Cumartesi öğleden sonraydı , benim en rahat en gevşek olduğum gün. Chelsea civarlarındayım, küçük dükkânları, kitapçıları gezip öylesine bakınıyorum... Üzerimde, arka tarafında çok ayıp yazılar yazan yırtık pırtık bir tişört var, altımda ise her zamanki gibi şort, yani benim haftasonu üniformam.
17. sokağın üzerinde Angel Street Thrift Shop adlı ikinci el esyalar satan bir yere girdim. Buraya insanlar evlerindeki eski mobilyaları , elbiseleri, süs esyalarını, takıları bağışlıyor... Burayı işleten ise HIV/AIDS’liler ve zihinsel olarak sağlıklı olmayanlara ücretsiz yardım eden bir kuruluş. Sağı solu incelerken bir baktım bizim Murat Berk aradı; “Gel seni bu akşam bir yere götüreyim” diyor, azıcık düşündüm düşündüm, “olur” dedim. Sonra kendime bir gömlek-pantolon almak için oradan çıktım. Gideceğimiz yer bir dergâh ve ben oraya bu kılıkta gidemezdim; Allah korusun çarpılır marpılırım, neme lazım.
Tam ben kasada ödeme yapıyordum ki Murat aradı, “Geldim köşedeyim”. Akşamın 7:00’si olmuştu. Hızla dışarı çıkıp, atladım arabaya.. Manhattan’daki West Broadway üzerinde yer alan dergâha doğru gidiyoruz. Arabada bir yandan da yeni aldığım pantolonu giyiniyorum, gömleği zaten giymiştim. Bu arada biraz heyecanlıyım, hayatımda hiç dergâha gitmişliğim yok ki...
İşte geldik, arabayı parkedeceğimiz yeri de bulduk... Orada biraz oyalandık, çetemizim öteki üyesi Abdullah Karataş da geldi. Oruçlu, beti-benzi solmuş, belli çok halsiz, kolay mı bu uzun yaz günlerinde oruç tutmak. Ben oruç tutmadığım halde şimdiden çok acıktım. Neyse üçümüz birlikte içeri girdik. Alt katta küçük bir giriş yeri var, ayakkabılarımızı burada çıkardık. Bizimkiler yukarı abdest almaya çıktılar. Bense dar, yüksek tavanlı ve uzun bir salona girdim. Duvarlar beyaz badanayla boyanmış tuğladan, yerde birbirinden farklı halılar, içerde başında dantel takke bulunan gözlüklü bir kadın var, önündeki rahleye laptopunu koymuş, ne okuyor bilmiyorum. Bir yaşlı kadın ile genç bir kız girdi içeri, gidip ileride halının üzerine sırtüstü uzandılar, Tanrının evi burası elbette rahat olmalılar. İki kadının da başında saçlarının yarısını kapatan şeffaf tülbentler var. Sağ kenarda siyah bir erkek dua ediyor. Az ileride sarışın çok güzel bir kız yoga yapar gibi öylece oturmuş. Aslında burası bir meditasyon merkezi gibi, bir huzur durağı sanki, ruhu gündelik hayatın çalkantılarıyla yorgun düşen pek çok New Yorklu için dinginlik bulacakları bir mekân. Fonda büyüleyici sesli bir müezzin müzikal biçimde Kur’an okuyor. Ben de bir köşeye çekilip oturdum, düşünüyorum, ama kara kara değil tabii... Aniden bir kelebeğe dönüştüm ve tavana doğru yükeselmeye başladım. Duvar ve tavanın kesiştiği çizgiye yakın asılan, üzerinde Arapça yazılar bulunan yuvarlak çerçevelerden birinin üzerine kondum, sonra diğerine, sonra diğerine.. ardından gidip ağaçtan ahşap oymalı mihrabın altına girdim, sonra çıkıp karşı köşedeki minberin üzerinde iki tur attım ve aşağıya doğru pike yaparak gelip eski yerime oturdum.
