18.07.2010  - Taraf Gazetesi

Elazığ Havaalanı köyümüze öyle yakın ki yedi dakika sonra anamın-babamın evindeydim. Evin önünde araçtan inince, beni güzel gözlü bir eşek sıpası karşıladı, ancak bana değil sanki ayakkabılarıma bakıyor gibiydi, boynunda bir yular, yuların ucunda ise bir dal parçası... Belli ki bağlandığı ağaç dalını koparıp kaçmıştı. Yaklaşıp sıpayı sevmeye çalıştım ama çifte atarak kaçtı. O sırada masmavi gözleri olan dört yaşlarında bir Kürt çocuk koşarak yanıma geldi ve elindeki kayısıları cömertçe bana uzattı, “adın ne” diye sorunca “Tolga” dedi, iyi tamam buraya kadar sorun yok, ancak köyde vakit geçirdikçe anladım ki ismi Ahmet olan Mehmet olan, Hasan olan Hüseyin olan tek çocuk yok. Bunların yerini İmge, Burcu, Berk ve buna benzer isimler almış.
Köyde isimler dışında değişen başka şeyler de vardı, örneğin gençler (özellikle genç kızlar) ve çocuklar, Elazığ aksanıyla değil, İstanbul aksanıyla konuşuyorlardı. Buranın yerel radyo ve televizyonlarında da İstanbul aksanıyla konuşuluyor, bu da gençleri etkiliyor tabii. Oysa Elazığ aksanı çok güzeldir, umarım yok olmaz, umarım yerel TV ve radyolardaki programcılar Elazığ aksanıyla haber sunarlar. Sevgili abeler, ezeler, gaggoşlar! Ben Elzıx’a gettigim zaman heç dilimi çırpmim, Allax sizi inandırsın, siz hemşerilerim nassı gonişisez ben de aynın ele gonişim...
Annem babam çok yaşlı, bu yıl onlara bir sürpriz yapmak istedik, yurdun ve dünyanın farklı bölgelerine dağılmış kardeşlerim ve ben köyümüzde buluşma kararı aldık. Sonuç olarak annem de babam da çok mutlu oldu, biz de öyle. Hasretlik sadece ana babaya değildi, doğal yiyecekleri de çok özlemiştik. Bahçede dalından koparılan yüzde yüz organik sebze ve meyvelerle beslenmek bu tatilin en güzel yönüydü. Ben Amerika’da genellikle organik marketten alışveriş ediyorum ama inanın oraların organiği bile buradaki organiklere asla yetişemez, arada büyük lezzet farkı var.
Köydeki çocukluk arkadaşlarımdan Sersegillerin Kemo, Sırpıncakgillerin İmo ve Ana Türkangillerin Memo’sunu görmek çok güzeldi. Köyümüzün insanlarını çok seviyorum, hangi yaşlıyı görsem yanaşıp “amcacım verin elinizi öpeyim” diyorum, ancak bu amcalardan bazıları yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşlarım çıkınca çok bozuluyordum. Onlar mı yaşlı yoksa ben mi kendimi küçük görüyorum... Neyse çok yorgunum bu meseleyi geçelim.
Köydeki ikinci günümüzde, bizim buralarda ziyaret denen yatırları gezmeye başladık. İlk durak Harput’taki Fatih Ahmet Baba’ydı. İzmir’de yaşayan Gülnaz ablam kurbanlık bir keçi aldı, bu tatlı keçi sabahın erken saatinde kesildikten sonra, orada dualarımızı ettik, dileklerimizi diledik ve bir bağ evine doğru hareket ettik. Çok sempatik biri olan emmim oğlu Mustafa’nın bizi götürdüğü bağ inanılmaz güzeldi. Harput’ta yüzlercesi olan ve genellikle boz dağlarla çevrili küçük vadilerde kurulan bağ evlerinden biriydi burası. Yazın sıcağından kaçıp bu serin bahçelere sığınan Elazığlılar gibi yapmış, buz gibi kaynak suyunun önünde yer alan asmanın altına nefis bir kahvaltı sofrası kurmuştuk. Büyük ablam Fatma Öztürk kahvaltı hazırlama konusunda tam bir usta. Bahçedeki binlerce meyve ağacından yayılan güzel kokular eşliğinde şavak peyniri, taze doğranmış sebzeler ve daha bir sürü şeyle kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltı sonrası Pertek’e geçtik. Elazığ ile Pertek arasında baraj gölü var, karşı kıyıya geçmek için arabalı vapuru kullandık. Tanrım bu masmavi sular, bu doğa ne kadar güzel. Elazığ değeri ölçülemez bir elmas bence, sadece onu tıraşlayıp değerine değer katacak çılgın fikirli milletvekillerine ve resmî yöneticilere ihtiyaç var. Bu anlamda dışarıdaki Elazığlılar da bu kente sahip çıkmalı. Fakat dilerim Elazığ’a sanayi girmez, bunun yerine daha çevreci bir ekonomi gelişir. Düşünün bir Elazığ’da Las Vegas gibi bir kumarhane bölgesi kurulmuş, zaten havalimanımız yakında uluslararası oluyor ve düşünün ki İsrail’in, Rusya’nın, İran’ın, Arap ülkelerinin ve Kafkas Cumhuriyetlerinin zenginleri sadece bir kaç saatlik uçuştan sonra bu şehrin kumarhanelerine geliyor ve para harcıyor. Belki o zaman bu kentte yüksek maaşlı iş kolları gelişir ve ekmeğini dışarıda arayan biz beyaz yakalı Elazığlılar, memleketlerine geri dönme imkânı bulur. Bizim dönüşümüz, kentin bazen çok can sıkıcı olan muhafazakâr sosyal yapısını da kırabilir. Evet, ben ciddi ciddi Elazığ’da yaşamak istiyorum ama Marksist bir yaklaşımla önce şartların olgunlaşması lazım diyorum ve şimdilik duruyorum durduğum yerde.


