09.05.2009 - medyatava.net
http://www.medyatava.com/haber.asp?id=53546


Sayım Çınar, daha önce Medyatava için yazdığı ilginç analizlerle dikkat çeken Hıdır Geviş ile Taraf gazetesindeki köşe yazarlığı serüvenini, medya dünyasına yaklaşımını ve New York’taki yeni hayatını konuştu.

-Önce Medyatava.com adlı internet sitesinde yazmaya başladın. Daha sonra Taraf gazetesine geçtiniz. Biraz Hıdır Geviş'in hikâyesini anlatır mısınız?
-Medyatava’ya bir süre Amerikan medya dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazılar yazdım. Sonra Taraf’ın arka sayfası için yazmaya başladım. Daha sonra yine Taraf’ın “Dünyadan“ adlı sayfasında haftada bir New York’dan düzenli olarak yazdım. Benle birlikte İsrail’den, Arjantin’den, Yunanistan ve başka yerlerden yazanlar vardı o sayfada. Sonra kala kala ben ve Sezin Öney kaldık. İstikrarlı biçimde yazmayı sürdürdük. Sonuçta bunun ödülünü de aldık; bize birer köşe verildi. Şimdi, Pazar günleri. “Öteki Amerika” başlığıyla haftada bir Taraf’ın ikinci sayfasında severek yazmayı sürdürüyorum. Biraz farklı bir denemeydi benim ki. Nitekim bu köşe tuttu. Neredeyse 1 yıl olacak.

-Türkiye'ye dönüp kafanızdaki belli projeleri gerçekleştirmek istiyor musunuz?
Türkiye’ye dönme konusunda kafam bir gidip bir geliyor; zor bir karar, daha çok annem için dönmek istiyorum. Bizim foğrafçı Hüseyin Alsancak “Sakın gelme Hıdır “deyip duruyor... Evet, cebimde bir dolu proje var ama neye yarar. Türkiye’den biraz korkuyorum. Hiç bir şeyi kestiremiyorsun ki bu ülkede, her an dengeler degişebiliyor, artık yaşım da ilerliyor, Türkiye’de işe alma konusunda ciddi bir yaş ayrımcılığı var...

-Amerika’dan Türkiye’ye nasıl gözüküyor?
-Buradan orası nasıl mı gözüküyor? Hımmm.... Nasıl baktığınıza bağlı… Benim Amerika’dan Türkiye’ye nasıl baktığımı merak ediyorsan şöyle söyleyebilirim. Kendine güvensiz insanlarda, kendini sürekli abartma ve övme eğilimi vardır. Türkiye’de kendini arzın merkezinde görüyor ve çok abartıyor. Türkiye istikrarsız ve standartlardan yoksun bir ülke, üstelik tehlikeli... Eğer cesur bir gazeteciyseniz can güvenliğiniz tehlike altında mesela. Bizim gazetenin yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın başına gelenler buna bir örnek. Konuşma ve yazma özgürlüğü yok. Başbakan aleyhinde konuştuğunuzda ya da karikatürünü çizdiğinizde hakkınızda dava açılıyor. Oysa burada Obama’ya küfretme özgürlügünüz var. Demokrasi konusunda çok geri. Hala, 12 Eylül Anayasasını kullanıyorsunuz, bravo yani. Halka inersek, insanlar birbirlerinin cesaretini kırmak ve bir şeyler başarmalarını engellemek konusunda çok başarılı. Amerika’da çevrenizdeki insanlara, “Biliyor musunuz, şöyle bir şey yapmaya karar verdim” deyin, yüzde 99.9’u “Aaa kesin çok iyi yaparsın, harika olur, çok başarılı olacağına inanıyorum” der. Türkiye’de ise , yüzde 99.9’u şu karşılığı verir, ” Aaa... Yok canım yapamazsın, mümkun değil, çünkü, şöyle de böyle de...” Böyle bir ortamda gelin de bir şey başarın bakalım. Öte yandan muhalif yazarların yazıları çok karanlık : çok negatif ve çok uçurumlu yazılar yazıyorlar, o yazıları oku ve git kendini öldür yani. Taraf yazarları bunun ayarını çok iyi tutturuyor, hem çok muhalifler hem de çok pozitif ve yapıcılar... Bunun dışında teknoloji konusunda yeniliğe çok açık, ama yeni ve radikal fikirlere karşı alerjik bir ülke Türkiye. Başka ne var diye düşünüyorum; Türkiye’de toplumu moral olarak toparlayacak ve motive edecek bir gurur projesi yok. Bir zamanlar iyi kütü bir GAP projesi vardı. Şimdi belki de Keban barajı kıyılarında Las Vegas’dan daha ışıltılı, üstelik de organik bir eğlence ve kumarhane kenti kurulabilir. İşte böyle Sayımım...