Gözüm buranın şeyhi olan Shaykha Amina al-Jerrahi’yi arıyor. Ama bugün yokmuş. Kendisi Amerikalı. Türkiyelilere çok büyük sempatisi varmış. Nedeni ise bu sufi akımını New York’a getiren Muzaffer Ozak. Karagümrük’teki Cerrahi Tekkesi’nin bu ünlü hocası 80’lerin başında çıktığı Avrupa turunun ardından Amerika’ya geçiyor ve orada da temaslarda bulunuyor, yaptığı konuşmalarla pek çok insanı etkiliyor. Onun ardından Manhattan’da burası, yani Nur Aşkı Cerrahi Dergâhı doğuyor. Bir de Tosun Baba’nın başında olduğu ikinci bir dergâh var, o da New York’un kuzeyinde. Burada Shaykh Muzaffer al-Jerrahi olarak bilinen Muzaffer Hoca’nın, “İslam berrak bir sudur, içine döküldüğü her bir kabın şeklini ve rengini alır” sözünde kendini belli eden hoşgörü, açıklık ve esneklik, Cerrahilerin Amerika’da yayılmasını kolaylaştırdı. Washington, Atlanta, Kansas gibi şehirlerde merkezleri var, hatta güneyde Meksika, Brezilya ve Arjantin’e kuzeyde ise Kanada’ya kadar bütün Amerika kıtasına yayıldılar.
Bu arada namaz vakti geldi, erkekler ve kadınlar birlikte namaz kıldılar. Sonra yukarı kata çıktık, New York’taki Türk Müziği Derneği’nin üyelerinden olan Cahit Oktay ve Hüseyin Denizhan da oradaydı. Bu akşamki iftarı onlar veriyorlar. Beyaz örtülü yer sofralarında iftar açıldı. Mönüde mercimek çorbası, cacık, etli pilav, kırmızı lahana salatası, karpuz ve kivi vardı. Yemeğin ardından çeşitli ırk ve ülkelerden gelmiş bu insanlar, saz eşliğinde ilahiler okudu, Alevi türküleri de söylendi. Ayrıldığımızda gecenin 12:00’siydi. İyiki de gitmişim, güzel vakit geçirdim. Hazır Biricik Suden Hanım davet etmişken, Türkiye’ye geldiğimde ilk işim Cerrahi Dergâhı’nı ziyaret etmek olacak.
17. sokağın üzerinde Angel Street Thrift Shop adlı ikinci el esyalar satan bir yere girdim. Buraya insanlar evlerindeki eski mobilyaları , elbiseleri, süs esyalarını, takıları bağışlıyor... Burayı işleten ise HIV/AIDS’liler ve zihinsel olarak sağlıklı olmayanlara ücretsiz yardım eden bir kuruluş. Sağı solu incelerken bir baktım bizim Murat Berk aradı; “Gel seni bu akşam bir yere götüreyim” diyor, azıcık düşündüm düşündüm, “olur” dedim. Sonra kendime bir gömlek-pantolon almak için oradan çıktım. Gideceğimiz yer bir dergâh ve ben oraya bu kılıkta gidemezdim; Allah korusun çarpılır marpılırım, neme lazım.
Tam ben kasada ödeme yapıyordum ki Murat aradı, “Geldim köşedeyim”. Akşamın 7:00’si olmuştu. Hızla dışarı çıkıp, atladım arabaya.. Manhattan’daki West Broadway üzerinde yer alan dergâha doğru gidiyoruz. Arabada bir yandan da yeni aldığım pantolonu giyiniyorum, gömleği zaten giymiştim. Bu arada biraz heyecanlıyım, hayatımda hiç dergâha gitmişliğim yok ki...
