Koş Hıdır koş, geç kalıyorsun... Tren, Hudson Nehri’nin altındaki tünelden çıkıp, yıkılan ikiz binaların yerine yapılan inşaatın altına giriyor, burası son durak, fırlayarak yeryüzüne çıkıyorum, Broodway Caddesi üzerinden aşağıya doğru koşarak Manhattan’ın okyanusla buluştuğu burun bölgesine doğru ilerliyorum, buralara financial district deniyor, yani finans bölgesi.
Hava çok güzel, telefonuma bakıyorum, Naciye aramış üç kez, ikinci anam, niye arıyorsun anacım geliyorum işte... Gittiğim yer Alvan Center denen bir yer, bir binanın dördüncü katı. Burada bu akşam Ara Dinkjian ve arkadaşlarının konseri olacak. Konserin yapılacağı salon çok küçük, içeride yaklaşık 200 dinleyici var, dolayısıyla bir çeşit butik konser gibi, müzisyenlere çok yakın durarak müzik dinlemek büyük bir lüks benim için.
Kapıdan girerken internetten bilet için yaptığım 20 dolarlık ödemenin çıktısını gösteriyorum, çok ucuz bir konser. Naciye’yi buluyorum, Ara ile tanıştırıyor beni. Çok kısa sohbet ediyoruz (ısınıyoruz birbirimize, ne de olsa ailesi Harput ve Diyarbakırlı), gazetecilik tavırları takınıp adamcağızı esir almak ve sorularımla taciz etmek istemiyorum; onunla konuşmak isteyen başka insanlar da var çünkü. Ara, zaten çok iyi bildiğim bir müzisyen, hani bizim Sezen Aksu’nun Sarışınım ve Gülümse, Ahmet Kaya’nın Ağladıkça gibi şarkılarının bestecisi olan büyük ERMENİ MÜZİSYEN. Hatta Sarışınım, Dinata Dinata ismiyle Yunanistan’daki Olimpiyat Oyunları’nın kapanış törenlerinde, Yunan şarkıcılar tarafından seslendirilmişti.
Ara’yı keşke tanısanız, ne kadar mütevazı, sade, sıcak ve beyefendi bir insan olduğunu fark ederdiniz. New Jersey eyaletinde yaşıyor, bir kilisede org çalıyor, öğrencileri var, onlara ud dersleri veriyor.
Az kalsın unutuyordum, ARA, KARDEŞ TÜRKÜLER’LE BİRLİKTE KONSER VERMEK İÇİN HAZİRANDA TÜRKİYE’YE GELİYOR. Konserler İzmir ve İstanbul’da olacak. “Nasıl, Türkiye’deki yeni müzisyenleri pek takip edebiliyor musun” diye soruyorum, “Yok valla, pek edemiyorum, daha doğrusu yeni müzisyenleri takip etmemeye çalışıyorum, onların etkisinde kalıp değişmekten korkuyorum, ben farklı bir adamım, taş plak biriktiriyorum” diyor. Ara’nın evinde 500 adet taş plağı var.
Hadi bakalım, yerimize geçme vakti, Naciye’nin arkadaşı Paul ve erkek arkadaşı da orada. Bu arada yerime oturunca sırtıma bir el değdi, döndüm baktım Laila’ymış, uzun zamandır görmüyorduk birbirimizi, kendine bu defa da Faslı bir sevgili bulmuş, diğer sevgililerinin aksine gösterişsiz ama sevimli bir insan. Laila uzun, çok güzel bir Afgan kızıdır... Susalım, konser başlıyor.
Grupta dört kişi var: Ara ud çalıyor, Seido darbuka; bu adamcağız bana ilk adını söyleyince “Kürt müsün?” dedim, “Değilim valla, Makedonum” dedi. İste bende de böyle tuhaf bir alışkanlık gelişti, kimle tanışsam “Kürt müsün” diye soruyorum, neler oluyor, iyi miyim kendimde miyim acaba... Seido inanılmaz yetenekli bir darbukacı, izleyicileri, aralarda yaptığı sololarla mest etti. Gündüz bir ofiste çalışıyor, akşamları da fırsat buldukça müzikle ilgili şeyler yapıyor. Bu arada klarnetçi İsmail Lumanovski de Makedon. Gencecik bir çocuk daha, kızlar onun gamzelerine bayılıyor, bense klarnetteki inanılmaz yeteneğine, sadece ben değil, herkes... Kendisi müzik eğitimi görüyor, ileride adını bir yerlerde duyarsanız hiç şaşırmayın... Zaten NY Gypsy All-Stars Band adlı bir grupla çalıyor. İngilizce konuşmaya başladım kendisiyle, bana Türkçe cevap verdi, yarı Türkmüş meğer. Kanunda ise Tamer Pınarbaşı var. Ara’ya göre kanun çalma konusunda devrim yaratmış, iki parmağını değil, bütün parmaklarını kullanıyor, üstelik ne yüksük ne de tırnaklarını kullanıyor, parmak uçlarıyla dokunuyor tellere...
Konser, Tamburi Cemil Bey’den başladı, Ara’nın kendi bestelerine kadar gitti. Sezen’in seslendirerek meşhur ettiği Vazgeçtim şarkısı çalınca baktım Naciye kendinden geçmiş, ileri geri, sağ sol sallanıp duruyor, hafiften de şarkıları mırıldanıyor, ben de öyle. Aaa bir baktım Paul ve Allan de sallanmaya başladılar. Bu güzel anda bile ben halüsinasyonlar görmeye devam ediyorum. Bir ara pencerenin dışında Ahmet Altan’ın yüzünü gördüm sanki, göz göze geldik, bana dedi ki “Hıdır evladım, pazar günü bu konseri yaz da biraz gözümüz gönlümüz açılsın”, ben de dedim ki “Olmaz, ben başka bir konuyu yazdım”. Ahmet Bey’in gözlerinden alevler çıkmaya başladı, içimden küçük bir çığlık attım; annecimmm, kapatın perdeleri lütfen, tamam işte yazıyorum...
Comments
0 Response to 'Bu akşam Ermeniyim'