-Amerikalılar en çok hangi yazarları okuyorlar? Amerika’da Birde en çok okunan türk yazarları kimler?
-Sayım, tam bir ahiret sorusu soruyorsun. Ben nereden bileyim. Ayrıca hiç bir zaman en çok satan kitaplarla ilgilenmedim. Ancak “neler çok satıyor?” diye yanıp tutuşan birinin, New York Times’ ın listesine gidip bakması en akıllıca yol olur. Galiba en sağlıklı sonuçlar onlarınki. Verileri hem bağımsız kitapçılardan hem de büyük kitap zincirlerinden alıyorlar. En cok okunan Türk yazarı kim?” Onu da bilmiyorum. Burada sanki kaç Türkiyeli yazarın kitabı yayınlandı ki. En son Murat Somer’in “The Kıss Murder” adlı kitabı yayınlandı. Üstelik de çok iyi bir yayınevi olan Penguin’den... Murat çok yetenekli ve çarpıcı bir yazar..

-Eski solcu olmakla itham ediliyorsunuz. Amerika’ya gitmeden önce merkez medyada çalışıyordunuz. Ancak daha da evvel, 2000’e doğru dergisi, Özgür Gündem gazetesi, haftalık Gerçek dergisi gibi sol yayınlarda çalıştınız. O dönemler kaleme aldığınız sinema yazılarında eleştirdiğiniz Amerika’ya şimdi iyice kapağı atmış görünüyorsunuz.
-Sayımcım, bu ne hiddet!… Demek bana eski solcu diyenler var hah, öyle olsun, ne diyeyim. Ah Sayım, senin de benim gibi gerçek bir sinefil olduğunu biliyorum, eminim sinemada film izlerken rast gelmişsindir, projektör makinasına film takılırsa, o takılan kare yanar ve film orada kopar. Hayat da böyle bir şey, takıldığın ve ilerlemediğin anda yanar ve kopar gidersin. Türkiye solcularının durumu da buna benziyor; hayat almış başını giderken, onlar kopmuş ve koptukları noktada kalmışlar. Bu nedenle hayata hükmedemiyor ve eskisi gibi Türkiye’nin değisimine katkıda bulunamıyorlar. Çünkü kendi geçmişlerinden kurdukları işe yaramaz bir mitolojinin kutsallaştırılmış sınırları içine hapsolup kalmışlar, orada sırtüstü deviniyorlar, yani değişmiyorlar, değişime direndikçe de muhafazakarlaşıyorlar. Bana gelince, değişen dünya ile birlikte ben de çok değiştim evet, ama tam da bu yüzden hala solcu kalabildim. Değişmeyenlerse eskidiler ve arkeolojinin inceleme alanına girdiler. Bence onlar eski solcu ben değil.

-Medya içinde Amerika’yı ısrarla Türklere sevdirmeye çalışan bir Amerikan delisi olduğunuzu düşünenler var, buna ne diyorsunuz?
-Hoppala, Sayım’dan Hıdır’a bir kroşe vuruşu daha. Amerikan delisi kavramını, Amerika tutkunu anlamında mı kullanıyorsun?

-Evet.
-Bu ülkede insanlar birbirlerine isim takmayı çok seviyorlar. Özellikle akıntıya karşı kürek çekenlere isim takmak daha kolay tabii. Ben de Amerika’nın algılanış biçimi konusunda akıntıya kürek çekiyorum.

-Küreklerinizi Amerika tafına çekiyorsunuz ama!
Yazılarımda Amerika ile ilgili genel olarak pozitif bir imaj çıkıyor olabilir. Ama değil aslında, bu sizlerin bu konuda aşırı negatif yüklenmiş olmanızdan kaynaklanıyor. Bu nedenle ortaya koyduğum doğruları ve gerçekleri övgü gibi algılıyorsunuz. Ben Amerika’nın ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum o kadar. Bu konuda bir şeyin tarafında ya da karşında değilim. Ben adaleti ve vicdanı ilke alarak gerçekliğe yaklaşırım. O sözünü ettiğin yayınlarda çalışırken, klişe bir Amerikan düşmanıydım Amerika’yı Amerikanın saldırgan dış politikasına endeksleyerek çözmeye çalışıyordum. Dolayısıyla Amerikan düşmanlarını çok iyi anlayabiliyorum. Onların Amerika ile ilgili bakışlari tümüyle cahillik üzerine kurulu. Amerika ile ilgili hiç bir şey bilmiyorlar. Aydınlar da bilmiyor, halk da bilmiyor. Zaten aydınlar bütün göndermelerini Avrupa kaynaklarına, tarihine ve kültürüne yapıyor ama Amerika ile ilgili hiç bir gönderme yok. Geçen bir okurum söyledi, “Turkiye üniversitelerinde Avrupa Birliği kürsüleri var ama Amerika ile ilgili böyle bir şey yok. Oysa Amerika dünya ve Türkiye siyasetinde çok etkili, dolayısıyla belki de Hıdır Geviş gibi Amerika’yı çok iyi kavrayan birinin, bir üniversitede, Amerikan kültürü ve siyaseti alanında ders vermesi gerekiyor”.

