Hiç sormayın sevgili okurlar, nazarlara geldim, durup dururken öyle bir hastalandım ki az kalsın ölüyordum valla. Yiyecek alerjisi olmuşum: elim ayağım yüzüm gözüm şişti, kendimi aynada tanıyamaz oldum. Hastalıkla savaşırken de yazımı yazamadım. Neyse sızlanmayı bırakayım, önceki hafta nerede kalmıştık, oradan başlar sonra da New York’a geçeriz... Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanımız Selma Aliye Kavaf’ın makam odasındaydıııık... Bakanımız “Ne içersiniz” diye sordu, seçenekler: gazoz, ayran, çay ve sıkma portakal suyuydu. Tabii ki sıkma portakal suyunu tercih ettim, asitli içeceklere hayır!
Bakanımızla abla-kardeş gibi güzel güzel sohbet ettik, ne o gergindi ne de ben. Çünkü ben oraya gazeteci olarak değil yardıma ihtiyaç duyan çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışan bir vatandaş olarak gitmiştim; o nedenle Aliye Hanım’a tuzak sorular sormak, onu sıkıştırmak, boş bulundurup ağzından skandala yolacak bir laf almak gibi gayelerim yoktu. Hem söyleyeceklerini kaydedecek teybim de yoktu. Zaten Aliye Hanım medyayla ilişkisi konusunda azıcık dertli: “İnsansınız, hata yapabiliyorsunuz, bir bakıyorsunuz bir şeyler aleyhinize öyle bir dönmüş ki...” diyor.
Selma Hanım’la uzun sohbetimiz boyunca, onun yardıma muhtaç kadınlar, yaşlılar ve çocukların mutluluğu ve rahatı için nasıl ciddi bir emek verdiğini anlama fırsatı buldum. Ekibiyle birlikte hazırladıkları ve uygulamaya soktukları güzel projeleri umarım bir gün yerinde görme fırsatım olur.
İşte portakal suyu geldiii. Önce bir yudum içtim, o ekşi ve tatlı sarışın sıvı yemek borusundan mideme inerken içime bir serinlik yaydı, midem ve bütün metabolizmam çok sevinçliydi. Çok geçmeyecek, C vitamini vücudumun her yanına yayılacak, beni iyice canlandıracaktı... Derin bir nefes aldım, vücudum hafiflemiş gibiydi, bardağı sehpaya koymadan bir yudum daha aldım; bu yudumu ağzımda azıcık beklettim, Tanrım ne hoş bir lezzet, dilimi portakal suyunun içinde biraz sağa sola çırparak ekşitmek inanılmaz bir haz veriyordu. Ardından tatlı bir karıncalanmaya uğrayan dilimin yardımıyla portakal suyunu yutar gibi yaptım ama bademciklerimin berisinde bir süre tuttum; yanaklarımdan çeneme ve oradan boyun köküme doğru okşayıcı ve kesintisiz bir dalga inmeye başlamıştı, gözlerimi kıstım, yüzümü tavana yönelttim, o keyifle kendimden geçmiş ve makam odasının penceresinden uçup gitmişim.
Gözlerimi açtığımda New York’un göbeğindeki Central Park’taydım. Yalnız uyarayım, bu bir rüya değil gerçek. Karşımda Naciye vardı ve birlikte piknik yapıyor, hazırladığı yemekleri yiyorduk. Naciye çok organize; ağzınızı sildikten sonra battaniye yapıp üzerinize örtebileceğiniz kadar kalın ve büyük olan kâğıt peçeteler, melamin piknik tabakları, plastik değil gerçek çatal bıçaklar, her türlü malzememiz tamam... Hava hafif esiyor, parkın ortasında gökyüzü manzaralı, ağaçsız ve geniş çimenlik alanın doğu yönündeyiz. Ben çimenlere yüzükoyun uzanmış halde çatalı salataya batırdım, zeytinyağıyla ıslanmış sebzelerin çıtırtısını duyuyordum; lokmayı ağzıma götürür götürmez içime serin bir yağmur yağdı sanki, gözlerimi kapamalı ve aldığım bu eşsiz hazza iyice konsantre olmalıyım. Salatalık, kayısı kurusu, hafif haşlanmış brokoli ve domatesten oluşan karışımı ağzımda dolaştırıyor, hafif çiğniyor, birazcık suyunu emiyor, sonra kalanı üst damağıma yapıştırıp bekliyor, ardından sağ ve sol yanağım arasında karşılıklı paslaştırıyor ve sonra usul usul çiğneyip yutuyordum. Tanrım ne büyük bir zevk! Umarım “seni hedonist seni” diyerek bana kızmıyorsunuzdur. Altı üstü bir salata yediğim. Biliyor musunuz, insanlar hedonizmi (hazcılık) genellikle pahalı tüketimle ilişkilendiriyorlar. Bu nedenle hedonizmin üst sınıfa ait bir duygu olduğunu düşünüyorlar, oysa yok öyle bir şey. Hedonizm herkes için; çamasır yıkarken hararet basan ve peştamallarıyla Ordu’nun derelerine kendini atan köylü kadınlarla, kendini Hilton’un havuzuna atan sosyetik kadınların aldığı zevkin derecesi arasında bir fark yok. Zaten bu üst sınıfa ait görülme, hedonizmi biraz negatif bir kavram haline getirmiş, çünkü bir tarafta Afrika’da açlıktan ölenler diğer tarafta zevk peşinde koşturan New Yorklular kıyaslaması yapılır mesela. Bu nedenle lokanta lokanta gezerek farklı lezzetler tatmaya çalışan ya da fırsat bulduğunda yeni biriyle yatmaya çalışan ve onlarla seksüel fanteziler deneyen çoğu New Yorklu içlerinin bir köşesinde kendilerini günahkâr ve suçlu gibi hissederler; sanki Vezüv Yanardağı’nın gazabına uğrayan antik Pompei’nin zevkusefa içindeki asillerinin başına gelen onların da başına gelecektir... Değil, her şeyde olduğu gibi hedonizmde de önemli olan dengeyi tutturmak, ayarı kaçınca her şey tatsızlaşıyor.
Comments
0 Response to 'Herkes için hedonizm'