23.05.2010 - Taraf Gazetesi



Nerede kalmıştık, İtalyan Mahallesi’ndeydim, Mulberry Sokağı’ndan aşağıya doğru tıngır mıngır yürüyordum... Nihayet Canal Sokağı’na geldim, Yarabbim sana çok şükür, sonunda minik İtalya’dan kurtuldum... Canal Sokağı, Manhattan’ın batısından doğusuna doğru uzanan servi boylu bir sokak, bir çeşit hudut sokak aslında, İtalya bitiyor Çin başlıyor. Zavallı Marco Polo, birinden ötekine geçmek için ne çok yol tepmişti, bense birkaç adımda hop, minik İtalya’dan minik Çin’e varıverdim.
Canal Sokağı boyunca sağlı sollu küçük küçük mağazalar var, bu mağazalarda saatten eşarba, çantadan makyaj malzemelerine kadar her şey satılıyor. Kentin diğer mahalleleriyle kıyaslandığında her şey sudan ucuz. Beş buçuk dolara dört kap yemek yiyebileceğiniz yerler var. Hatta buralarda, Çinli kızların çalıştığı berber dükkânları var, kadınlar rock yıldızlarına yaraşır saç modeli yaptırıp sadece 30 dolar ödüyorlar, buna yıkama ve kurutma da dahil, başka yerde en az 100 dolara çıkarlar...

Çin Mahallesi’ndeki
ufak tefek lokantaların vitrinlerinde hep pişmiş ördekler asılı, milli yemek sanki, ne kadar vahşi, zavallı ördekçikler, ama itiraf etmeliyim ki lezzetli görünüyorlar, tok olduğum halde ağzım sulandı, sanki kına yakılmış da üzerine baklava şerbeti dökülmüş gibi duran halleri midemi çıldırttı.
Asıl Çin Mahallesi Canal Sokağı’nın alt tarafı, yani güney kısmı... Oralara gidip resim çektirsem ve facebook’a koysam, arkadaşlarım Çin’den geldiğimi düşünebilirler, çünkü dükkân isimleri Çince, alfabe Çince (artık Mandarin Çincesi mi Cantonese Çincesi mi onu hiç bilemiyorum), sağınızdan solunuzdan gelip geçenler Çinli... New York böyle bir şehir işte, sınırları çok keskin olmasa da her mahallenin bir teması var: bazı mahalleler etnik gruplara göre (Harlem: siyahlar, Latinler), bazıları cinsel kimliklere göre (Chelsea-Hell’s Kitchen: geyler), bazıları gelir gruplarına göre (Upper West side: zenginler), bazıları ilgi alanlarına göre (Williamsburg: sanatçılar, yazar çizerler) nüfuslanmış.
Yoruldum, bu kadar dolaşmak yeter, şuradan geri dönüp yürüye yürüye Village’e çıkayım bari... Mübarek Mulberry Sokağı’na paralel uzanan Mott Sokağı’ndan içeri daldım. Soldaki ne ilginç bir dükkân, kapının önü, Mısır Çarşısı’ndaki dükkânların önü gibi, kasaların içinde kuru bir şeyler var ama gözlerim iyi görmüyor ki, şöyle biraz yaklaşmam lazım, hepsi deniz ürünüymüş, denizde ne varsa burada kurusu var, midye, istiridye, scallops, palamuda bezer bazı balıklar... Çoğunun ne olduğunu anlayamıyorum, etiketlerin hepsi Çince ve Çin alfabesi kullanılmış, yani cebinizde Çince-İngilizce sözlüğünüz olsa da faydası yok. Kapının önünde duran kadıncağız ise sorularımdan bıkıyor artık, zaten sert bir kadın, 11. sorumdan sonra beni azarlar gibi bir şeyler söyledi ama anlamadım. Buradaki Çinli çalışanların çoğu büyük zorluklarla ülkelerinden çıkıp gelmişler, çoğu zor koşullar altında ve düşük ücret karşılığında da olsa inanılmaz çok çalışıyor, para biriktirip kendilerini güvenceye almak, çocuklarını iyi okullarda okutmak istiyorlar, bu nedenle, onlardan sizinle çok alışılır bir İngilizceyle konuşmalarını beklemek haksızlık.
Kadının gönlünü almak için içeri girip bir şeyler satın almak istiyorum, geçen bahsettiğim 1,5 dolarlık Oolong çayını buradan almıştım, sadece o değil, 2.5 dolara yeşil çay ve 2 dolara da zencefil çayı aldım.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, vejetaryen okurlarımdan sürekli protesto e-mailleri alıyorum, “et yeme sebze ye, dikkat et yazılarında sürekli et propagandası yapıyorsun” diyorlar. Ben zaten artık evde et pişirmiyorum, sadece sebze ve süt ürünleri yiyorum, lütfen izin verin bari lokantada et yiyeyim. Neyse şimdi de bu protestocu okurlarımın gönlünü almak için şu yandaki sebze dükkânına gireyim bari, Allahım inanamıyorum, fiyatlar, bizim mahalledeki kazıkçı Garden Of Eden adlı marketin yarısının yarısı, keşke buralara yakın otursaymışım, mutfak masraflarım azalırmış... Bir şeyler almak istedim ama peşin param yoktu, Çin Mahallesi’nde kredi kartı işlemiyor, para peşin kırmızı meşin.
New York’taki mahalle gezilerim sürecek, çok iyi bir insanım, sadece sizin için dolaşıyorum. Bu arada yazının başlığı ne anlama geliyor diye sormayın lütfen, bir anlamı yok, içimden öyle geldi, hadi ÇİN ÇİN!!!