Anlayacağın bu cahillik nedeniyle Amerikan düşmalığı her siyasi kesimin üzerinde hemfikir olduğu tek şey. Ben elimden geldiğince Amerikan kültürünü, tarihini, popüler kültürünü, medyasını, siyasetini, muhaliflerini, gündelik hayatı, kısacası bütün boyutlarıyla Amerika’yı yansıtmaya çalışıyorum. Evet bu ülkeyi de çok seviyorum, burayı kendi ülkem gibi görüyorum, hiç yabancılık çekmiyorum çünkü.

-Taraf yazarlarını ve kendinizi nereye oturtuyorsunuz?
-Taraf herşeyden önce ismini hakeden bir gazete. Aynı zamanda Türkiyenin önünü açacak fikirleri savunan aydınların bir misyon etrafında bir araya geldiği organize bir gönüllüler hareketi gibi geliyor bana. Misyonları ise Türkiye’de demokrasiyi inşa etmek. Bence bunu da çok iyi yapıyorlar. Olaylara yaklaşımları ve koydukları tavırla, dürüstlüğün, vicdanın, ahlakın ve demokrasinin ne olduğu konusunda medyaya büyük bir ders verdiler. Bence Taraf, demokrasi konusunda Türkiye’yi eğiten çok ciddi bir kuruluş. Bu nedenle ülkenin başına gelen en güzel şeylerden biri Taraf.

-Taraf yazarlarını birbirleriyle kıyaslarsanız ne söyleyebilirsiniz. Onlar içinde AKPyi en ağır eleştiren yazar olarak dikkat çekiyorsunuz.
-Taraf’ı bir mücevher kutusu gibi görüyorum. İçindeki herkes çok değerli ve ışık saçıyor. Yazarlarının neye nasıl baktıklarından çok, kalplerinin temiz olması ilgilendiriyor beni. Bu gazetede yazan ve çalışan herkesin kalbi temiz. Fitne fücur gazetecilerin bu kadar baskın olduğu bir medya ortamında, temiz kalplilik en büyük erdem benim için. Bunun dışında Taraf, Yıldıray Oğur ve Rasim Ozan Kütahyalı gibi yeni yazarlar ortaya çıkardı, ikisini de çok seviyorum. Yazım üslubuna bayıldığım Cihan Aktaş’ı da ilk defa Taraf’da okudum. Ahmet Altan deseniz, bende akan sular duruyor; her yazısını okuduktan sonra içimden onu yetiştiren annesi ve babasına teşekkür ediyorum. Gerçekten Çetin Altan’a helal olsun, vatana milete faydalı iki tane aslan gibi evlat yetiştirmiş. Yasemin Çongar deseniz, O’nun gibi usta ve sağlam bir gazeteci Amerikan basınında bile zor bulunur. Taraf’dakilerin hepsi çok iyi, hangi birini sayayım… Türkiye onların kıymetini bilsin.

-Gazetede ilk defa köşe yazıyorsunuz. Bir köşe yazarı için okur oluşturmak oldukça zor, hele sizin için daha da zor olmalı, haftalık yazıyorsunuz, New York’da yaşıyorsunuz; TV programlarına, panel ve söyleşilere katılamıyorsunuz, peki kendi köşeniz dışında okurlarınızla nasıl iletişim kuruyorsunuz?
Ben okurlarımı çok merak ediyorum. Kim beni seviyor, kim benden nefret ediyor, kim okumaya değer buluyor, bilmek istiyorum. Ama senin de dediğin gibi Türkiye’de olmadığım için onlarla doğrudan ilişki kuracağım kanallar yok. Ancak ne yapıyorum Sayimcim, bana gönderilen mektupları hiç üşenmeden muhakkak okuyup cevaplıyorum, onlardan, kendileriyle ilgili bana bilgi vemelerini istiyorum. Bu alışkanlığı Noam Chomsky’den edindim. O da günün belli bir vaktini, kendine gelen yüzlerce mektuba cevap vermekle geçirir. Bunun dışında facebook aracılığıyla okurlarımla birebir chatleştiğim oluyor. Benim bu kolay ulaşılabilirliğim onları bayağı şaşırtıyor ve heyecanlandırıyor.

