22.03.2009 - Taraf Gazetesi

Sybil’le o gün (pazar günü) 39. Basamak (The 39. Steps) adlı Broadway showunu izleyeceğiz. Aslında ben bu oyunu daha ilk gösterime girdiği hafta izlemiştim. Ama Sybil “ne olur benimle gel” deyince, önce masuzdan biraz nazlandım, sonra, “peki, olur, senin hatırın için ikinci defa da izlerim, ne olacak ” dedim, nasıl olsa o ısmarlıyor. İşin gerçeği, oyun o kadar eğlenceli ki, üçüncü kere bile izleyebilirim... Ünlü yönetmen Hitchcock ’un aynı adlı klasik filminden, nefis bir komedi çıkarmışlar. Neyse sonra aklıma gelirse yine geniş geniş bahsederim. Şimdi o günün sabahına dönelim. Erkenden uyandım, güneşli bir gündü, yanlış anlamayın beni güneş değil, sokaklarda bahar kuşları gibi ötüşen gençlerin sesi uyandırmıştı. Başlangıçta “neler oluyor?” diye düşündüm, çünkü bizim mahalle bu saatlerde sessizdir, ancak hemen aklıma geldi, o gün semtimizde yani Hoboken’da, yaklaşan Saint Patrick (Sen Petrik diye okunuyor) günü nedeniyle İrlandalıların karnaval yürüyüşü vardı. Saint Patrick İrlanda’da kutsal bir gün, ancak burada, yani Amerika’da, bu kutsal gün çok farklı kutlanıyor. Niye böyle olduğunu az sonra anlayacaksınız.

Kendime bir kahve almak için dışarı çıktım. Ya Rabbim ya Resul Allah, sen büyüksün. Sokakta bu saatlerde normalde in cin top oynar, ancak bu defa bir kalabalık bir kalabalık... Kaldırımları dolduran gençlerin çoğu alkolün tesiriyle daha şimdiden sallanmaya başlamışlar bile. Şaşırdınız değil mi, ben de öyle, saat sabahın 10 buçuğu ve herkes bu saatte sarhoş. İşte İrlanda’daki Saint Patrick günüyle bizim Amerika’dakinin farkı. Bu günde, Amerikalı İrlandalılar içiyor da içiyor, İrlandalı olmayanlar da onlara katılıp içiyor. Bu saatte başlıyorlar, gece yarılarına kadar...

Sokaktaki bu gençlerin çoğu, üzerinde üç yapraklı yonca resmi olan yeşil tişörtler giymiş. Yeşil renk ve üç yapraklı yonca İrlandalıların milli simgesi. Bazı tişörtlerin üzerinde ayıp ve absürt yazılar da var: “fuck me I’m drank (kusura bakmayın bunu çevirmeye terbiyem müsaade etmiyor.), Öp beni ben İrlandalıyım, dokun bana şansın açılsın, İrlandalı pezevenk” gibi...

Güzel bir kız, başına yeşil renkli plastik boynuz takmış, yakışıklı bir delikanlı beline ördek şeklinde, yine yeşil renkli bir can simidi geçirmiş, herkesin üzerinde bu türden ilginç aksesuarlar var... ... Annem bu gençleri görseydi, şoka girer ve onları ayıplardı. Ben anam gibi düşünemem, bu gençler eğlenceli ve sevimliler, istedikleri gibi hareket etsinler, sefaları olsun, kendini kasan bir gençliktense, kendini ara sıra böyle koyuvermeyi bilen ve bol bol sevişen bir gençlikten yanayım. Zaten şu karşımdaki gençler sevişemiyor olsalardı, bu kadar içmelerine rağmen, hala bu kadar sakin ve efendi kalamazlardı, yaptıkları en kötü şey, yerlere tükürmek çünkü.

Yürüyüşüme devam ettim, uykum açılmıştı. Yolda, bizim Steve’e rastladım. Kendisi keskin solcu bir Musevidir, köşe başında yer alan ve içinde hem mücevher hem de çizgi roman satılan Trader of Babylon adlı dükkânın sahibi. O ve karısı Morin dükkânı kapatmaya hazırlanıyorlar. Çünkü içeri sarhoş giren gençlerle anlamsız sohbetlere girerek vakit öldürmek istemiyorlar. Steve dükkânın etrafına amonyak dökmeye başladı, gençler kokudan rahatsız olup, oralara oturmasın ve oracığa kusmasınlar diye. İkisinin de pek keyfi yoktu. Çünkü belediyenin düzenlediği bu karnaval nedeniyle, içki ve yiyecek satan dükkânlar dünyanın parasını kazanırken, Onlar dükkânı kapatmak ve üstelik bu gürültüye katlanmak zorunda olduklarını söylüyorlar.

