05.09.2010  - Taraf Gazetesi



Oy annecim oy, çok yorgunum. Cuma günü İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Türkiye’ye giriş yaptım. Pasaport kontrolünü geçer geçmez gidip oy sandıklarını buldum. Ne güzel ne cici sandıklar, onlara bakarken bunlardan harika arı kovanı olur diye düşündüm. Hemen valizlerimi yüklediğim el arabasını kenara park ettim. Bana gülümseyerek bakan görevlilere nüfus cüzdanımı ve pasaportumu uzattım. Onlar da TC kimlik numaramı bilgisayara girip, Amerika’da ikamet ettiğimi teyit edince elime bir zarf, bir küçük mühür ve bir de oy pusulası tutuşturdular, ben de onların tam karşılarında yer alan ve mağazalardaki soyunma kabinlerini andıran kabinlerden birine daldım, perdeyi kapamaya bile gerek görmeden bastım mührümü. Böylece sözümü tutmuş oldum ve EVET dedim. Hayatımda hiç tarihe geçmemiştim, umarım bu kez 12 Eylül referandumunda ilk oy kullanan erkek gazeteci olarak tarihe geçebilirim.
Niye yorgunum ondan bahsedeyim. Türkiye’ye dönüş kararı verdiğim için New York’taki son günlerimde arkadaşlarımla sürekli bir buluşma trafiği yaşadım. Dolayısıyla özellikle son üç gün o kadar yoruldum ki başım dönüyor, gözlerim kararıyordu. Buluştuğum insanlar arasında Dan de vardı. Bari gitmeden birlikte bir yemek yiyelim dedik. Dan’i görmeyeli hafta mı oldu ay mı, unuttum. O’nu görünce şaşırdım, çünkü Dan de benim gibi kendini iyice koyuvermiş: sakallar uzamış, Gym’e eskisi gibi gitmiyor ve en kötüsü sürekli her şeyden şikâyet ediyor. Kendi Hedge Fund şirketini kurduğunu size söylemiş miydim bilmiyorum, bazen kafam karışıyor, acaba size mi söyledim yoksa Naciye’ye mi söyledim. Her neyse, onu bu hale sokan bu işi; bu ekonomide bu tür işler kolay değil.
Dan’le eve yakın olsun diye Greenwich Village’de bir yere gidelim dedik, ben randevuya ancak akşam sekizde gidebildim, ama geç geleceğimi çok önceden haber verdim. Yazık, çocukcağızın aslında 21:00’de yatması lazım ki sabah 5:00’te kalkabilsin. Aman niye yazık olsun ki biraz da o fedakârlık yapsın, çok bencil bir insan. Bu bencilliği her şeyine yansıyor, yemekte sürekli tabağımdan yemek alıyor, bu defa rokalı tavuğumdan koca bir parça aldı mesela, yanında ısmarladığım ıspanak sotemin ise yarısını götürdü. Paylaşmayla ilgili bir sorunum yok ama onun bu huyunu hiç sevmiyorum, çünkü alırken vermeyi hiç akıl etmiyor, bu onun çok fazla egosantrik olmasından kaynaklanıyor, her şeye kendi merkezinden baktığı için yerkürenin onun poposunun üzerinde döndüğünü sanıyor. Zaten ne zaman buluşsak hep kendini ve kendi acılarını anlatıyor, sanki Gothe’nin Genç Werther’i mübarek...
Dan, New York’un bütün lokantalarını tavaf ettiği için ondan bir İtalyan lokantası seçmesini istemiştim, 7. Cadde üzerindeki küçük bir lokanta var, oraya gittik. Bizim yaşlı Werther (aynı yaştayız) başladı şikâyetlerine. New York’ta artık yaşamak istemiyorum diyor. Peki neden? O’na göre bu şehrin gizli surlarından içeri sızmayı başarabilmişler için her şey egodan, egonun tatmininden ve bu egonun kendini gösterme merakından ibaretmiş. İnsanlar için ne kadar paran olduğu, nerede oturduğun, kimleri tanıdığın, hangi lokantalarda yemek yediğin önemliymiş. Bu çocuğun kafasına ya bir şey düştü ya da elindeki hisseler düştü, öyle ya şikâyet ettiği her şey kendisinde fazlasıyla mevcut. Ayrıca New York’u niye suçluyorsun canım, Allah Allah... Benzeri eğilimde insanlar Elazığ’ın köylerinde bile var.
Ayrıca kimsenin kendi egosundan rahatsız olmasına ve utanmasına gerek yok, bütün incelik, işin ayarını tutturmakta. Nitekim Dan’le buluşmamızın bir sonraki günü Naciye ile birlikte bizim Abdullah’ın kendi dostlarına verdiği iftar yemeğine gitmiştik. Orada Naciye güzel bir laf etti, “Ben New York’ta kendi egomu keşfetme imkânı buldum, çünkü ne istediğimi, neyi sevdiğimi, kendi önceliklerimin de olabileceğini asıl burada öğrendim. Türkiye’de herkes aslında biraz başkaları için yaşıyor, kendini keşfedebilmek de her insana nasip olmuyor”. Naciye çok haklı, bu şehre herkes bir yerlerden geliyor. Geldiğiniz yerlerde sizi kontrol eden güçlerin uzağına çıktığınızda kendinizi dinleyebiliyor, kim olduğunuzu daha iyi anlayabiliyor ve ona göre kendi benliğinizi ve egonuzu besleyip doyurabiliyorsunuz.

