26.04.2009 - Taraf Gazetesi

Fransız ressam Monet’nin (kendisi erkektir ama empresyonist sanat akımını doğuran bir annedir) 1863 de yaptığı Açıkhavada Kahvaltı adlı resminin içinde gezintiye çıkıyorum. Orada ikisi kadın, ikisi erkek, dört kişi, çimenlerin üzerine yayılmışlar. Üçü pikniğin ardından sohbete dalmış, biri ise az ötede eğilmiş bir şeyler yapıyor. Kadınlar her ne hikmetse çırılçıplak, erkekler ise giyinik. Polenlerin etkisiyle hapşırınca, farkıma varıyor ve ters ters bana bakıyorlar. Ne olur ne olmaz diye hemen oradan toz oluyorum. Bu kez kendimi başka bir tablonun içinde buluyorum. Bu tablo, Amerikan post empresyonistlerinden Maurice Brazil Prendergast’in 1900’de çizdiği In Central Park-New York adlı yapıt. Manhattan’daki ünlü Central Park’ı konu alan bu resimde, herkes giyinik. Eee ortada çoluk çocuk da var çünkü...

Tablodaki fıskiyeli havuzun etrafında biraz turluyorum, başım dönüyor, sonra aniden tuhaf şeyler oluyor. Bu post empresyonist görüntüler, sürrealist tarzda bilimkurgusal bir manzaraya dönüşüyor. Nasıl ki Alfred Hitchcock’un Kuşlar (The Birds) filminde, kasabayı kara kara kargalar basıyorsa, benzeri bir şey de burada yaşanıyor; parkı kuşlar basıyor. Ancak bu kuşlar kara değil pembe renkli, üstelik hepsi de suluboyayla çizilmişler ve çok minikler; serçeden daha minik. Aaa... içlerinden biri burnumun tam önünden uçup geçince fark ediyorum: Bunlar kuş muş değil, resmen kanatlı penis. Penislerin amaçları ne bilmiyorum ama genellikle oradaki kadınların geniş kenarlı şapkalarının üzerine konuyor ve şirin bir broş gibi duruyorlar. Ancak içlerinden biri, diğerlerinden farklı olarak keskin dişlere sahip, işte bu canavar görünümlü minik penis, uçup gelip pantolon fermuarımın üzerine konuveriyor. Bir yerimi koparacak diye korkudan ödüm patlıyor.

Uff, anam...
Şak diye kasıklarıma vuran bir beyzbol topunun acısıyla gözlerimi açıyorum. Sol eline beyzbol eldiveni takmış minik bir çocuk gelip topunu geri alıyor ve tekrar babasına fırlatıyor. Kendime gelince anlıyorum ki ortada ne minik penis kuşlar var, ne kıçı yastıklı uzun elbiseler giyen kadınlar, ne de bastonlu beyefendiler... Çok şükür, günümüz New York’undayım. Central Park’ın Columbus Circle’a yakın tarafında, çimenlerin üzerinde uzanmış, Chris ve Sybil’i beklerken öylece uyuya kalmışım meğer. Allahtan o top beni uyandırdı.

Etrafta her yaştan insan var, kimi çimenlerin üzerine benim gibi uzanmış güneşleniyor, bazı anneler önlerinde bebek arabasıyla koşu yapıyorlar, başında şık bir fötr, ağzında koca purosu, ayağında kaykay ayakkabıları (roller skate) olan çılgın bir genç, az ilerideki bisiklet yolundan vın diye geçiyor, orta yaşlı bir adam, altı ayrı köpeğin yularından tutmuş onları gezdiriyor. Central Park’ta hava güneşli olduğu için çok kalabalık, eee günlerden pazar... 1858’de hizmete açılan bu uçsuz bucaksız park, o zamandan beri New Yorklular için ciddi bir nefes alma yeri...

