09.05.2010 - Taraf Gazetesi

Cuma günü işten erken çıktım doktora gittim, bahar nezlesi olmuşum, polenler yayıldıkça suratıma yumruk yemiş gibi oluyorum. Doktor sonrası eve döndüm, duşumu aldım, dişlerimi fırçaladım, giyindim ve sonra Kadir, Buket ve Lorin’le (henüz iki yaşında) buluştum, birlikte arabaya atlayıp Staten Island’a doğru yola çıktık, 20 dakika sonra oradaydık. Çok büyük bir lokanta kapatılmış; Ahmet Türk, Emine Ayna ve Selahattin Demirtaş oradalar. Bu üç siyasetçi New York gezilerini iptal etmişlerdi, ancak son anda alınan bir kararla New York’a geldiler, buradan New Jersey, Boston ve San Francisco’ya geçecekler.
İçeriye girelim bakalım neler oluyor, hop, yemek parası peşin, 50 doları duyunca gözlerimden alevler çıkıyor, soruyorum, “Yemekte neler var?”, görevli karşılık veriyor, “somon, biftek ya da tavuktan birini seçiyorsunuz, yanında Yunan salatası, İtalyan usulü makarna ve meyveli kek, alkol yok, su ve soda var”.

Ahmet Türk
salonun başköşesinde oturuyor, her zamanki gibi çok kalender duruyor, önünde bir makarna tabağı var, yoldan gelmiş, yorgun belli ki ama sürekli birileri gelip ona ya soru soruyor, ya da ayağa kaldırıp birlikte resim çektirmek istiyorlar, Ahmet Bey hiç sinirlenmiyor, çok kibar.
New York’ta yaşayan Kürtler kadar Türkler de Ahmet Türk’ü çok seviyorlar, bu nedenle tıklım tıklım dolu olan bu yemek salonunda sadece Kürtler değil, Türkler de var. Yaklaşıp Ahmet Bey’in elini sıkıyorum, kısa bir sohbetten sonra, bana ayrılan yere doğru yürümeye başlıyorum, salonun ortasındaki bir masada Emine Ayna ile karşılaşıyorum. Bana karşı ilgili davranınca, yanına oturuveriyorum; biraz gerginim, ancak iki dakika sonra rahatlıyorum, medyada onunla ilgili haberlerin veriliş tarzı beni de dolduruşa getirmiş olmalı, öyle ki yaptığım bir şeye sinirlenecek de maşayı kafama indirecek diye bekliyorum nedense... Aslında onu hiç tanımıyormuşum, çok sakin, çok yumuşak... Karşısındakini saygıyla dinleyebilen ender politikacıdan biri. Küçücük elleri var, çok da güzel kokuyor, insanı rahatsız etmeyen, hafif, tam ayarında kullanılmış bir parfüm. Oradakiler memleket meselelerini sorarken, ben kendisine tuhaf sorular soruyor ve gayet güzel cevaplar alıyorum. Ankara’daki evinde tek başına oturuyormuş, annesi babası Diyarbakır’daymış, boş zamanlarında kitap okumayı ve yemek yapmayı seviyormuş, yoğurtlu çorbadan mercimeğe bütün çorbaları çok iyi yapıyormuş. “Sinemaya gider misiniz” diye sorunca beni “hayır” diye cevaplıyor, “Ben hiperaktif biriyim, koltukta oturup hiç kımıldamadan bir filmi başından sonuna izleyemem, video film alıp evde izliyorum, böylece arada kalkıp bir şeyler yapıyor, sonra dönüp kaldığım yerden devam ediyorum”. Sevgili okurlar size söylememde bir sakınca görmüyorum, ben hep annemden uzakta büyüdüğüm için yaşı benden küçük olsun büyük olsun, bana biraz şefkatli davranan iyi kalpli her kadını hemen annemin yerine koyuyorum, Emine Ayna’nın da yanından ayrılmak istemedim... Sonunda o benim yanımdan ayrıldı, çünkü başka masaları da dolaşıp oradakilerle de sohbet etmesi gerekiyordu. Kendi masama geçtim, çok geçmeden Selahattin Demirtaş masamıza geldi, Biri sordu, “Siz nerelisiniz?” , cevap şu “eş durumundan Dersimliyim, Hıdır Bey’in hemşehrisi yani”. Sonra da ekledi, “Kürtler anaerkil bir toplum, bizde önce kadının nereli olduğu önemli”. Selahattin Bey de kibarlığıyla dikkatimi çekiyor, aralarda espriler yaparak herkesi kahkahalara boğuyor, kara mizah kabiliyeti de çok yüksek. Kartını istiyorum, verdikten sonra geri istiyor, “bir saniye, arkasına ‘hamili yakinim değildir’ diye yazmalıyım”. Espriyi anlamadığımı fark edince, “yani beni tanıdığın için başın belaya girmesin sonra”. Demirtaş sadece politik arenada çok meşgul biri değil, evinin mutfağında da çok meşgul, çünkü evdeki küçük kızları Delal, Dilda ve eşine yemek yapmayı çok seviyor, güveç ve pirinç pilavı yapma konusunda ustaymış. Amerika seyahati sırasında elinden geldiğince dünya mutfağından çeşitli yemekleri tatmaya çalışmış, en çok Hint yemeklerini beğenmiş, “Hafiften de olsa ülkemizin yemeklerini andırıyor” diyor. “Peki, Washington’da ne yaptınız, anlatın biraz” diyorum. “Kürtlerin Türkiye’deki durumu konusunda, AKP hükümeti Amerikan halkına farklı bilgi veriyor, Amerikan halkı, olup bitenleri bir de bizden dinlesin ve hangisinin doğru olduğuna kendileri karar versin istedik. Tek taraflı enformasyon hiç adil değil, nitekim bunun sonucu olarak buradaki bazı siyasetçiler, ülkemizde Kürtçenin okullarda seçmeli ders olduğuna inanıyorlar. Partimizin Washington’daki temsilciliğini açarken sorun yaşamadık, demek ki Amerikalılar da bizi dinlemek istiyormuş.”
Güzel bir akşamdı sevgili okurlar, yazılacak çok şey vardı ama şu an çok uykuluyum, haftaya buluşuruz...