Her şey egosantrik ve allosentrik arasındaki dengeyi kurmakla ilgili.
Yani hayat ve insanlarla ilişkilerinizde sadece kendinizi merkez alan egosantrik bir tutum mu izleyeceksiniz yoksa, başkalarının tutum davranış, inanç ve sizden beklentilerini baz alıp ona göre bir tutum mu sergileyeceksiniz. Sağlıklı olan ne biri ne de öteki. Her ikisini de belli bir dengeyle kendinizde bulundurmak.


TEK KELİMEYLE


Williamsburg’de pazar gezmesi

Williamsbug, 10 sene evveline kadar insanların girmeye korktuğu bir semtti. Oysa Manhattan’dan L trenine atladığınızda sadece birkaç dakika tutuyor. Çünkü Doğu nehrinin karşı yakasındaki ilk durak Willamsburg. Buraya önce Manhattan’daki yüksek kiralara gücü yetmeyen sanatçılar taşındı, onlar sanat galerileri, küçük şirin lokantalar ve kafeler açtılar. Bunun üzerine semt güzelleşip güvenli bir hale geldi. Geçen haftasonu oradaydım, çok keyifli bir muhit, yalnız ev fiyatları patlamış, nedeni ise paralı insanların burayı istila etmeye başlaması.


Tam bağımsız gey cumhuriyeti

Geçenlerde çok sevdiğim bir gey arkadaşım söyledi, New York’lu geyler arasında bir gey ülkesi kuralım geyiği başlamış. Gerekçe özetle şöyle: “Yahu kardeşim, bize de evlenme hakkı verin, şu hakkı verin bu hakkı verin diye devlete ve millete laf anlatmaktan bıktık usandık. İyisi mi bir kooperatif kuralım, bastıralım paraları ve Musevilerin İsrail’de yaptığı gibi kendimize büyük bir toprak parçası ya da bir ada alıp orayı gey ülkesi yapalım, bağımsızlığımızı ilan ederiz, ordumuz olur, dünyanın bütün geyleri, ülkeye taşınır, müreffeh ve mutlu oluruz. Hatta biz de heteroların evlenmesini yasaklarız.”


Sarı gazeteciliğin baronu Fox TV

Sendikanın nasıl sarısı varsa gazeteciliğin de sarısı var. Gazetecilik değil manipülasyon yapmak, aslı astarı olmayan haber ve yorumlar yayımlamak, bir konuyu tam araştırmadan, altını tam doldurmadan, tümüyle yayın grubunun niyeti neyse ona göre eğip bükerek kullanmak ve sansasyonlara yönelik haberlerle kışkırtıcılık yapmak sarı gazetecilik oluyor. Frameshopisopen.com adlı blogunda medyaya ve medya diline yönelik güzel makaleler yazan Jeffrey Feldman, Fox TV’nin, Amerika’da sarı gazeteciliğin baronu olduğunu yazıyor. Nasıl mı yapıyor bunu? Obama’ya bir gün komünist, öteki gün gizli Müslüman, bir başka gün aşırı radikal gibi yaftalar yapıştırıp, politikanın rengini de sarıya çevirerek...

edit post

Comments

0 Response to 'Ben, ben ve yine ben'