-Nasıl bir okur profiliniz var peki?
-Okur profilim çok çeşitli, doğuda yaşayan Kürt gençleri var örneğin. Kendi içlerinden çıkan, kendileri gibi Kürt olan, kendileri gibi taşrada doğan birinin, şimdi New York gibi yüzyilin en öncu kentinde yaşıyor olması, onların çok ilgisini çekiyor. Bir okurum yazmıştı, çok güldüm. “Xıdır abe arkadaşlar arasında sizi Milenyum Kürdü ilan ettik”, doğru bir tespit aslında, ben galiba milemyum kürdüyüm, bu nedenle Kürt gençleri için yeni bir Kürt modeliyim; dağa çıkıp gerilla olmadım mesela, hayatımda hiç gösteri ve yürüyüşe katılmadım, slogan atmadım, hiç karakola düşmedim, buna rağmen Türklerin arasına karışıp kürt değilmişim gibi de davranmadım, siyasi nilincimi yaptigim islere yedirerek sunmaya calistim hep. Bunun disinda, Wall Street’de çalıştım, Birleşmiş Milletler’de çalıştım, Obama üzerine dusunuyorum, “Dönüşümlu olarak Atatürk, Said-i Nursi ve Britney Spears olmak isterim” diyorum, hem iktidar partisinin yanlışlarını eleştiriyorum, hem de Erdoğan’ın çok yakışıklı bir erkek olduğunu yazıyorum, etrafımda çok samimi olduğum gay ve lezbiyen arkadaslarım var… Dolayısıyla okurlarımın biraz kafası karışıyor ama seviyorlar beni, bu yüzden bana alıştılar artık. Hatta özellikle liseli gençler benim gibi olmak istediklerini bile yazıyorlar. Bu gençler, beni tanıdıkca, hayattan beklentilerini daha yüksek tutmayı öğreniyorlar.

-Peki ya ötekiler…
-Şehirli ve yüksek eğitimli bir kesim, üniversite öğrencileri, özellikle Bilgi Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi öğrecileri, kadınlar, gay ve lezbiyenler…

-Köşe yazarlığına yeni bir üslup getirdiniz. Hikaye ve makale arasında bir yerdesiniz. Bir yandan yazılarınızda New York'da yaşayan kahramanlar ve bu kahramanların gündelik yaşamı etrafında gelişen olaylar var, öte yandan bütün bunların altında yatan sosyolojik, siyasi, ya da kültürel bir meselenin çok sağlam bir analitik çözümlemesi…
-Teşekkür ederim Sayım, başlangıçta vurduğun yumrukların etkisi şimdi geçti. İşin hikaye kısmını insanları sıkmamak için kullanıyorum. Böylece çok ciddi bir problemi daha anlaşılır ve daha sevimli bir üslupla okurlarıma anlatma imkanı buluyorum. Çok sevdigim değerli bir gazeteci ağabeyim olan Fuat Uğur söylemişti, “Hıdır senin yazıların dizi film gibi, haftaya neler olacak diye merak ediyoruz”.

-Çok yumusak ve akıcı bir üslubunuz var, yazılarınıza başlamamla bitirmem bir oluyor.
-Teşekkürler Sayım. Evet, yazının akıcı ve kolay okunur olmasına özellikle dikkat ediyorum.

-Yazınlarınızın esas kahramanı Sybil adlı bir kadın, o da en az sizin kadar popüler oldu. Kim bu New York'lu bitirim kız Sybil, gerçek mi yoksa kurmaca bir karakter mi....
-Evet Sybil bayağı popüler oldu. İstanbulda’ki arkadaşlarımla konuşurken bile Sybil’e muhakkak selam söyle diyorlar, gazetemizin yazarlar editörü Tamer Kayaş ağabey bile sık sık Sybili’e selam yolluyor. Ülker firması kaymaklı bisküvü seven Sybile Türkiyeden bisküvi yollamak istiyor. Hatta Ovacık ve Güney Konak Köyünde Sürdürülebilir Yaşam Derneği, Sybil’i, Dersim e davet etti. Evet Sybil gerçek bir karakter ancak bazen başka kız arkadaşlarımın yaptıklarını da ona malettiğim oluyor.
edit post

Comments

0 Response to 'HIDIR GEVİŞ: TARAF İSMİNİ HAK EDEN BİR GAZETE'