TEK KELİMEYLE


Muhafazakârlığa karşı türban

Elazığ iyidir güzeldir ama bu şehirde (köyleri farklı) kadınlar erkeklerin egemen olduğu alanlara pek giremez, nedeni ise Elazığ’ın kendine özgü muhafazakâr yapısı. Ancak şimdi bu durum türbanlı kadınlar sayesinde değişiyor; türbanın onlara sağladığı rahatlıkla erkeklerin dünyasına giriyorlar: dondurma satıp, tezgâhtarlık yapıyorlar, böylece kentin muhafazakâr yapısını kırıyorlar.


Köylü siyasi değil ekonomik düşünüyor

Elazığ esnafı ve köylüler, genel seçimde kararlarını ekonomik çıkarlarına göre vereceklerini söylüyorlar, örneğin geçmişte AKP’ye ve Ağar nedeniyle DYP’ye oy verenler bu kez “Kılıçdaroğlu” diyor, gerekçeleri ise şu: AKP bir dönem daha kalırsa nasıl olsa gidecekler diye bizim için bir şey yapmaz, Kılıçdaroğlu güven verici ve yeni bir yüz, üstelik doğulu ve bizim halimizden anlar”.


Elazığ’ın bestseller yazarı

Elazığlı dostum Nazım Demirbağ sayesinde, şehirde oldukça meşhur olan ve kitapları büyük ilgi gören romancı Metin Aktaş ile de tanışma şansım oldu. Son Derviş, Nişancı gibi romanlara imza atan Aktaş’ın yeni çalışması ise Sürgün. Yaşadığı bölgenin tarihini ve insanlarını çok iyi bilen Aktaş, bölge gerçeklerinden hareket ederek sürükleyici politik aksiyon romanları yazıyor.


Beş yıldızlı servis elemanları

Pertek İlçesi’ni ziyaret ederken ilçede işadamı Selahattin Şerefoğlu girişimiyle kurulan beş yıldızlı kaplıca tesislerini de inceleme fırsatı buldum. Bu muhteşem güzellikteki lüks tesiste asıl dikkatimi çeken şey, tesisin beş yıldızlı çalışanlarıydı; hepsi çok kibar, çok sabırlı ve müşterilerle iletişim kurmayı çok iyi biliyorlar.
edit post

Comments

0 Response to 'Elazığ’da ne Ahmet kalmış ne de Mehmet'