TEK KELİMEYLE


İkiz kulelerin karşısına cami

New York’ta yapılması planlanan ve Cordoba House adı verilen 100 milyon dolarlık 13 katlı modern cami, şimdiden sorun olmaya başladı. Bazı milliyetçiler, caminin El-Kaide saldırısıyla yıkılan ikiz kulelerin tam iki sokak ötesinde kurulmasını, manidar ve gücendirici bir zıtlaşma olarak değerlendiriyor. Projeyi üstlenenlerin cevabı ise şu: “Hiç ilgisi yok, bu cami Müslüman ve Hıristiyan kardeşliğini güçlendirecek.”


Cumaya gidenler millileri gördü ama

Perşembe akşamı New York’ta küçük bir skandal yaşandı, süslenip püslenip harika Manhattan manzaralı Water Edge lokantasına gittik, Milli takım oyuncuları için bir resepsiyon veriliyordu, ancak ortada bir tek futbolcu yoktu, başkonsolosumuz Mehmet Samsar (resimdeki) çok üzgündü, ertesi gün New Jersey’deki Ulucami’ye namaza giden arkadaşlarım aradılar, “Futbolcuları sen göremedin ama biz gördük, hepsi Cuma’daydı.”


Erkekler için hepimiz lezbiyeniz

Christina Aguilera’nın yeni klipi I’m not myself tonight dolaşıma sokuldu, klipte çok belirgin bir lezbiyen vurgusu var, Christina, kadınlarla öpüşüyor ve neredeyse sevişiyor, tıpkı Lady Gaga’nın Telephone klipindeki gibi. Durumu Twitter arkadaşlarıma sordum, kanaatleri şu: Bunlar lezbiyenliğe bir faydamız olsun diye yapılmış klipler değil, sadece lezbiyen fantezisi olan hetero erkekleri çekmek için yapılmış.


Çay partisinin intikamı mı

İngiliz BP şirketinin Meksika körfezindeki tesislerinde başlayan petrol sızıntısı, Mississippi, Alabama ve Florida kıyılarında ciddi bir çevre felaketine yol açıyor. Bu nedenle bazı Amerikalılar şaka yollu “İngilizler çay partisinin intikamını mı alıyor” diyorlar. Bilen bilir, sömürgecilik döneminde, Amerikalılar, İngilizlerin yüksek vergilerine isyan ederek, 1772’de tonlarca İngiliz çayını Boston’da denize döküvermişlerdi.

edit post

Comments

0 Response to 'Çin Çin'