Aman bana ne, benim keyfim yerinde, Bye!!!
deyip, yoluma devam ettim, zaman geçtikçe sokaklarda yalpalayarak yürüyen gençlerin sayısı artıyordu. Bizim oranın ana caddesi olan Washington caddesine çıktım, hayret, barların önünde uzuuun kuyruklar var. Pizzacıların ve lokantaların da öyle, bu ekonomik krizde kan ağlayan esnaf bayram ediyor olmalı... Kendime bir kahve alıp iki sokak aşağıdaki nehir kıyısına indim, hani şu ben Türkiye’deyken bir Amerikan uçağının zorunlu iniş yaptığı Hudson nehri bu...

Döndüğümde caddede karnaval yürüyüşü başlamıştı bile. Karnaval dediğim trampet takımları, eski itfaiye arabaları, ilginç kostümlü gruplar, folklorik İrlanda kıyafetleri giymiş insanlar ve ellerindeki tulumlarını üflete üflete ilerleyenlerden söz ediyorum. Hatta tulumcuların kafalarında, Kazak erkeklerinin taktığı tüylü kalpakların daha da büyük benzerleri var, bir de kareli etek giymişler. Yol kenarındaki sarhoş kızlardan biri aniden atılıp bu adamlardan birinin eteğini kaldırdı ve külot giyinip giyinmediğini teftiş etti, belki de başka bir şeyi teftiş etmek istedi, bilemiyorum artık.

Aslına bakarsanız ben gitmedim ama bundan iki gün sonra Manhattan’daki 5.caddede yapılan İrlanda karnaval yürüyüşü daha da gösterişli geçmiş. Zaten Amerikan tarihinde en eski İrlanda karnavalı 1700’lü yılların ortalarında Boston ve Manhattan’da yapılmış.

Bakın, az kalsın söylemeyi unutuyordum. Bu İrlandalılar içmeyi böyle çok seviyor ya, bu durum onların başına çok işler açmış. Hatta Amerika’daki kaderlerini bile etkilemiş diyebilirim. Kendi ülkelerindeki kıtlıktan kaçıp gelen zavallı İrlandalılar, başlangıçta Amerikan topraklarında büyük bir ayrımcılığa uğramışlar. Çünkü adları sarhoşa çıktığı için, iyi çalışmadıkları yönünde bir ön yargı vardı onlara karşı. Bunun altında biraz da 1798 yılındaki İrlanda ayaklanmasından sonra, İngilizlerin, hem Protestan hem de Katolik İrlandalılara karşı olan önyargı ve güvensizlikleri yatıyor, bu güvensizlik Amerika’ya kadar etkisini hissettirdi. İş arayan İrlandalılar dükkânların camlarında şu tabelalarla karşılaşıyorlardı “Help Wanted: No Irish Need Apply.” Eleman arıyoruz ama İrlandalılar başvurmasın anlamına gelen bir sözdü bu.

Nitekim bu sıkıcı durum, İrlandalı Amerikalıların özel sektörden ümidi kesmesine ve resmi devlet dairelerinde iş bakmalarına neden oldu. Bugün devlete bağlı kurumlarda İrlandalı nüfusu hayli ağır. Bunun da etkisiyledir ki 17 Mart’taki Saint Patrick Günü’nde, devletin başındaki Obama özel bir konuşma yaptı, hatta yeşil kravat bile taktı. Ancak Obama ailesi, Beyaz Ev’in bahçesindeki havuzun fıskiyesinden akan suyu bile yeşile boyadılar. Fıskiyeden, sadece o gün yeşil su fışkırdı. Bu biraz da Obamaların Chicago kökenli olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü biliyor musunuz bilmiyorum ama kent merkezini ikiye bölen Chicago nehri, her Saint Patrick Günü’nde yeşil akar.

edit post

Comments

0 Response to 'Benim adım yeşil, dokun bana şansın açılsın'