TEK KELİMEYLE


Teröristler aptallaşıyor mu

Amerika’daki son terörist eylemler insanı teröristlerin zekâ düzeyi konusunda şüpheye düşürüyor. Örneğin Farouk Abdulmuttalab, Christmas günü bindiği uçakta külotundaki patlayıcıyı iyi saklayamadığı için yolcularca yakalanmıştı, Faisal Shahzad beceriksizce yapılmış ev yapımı bombalarla yüklü arabayı Times Square’e park etmiş ve enselenmişti, şimdi Mother Jones dergisi soruyor, “Teröristler şapşal mı?”


Dubai’nin Palmiyesi Çin’in Phonex’i

Çin’de faaliyet gösteren Mad Mimarlık ve İnşaat Grubu, gerçekleştirdiği projelerle sadece biz Amerikalıları değil, Palmiye Adası gibi mimari şaheserleriyle övünen Dubailileri de kıskandırıyor. Çin’in Sanya kentinde inşaatına başlanan Phonix Adası tümüyle yapay bir ada, üzerine ise tatil amaçlı bir yerleşim birimi kuruluyor: bu birimde, yedi yıldızlı oteller ve çok özel butik apartmanlar da var.


Üniversitelerin uzaktan eğitim avantajı

Amerika’da yaşayan ve mesleklerinde uzmanlaşmış benim gibi pek çok insan, iş deneyimlerini Türkiyeli üniversite öğrencileriyle paylaşmak istiyor, teklif de alıyoruz ama uzaklık büyük sorun. Amerika’daki üniversiteler bu sorunu müfredatlarına koydukları online derslerle aştılar, yani öğrenci ve öğretim görevlilerinin farklı şehirler ya da ülkelerde olmaları mühim değil, nasıl olsa dersler internetten üzerinden yapılıyor.


Filim senaryonuz mu var

Bir senaryo yazmak ve Hollywood’daki film yapımcılarının kapısını çalmak istiyorsanız The Atlantic dergisi yazarı Lynda Obst’in esprili tavsiyelerine kulak verin: 1- Çok iyi bildiğiniz çizgi filmleri, bilgisayar oyunlarını, çizgi romanları senaryolaştırın; 2- Başrol için Sandra Bullock ya da 24’ün altındaki bütün yakışıklı ve güzel TV yıldızlarını düşünebilirsiniz; 3- İçinde süper güçler ve kahramanlar olmalı; 4- Seyirciyi muhakkak güldürmeli...
edit post

Comments

0 Response to 'Kürt politikacılar New York’ta'