04.04.2010 - Taraf Gazetesi

Buraları son bir haftadır sular seller götürüyordu, yağ yağ bitmedi yağmur. Yaşadığım evin önü, işe gidiş saatlerinde göl gibi oluyordu, her ne kadar ceylan gibi sekerek suya batmamaya çalışsam da, yine de çoraplarıma su kaçıyordu. Allahtan geçen perşembe yağmur durdu ve insanın içini karartan kapalı hava, açmaya başladı. Merak ediyorum böyle kötü havalar psikolojimi ne derece etkiliyor diye? Bunun için bilinçaltıma inmem lazım, oraya da merdivenle inilmiyor, tek yol var; Freud ne diyor, “rüyalar bilinçaltının yansımasıdır”, o halde rüyayı anahtar olarak kullanıp, ne var ne yok diye bilinçaltımın kapılarını açabilirim.
İşte o günlerde gördüğüm bir rüya: Bir basın gezisine katılmak için Türkiye’ye geliyorum, gazetecilerle birlikte İstanbul’da bir kuleyi ziyaret ediyoruz. Yeni inşa edilmiş bu kule, Türkiye’nin gururuymuş. Kulenin tepesine çıkınca donakalıyorum: gök kubbe ikiye bölünmüş gibi, bir tarafı karanlık ve kapalı, hiçbir yeri göremiyorsunuz, diğer tarafı ise güneşli ve açık. “Neden böyle” diye soruyorum. “Binanın terasından İstanbul tarafını görmek yasak bu nedenle o yön karartıldı, açık taraftan ise sadece Manhattan’ı görebilirsiniz” diyorlar. Manhattan mı, ben neredeyim... Derken kule sallanmaya başlıyor, yere kapaklanıyorum ve kulenin aslında süngerden yapılma olduğunu fark ediyorum, sünger kule rüzgârın etkisiyle yandaki Empire State binasına doğru eğilip dururken, terastan yuvarlanıp aşağıya düşeceğim diye çok korkuyorum. Etraftakilere, “İnelim” diyorum, kimsenin tıngırdadığı yok. Asansöre koşup, Z’ye basıyorum, asansör yok oluyor, ben bir çoraba tutunmuş, boşlukta salınırken buluyorum kendimi, yağmur yağıyor, aşağı bakıyorum, düşeceğim, annecimmmm...
Eee rüyalar, gündelik hayatta ne yaşanıyor ne hissediliyorsa bunların farklı bir kombinasyonu gibi. Siz yatağınızda uyurken birden ötüveren çalar saatiniz, rüyanızda da çalabilir... Mesela o kule, bir kaç gün önce Semih’le önünden geçtiğimiz Village’deki kilise binasının kulesiydi, kapalı gök kubbe buradaki havanın durumuydu, peki İstanbul? Hâlâ bir tarafım orada bir tarafım burada, o nedenle... Peki, bütün bu sembollerin anlamı ne? O kule Türkiye’yi sembolize ediyor, her an sallantıda, her an dengeler değişebilir, istikrarsız bir ülke. Yarısı karartılmış gök kubbe ise yine Türkiye’deki sansürcülüğü, özgürlük eksikliğini ve YASAKSEVİCİLİĞİ sembolize ediyor.Ya benle birlikte geziye katılan insanlar?... Onlar da medya sektörünün güvenilmezliğini ve vurdumduymazlığını sembolize ediyor... O asansörden düşme olayı ise benim hem medya sektöründe hem vatanımda kendimi güvende hissetmediğimi sembollüyor.