Bu arada işte Chris Bey ile Sybil Hanım teşrif ettiler. Geçen haftadan bana biraz bozuklardı ama onlar da benim gibi kin tutamıyorlar... Biz hepimiz Dionne Warwick’in Bir daha asla böyle sevmeyeceğim (I will never love this way again) şarkısındaki şu dizeleri ilke edinmişiz, “Budalalar dünle uğraşayım derken yarını kaçırır.” (A fool will lose tomorrow reaching back for yesterday). Bu arada ellerinde penis şeklinde balonlar taşıyan bir grup geçti önümüzden... Chris, Sybil’e sordu, “Senin itfaiyeci sevgilinin şeyi de şişince bu kadar oluyor mu?” Sybil kikirdeyerek cevap verdi; “Ne kadar şiştiği önemli değil, beni havaya uçurmaya yetiyor ya...” Chris bir kaşını yukarı diğerini aşağı indirerek, “Hah, yoksa sen de mi büyüklüğü önemli değil işlevi önemli masalına inananlardansın?”

HIZLA GELİŞİM GÖSTEREN SEKTÖR


İşlev ve büyüklük tartışması Sybil ve Chris arasında uzadıkça uzadı... Zaten kimsenin üzerinde uzlaşamadığı bir konu bu. Ancak penis büyütme sektöründeki gelişmelere baktığımızda, ‘işlev mi, büyüklük mü?’ tartışmasına netlik kazandıracak bir sonuca ulaşabiliriz. Özellikle Amerika’da bu sektör ciddi bir hızla gelişim gösteriyor. Bunun anlamı erkeler penislerinin ölçüsünden memnun değil ve onu büyütmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Demek ki büyüklük de çok önemliymiş. Penis büyütme sektörünün üç kolu var, birincisi ameliyat yoluyla büyütme, ikincisi doğal yollar (penise basit aletler takmak ve egzersiz yaptırmak yoluyla büyütmek), üçüncüsü ise ilaçlar yoluyla büyütme. Ancak bütün bu yöntemlerin gerçekten ne kadar işe yaradığı konusunda ortada sağlıklı sonuçlar yok.

Benim bu konuda asıl ilgimi çeken nokta ise meselenin arz cephesinde yer alanların (erkekler), büyük penis özlemine neyin yol açtığı? Bunun çeşitli sebepleri var. Bana göre en önemi sebebi, günümüz porno filmlerinin, meselenin talep cephesinde yer alanların (kadınlar ve gayler) beklentilerinde yol açtığı değişiklik. Özellikle Amerikan yapımı porno filmler, bu konuda çok etkili. Amerikan pornolarını Avrupa yapımlarından ayıran farklardan biri, sevişmenin neredeyse hiç olmayışıdır. Bu filmler tümüyle çeşitli pozisyonlarda yapılan cinsel ilişki üzerine kuruludur. Cinsel ilişkiyi en iyi vurgulamanın yolu da görsel olarak daha belirgin olan ve ilişkiyi vurgulamaya yetecek derecede kalın ve uzun bir penistir. İşte porno film izleyicileri, bu filmlerin etkisiyle her erkekte büyük bir penis çıkacağı ya da çıkması gerektiği yanılsamasına kapılıyor, bu yanılsamaya erkekler de kapılıyor; onlar da kendilerinde daha büyük bir penis görmek istiyorlar. Aksi halde cinsel partnerlerinin onları küçümseyeceğini ya da reddedeceğini düşünüyorlar, bu da onlarda güven eksikliği yaratıyor. Nitekim bu büyük penis beklentisi nedeniyledir ki Manhattan’da seks oyuncağı satan yüzlerce dükkândaki vibratörler kocaman kocamandır, hatta buna ek olarak kol şeklinde ve kol büyüklüğünde plastik vibratörler bile geliştirilmiştir. Üff bu konu daha çok uzar ve genişler, ben iyisi mi burada koparayım, haftaya buluşmak üzere...
edit post

Comments

0 Response to 'Central Park’ta uyuyan güzelin pembe kâbusu'