atıp dudağını PatLatacak ve ardındAn herkese rezil olacaksın, ya da bir yerinden silah çıkarıp herkesin içinde seni katleDecek, ve gazetelere manşet olacaksın.”
Sevgili okurlar ne tesadÜftür ki aynı korkuyu Ankara’ya vardığımda da yaşamıştım. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet BakanımıZ Selma Aliye Kavaf’ın nazik davEti nedeniyLe Elazığ’dan Ankara’ya giTmiştim. Tam araçtan indim, ayağımı kaldırıma attım, ve kafamı kaldırıp etrafa bakıyordum ki kalabalıkTan birİnin hızla bana gelMekte olduğunu gördüm. Annecim, neler oluyor. Belli etmiyordum ama yine çok korkmuştum. O an içimden şunlar geçiyordu: “ Hıdırcım, işin bitti, demek Taraf’a yazı yazarsın ha, bak gördün mü New York’lardan geldin, buralarda suikasta kurban gideceksin. Keşke Twitter’de her dakika ne yaptığını nereye gittiğini yazıp durmasaydın, istihbaratı kesin oradan aldılar, neyse şimdi ya hemen kaç, ya da yere yat ve yuvarlanarak arabaların altına gir, bir şeyler yap hadi!” Bu ses daha sözünü bitirmeden tonu farklı olan başka bir ses girdi devreye, İçimdeki bu ikinci ses de şunları söylüyordu: “Saçmalama Hıdırcım, seni öldürmeye layık görmeleri senin büyük adam olduğunu gösterir, o nedenle bir yere kaçmana hiç gerek yok, dur durduğun yerde ve ya Muhammet ya Ali diyerek öldürülmeyi bekle, fena mı yahu, öldükten sonra meşhur olacaksın.” Galiba deliriyordum, içimdeki sesler birbirine karışıyordu. Tanrım sen yardım et, bu sırada o beyefendi karşıma dikildi ve “Selam Hıdır, Elazığ’dan mı geliyorsun, Ankara’ya hoşgeldin” dedi. Hay Allah meğer bir okurummuş, inanamıyorum. Böyle şeyleri bilmiyorum ki ben, New York’ta arkadaşlarım dışında beni tanıyan yok çünkü.
Ankara’daki ikinci günümde Bakanlıklar’ın yolunu tutum, Güvenpark’ın başucundan girdim bir sokağa.. sağlı sollu bakanlık binaları, her bakanlığın önüne denk düşen kaldırım kenarında ise uzun boylu, takım elbiseli, saçları pop starlar gibi kesilmiş telsizli genç adamlar vardı. Bu gençler, BM Genel Kurul toplantıları sırasında 42 ile 46. Caddeler arasına yayılan FBI görevlileriyle, Park Avenue’deki lüks mağazaların tezgâhtarlarını çağrıştırdı bana. İçlerinden birine “Siz kimsiniz” diye sordum, güvenlik görevlisi olduklarını söylediler.
Başbakanlık binasından girip ikinci kata çıktım. Erken gitmiştim, bir süre Halil Erdoğan ile sohbet ettik, sohbeti çok keyifli, çok da samimi ve sıcak bir insan. Bazı görevliler geldi, Bakanımızın odasına kurmak için bilgisayarımı aldılar, çocuk tacizlerinin, nasıl önleneceği, bu konuda devletin, sivil toplum örgütlerinin ve hukukçuların üzerine düşen görevler konusunda bir power point sunumu yapacaktım çünkü. Sonra koridordaki odalardan birine girdik, ardından bir ara odaya ve nihayet Bakanımızın odasına. Ben azıcık gergindim, ancak bakanımız öyle güzel gülümsedi ki hiçbir şeyim kalmadı. Görüşmenin devamı haftaya. Haftaya ayrıca New York ve hedonism konusunu işleyeceğim.


TEK KELİMEYLE


Sokakta rastladıklarım

İstanbul’dayken Beyoğlu’ya çıktım ve pek çok tanıdığı gördüm: Bir kafeteryanın bahçesinde Ahmet Tulgar’a rastladım, bana kitabını imzalayıp verdi. İstiklal Caddesi’nde Genç Siviller’e rastladım, eylemden dönüyorlardı, kara gözlükleriyle Mücteba’yı tanıyamadım, Turgay Oğur’un ise gömleğine bayıldım, dilerim bana hediye eder. Ardından modacı Barbaros Şansal’a rastladım, sağolsun bana bayağı kahkaha attırdı.


Sivasspor’un markalı oyuncusu

Ankara’dan İstanbul’a dönerken uçakta yanımda bir genç oturuyordu. Başlarda suskundu, üzerindeki şort ve tişört nedeniyle Amerikalı olduğunu düşündüm, ancak Amerikalı gençlerin bu kadar marka giymeleri mümkün değildi, bu gencin ayaklarında D&G terlikler, yanında Louis Vuitton çanta, kolunda pahalı bir saat... Ben futbol dünyasından ne anlarım, meğer bu genç, Sivassporlu Fethat’mış. Neyse Ferhat’la iyi yol arkadaşı olduk.


Elazığ’da Los Angeles manzarası

Elazığlı arkadaşım İbrahim Solmaz’la Harput Balak Gazi heykelinin altında yer alan lokantada yemek yeme fırsatım oldu. Orada yediğim kavurmanın lezzetine doyamadım bir, gece manzarasının tadına doyamadım iki. Hatta aşağıda uzanan Elazığ’ın büyüleyici ışıklarına bakarken bu manzaranın Los Angeles’ın Griffith Park’tan görünüşü kadar güzel olduğunu düşündüm.


Geçmişinize saygı duyun

Elazığ’a gelen ziyaretçilerin en popüler uğrak yeri Harput’tur; nedeni bölgedeki tarihî eserler. Ancak son ziyaretimde bu eserlerin bakımsızlıktan daha da kötüye gittiğini gördüm ve üzüldüm. Elazığ’a hizmet vermek için her ay maaş alan bir valimiz ve belediye bir de başkanımız var; şunu bunu gerekçe göstermeye gerek yok, kentin tarihine sahip çıkın lütfen, bu eserler sayesinde turist çekebilir, kente para kazandırabilirsiniz.
edit post

Comments

0 Response to 'Az kalsın ölecektim'