Polemiğin sorgulanması gerek

Gerçekten de öyle Türkiye’deki medya sektörü beni korkutuyor. Yakın zaman önce polemiğe giren dört yazardan her birinin yazısını okuduğumda buz kesiyordum. Geçmişteki ortak yaşanmışlıkları ele veriyor, birbirlerinin iş arama ve bu konuda uğraş sarf etme hakkını küçümsüyorlar, işten atılmayla alay ediyorlar, hatta biri, elinde ciddiye alınır belge olmadan diğerini ajanlıkla itham etme hoyratlığını bile gösterdi. Bugün gelinen noktada kötü bir alışkanlık olan polemiğin ciddi ciddi sorgulanması gerekiyor. Nitekim filozof Foucault, polemiğin aslında yararsız ve ciddiyetsiz bir tartışma yöntemi olduğunu çok açık ifade etmişti. Tümüyle onun düşüncelerinden ilham alarak devam edeyim; Gazeteciler arasındaki polemiklerde, bir meseleyi açıklığa kavuşturmaktan öte, karşı tarafı vurmak, yıkmak ve güvenilirliğini zedelemek hedefleniyor, bu nedenle doğru ya da yanlış olduğu önemsenmeden, ele geçirilen (hatta uydurulan) bilgiler eteğe toplanıp öldürücü taşlara çevriliyor, sorumsuzca, çoğu zaman haddini aşarak, taş yağmuruna tutuluyor karşı taraf. Bu süreçte, polemiği başlatan kendini nedense erdem sahibi bir otorite olarak görüyor ve düşmanını yargılayıp oracıkta ipini çekmeye çalışıyor. Polemikçi genellikle vahşi bir üsluba sahip, gözü kara ve manipülatif. Peki, düşman taraf? O taraf, çoğu zaman ayağının önüne kurulan tuzağın kapanına kendini kaptırıveriyor, çünkü sessiz kalmayı, kabullenmek olarak görme hatasına düşüyor. Bir kere cevap verilince de ister istemez karşı tarafın çirkin üslubunu kullanmak durumunda kalıyor. Yani aslında, kuralları öteki tarafça belirlenen oyunun parçası oluyor. Sonuçta bu tür kavgalar, bazı okurlara eğlenceli gelen bir çamur güreşine dönüşüyor. Bundan kazançlı çıkansa polemiği başlatan kişi, çünkü yaratıcı incelemeler yazmak, belli ilkeler üzerinden eleştiri yöneltmek yerine, asalak bir tutum sergiliyor ve başkalarına çamur atarak onlar üzerinde güç sahibi oluyor. Şimdi, köşe yazarlarının, polemik konusunda ayaklarını biraz denk almaları ve modası geçmiş olan, saygı, sorumluluk, ayıp, terbiye, alçak gönüllük ve hakkaniyet kavramlarını ilke edinmelerinin vakti geldi.

TEK KELİMEYLE

Easter yumurtaları

Arkadaşlara gönderilen eğlenceli e-maillerin ve facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine eklenen esprili videoların bu haftaki yıldızlarından biri yumurtaydı, çünkü Hıristiyanlar, Easter’i kutluyor (Türkiye’de Paskalya Yortusu deniyor) ve Easter’in en önemli sembolü de haşlanmış yumurta. Fırsat bu fırsat, bütün Hıristiyan okurlarıma mutlu bir paskalya günü diliyorum.

Pardon, etnik kökeniniz ne?

Amerika’da her 10 yılda bir yapılan nüfus sayımı için evlere formlar gönderildi. Doldurulup nüfus bürosuna gönderilen formlarda etnik köken de soruluyor. Seçenekler şunlar: Siyah, Beyaz Latino, Hintli, Alaska yerlisi, Havai yerlisi, Kızılderili, Çinli ve ek olarak da “başka’ seçeneği var, şimdi bazı Türk dernekleri, Amerikalı Türklerden, o boşluğa “Türk” yazmalarını istiyor.

Her apartmana bir sanat eseri

New York’ta, yaptıkları binalara değer katmak isteyen müteahhitler yeni bir moda başlattılar: Binaların önlerine ya da lobilerine, heykel sanatçılarına sipariş edilen özel heykeller konuyor, tıpkı Silver Tower’ın önündeki bu yapıt gibi... Bizde de eskiden benzeri şeyler olurdu, eski Halk Sigorta binası önündeki Akdeniz heykelini hatırlayın.

Ricky abisi bu tavşanlar da gey

Burada herkes, “Ben geyim” diyen Ricky Martin’i konuşuyor. Resimdeki bu iki yakışıklı tavşan da çok konuşulanlar arasında yer alıyor; çünkü NY Times pazar eki, bu ikiliyi kapağına taşıdı ve sordu: “Onlar gey mi?”... Okurlardan biri yorum yazmış: “Hayvanlar da insanlarla aynı hislere sahip: korku, acı, mutluluk ve sevgi gibi, o halde neden tıpkı insanlar gibi onlar da gey olmasın.”
edit post

Comments

0 Response to 'Polemik ahlakı'