İşte geldik, arabayı parkedeceğimiz yeri de bulduk... Orada biraz oyalandık, çetemizim öteki üyesi Abdullah Karataş da geldi. Oruçlu, beti-benzi solmuş, belli çok halsiz, kolay mı bu uzun yaz günlerinde oruç tutmak. Ben oruç tutmadığım halde şimdiden çok acıktım. Neyse üçümüz birlikte içeri girdik. Alt katta küçük bir giriş yeri var, ayakkabılarımızı burada çıkardık. Bizimkiler yukarı abdest almaya çıktılar. Bense dar, yüksek tavanlı ve uzun bir salona girdim. Duvarlar beyaz badanayla boyanmış tuğladan, yerde birbirinden farklı halılar, içerde başında dantel takke bulunan gözlüklü bir kadın var, önündeki rahleye laptopunu koymuş, ne okuyor bilmiyorum. Bir yaşlı kadın ile genç bir kız girdi içeri, gidip ileride halının üzerine sırtüstü uzandılar, Tanrının evi burası elbette rahat olmalılar. İki kadının da başında saçlarının yarısını kapatan şeffaf tülbentler var. Sağ kenarda siyah bir erkek dua ediyor. Az ileride sarışın çok güzel bir kız yoga yapar gibi öylece oturmuş. Aslında burası bir meditasyon merkezi gibi, bir huzur durağı sanki, ruhu gündelik hayatın çalkantılarıyla yorgun düşen pek çok New Yorklu için dinginlik bulacakları bir mekân. Fonda büyüleyici sesli bir müezzin müzikal biçimde Kur’an okuyor. Ben de bir köşeye çekilip oturdum, düşünüyorum, ama kara kara değil tabii... Aniden bir kelebeğe dönüştüm ve tavana doğru yükeselmeye başladım. Duvar ve tavanın kesiştiği çizgiye yakın asılan, üzerinde Arapça yazılar bulunan yuvarlak çerçevelerden birinin üzerine kondum, sonra diğerine, sonra diğerine.. ardından gidip ağaçtan ahşap oymalı mihrabın altına girdim, sonra çıkıp karşı köşedeki minberin üzerinde iki tur attım ve aşağıya doğru pike yaparak gelip eski yerime oturdum.
Gözüm buranın şeyhi olan Shaykha Amina al-Jerrahi’yi arıyor. Ama bugün yokmuş. Kendisi Amerikalı. Türkiyelilere çok büyük sempatisi varmış. Nedeni ise bu sufi akımını New York’a getiren Muzaffer Ozak. Karagümrük’teki Cerrahi Tekkesi’nin bu ünlü hocası 80’lerin başında çıktığı Avrupa turunun ardından Amerika’ya geçiyor ve orada da temaslarda bulunuyor, yaptığı konuşmalarla pek çok insanı etkiliyor. Onun ardından Manhattan’da burası, yani Nur Aşkı Cerrahi Dergâhı doğuyor. Bir de Tosun Baba’nın başında olduğu ikinci bir dergâh var, o da New York’un kuzeyinde. Burada Shaykh Muzaffer al-Jerrahi olarak bilinen Muzaffer Hoca’nın, “İslam berrak bir sudur, içine döküldüğü her bir kabın şeklini ve rengini alır” sözünde kendini belli eden hoşgörü, açıklık ve esneklik, Cerrahilerin Amerika’da yayılmasını kolaylaştırdı. Washington, Atlanta, Kansas gibi şehirlerde merkezleri var, hatta güneyde Meksika, Brezilya ve Arjantin’e kuzeyde ise Kanada’ya kadar bütün Amerika kıtasına yayıldılar.
Bu arada namaz vakti geldi, erkekler ve kadınlar birlikte namaz kıldılar. Sonra yukarı kata çıktık, New York’taki Türk Müziği Derneği’nin üyelerinden olan Cahit Oktay ve Hüseyin Denizhan da oradaydı. Bu akşamki iftarı onlar veriyorlar. Beyaz örtülü yer sofralarında iftar açıldı. Mönüde mercimek çorbası, cacık, etli pilav, kırmızı lahana salatası, karpuz ve kivi vardı. Yemeğin ardından çeşitli ırk ve ülkelerden gelmiş bu insanlar, saz eşliğinde ilahiler okudu, Alevi türküleri de söylendi. Ayrıldığımızda gecenin 12:00’siydi. İyiki de gitmişim, güzel vakit geçirdim. Hazır Biricik Suden Hanım davet etmişken, Türkiye’ye geldiğimde ilk işim Cerrahi Dergâhı’nı ziyaret etmek olacak.
Comments
0 Response to 'New Yorklu Cerrahiler'