08.02.2009 - Taraf Gazetesi

Kadim zamanlardan beri diplomaside geçerli olan bir ilke vardır: diplomatik dokunulmazlık ya da ayrıcalık (diplomatic immunity). Hatta ilkel kabileler arasındaki çekişmeler ve bunun ardından gelen arabuluculuk ilişkilerinde bile bu prensip kendini hissettirir. Nasıl hissettirir, şöyle hissettirir: düşman kabileden gönderilen ulak, ne tutuklanır ne taciz edilir ne de öldürülür. Mesaj alışverişi tamamlandıktan sonra sağ salim geri gönderilir. İşte bu politik kültür sayesinde barış ve diyalogun önü açılır.

BİR LİDERİN KAFA YEME KORKUSU


Diplomatik dokunulmazlık farklı ülkelerden katılımcıların yer aldığı uluslararası toplantı ve konferanslarda tarafların kendilerini her açıdan rahat ve güvencede hissetmesini sağlar.
Örneğin Birleşmiş Milletler Kurumu bu güvenceyi kendi çatısı altında yer alan bütün üye ülke görevlileri için eşit standartlarda temin eder. Nitekim Bu ruhun yarattığı havayı, kurumun New York’taki Genel Merkezi’nde çalışırken bizzat teneffüs etmiştim. 2006 Eylül ayı sonuydu. BM’nin ana binasında genel kurul toplantıları yapılıyordu. Doğu nehrine bakan büyük yemekhaneye giderken yürüdüğümüz dolambaçlı koridorlarda Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’tan bir önceki ABD Başkanı Bush’a, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’den İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’a kadar herkesi fink atarken görmek mümkündü. Birbirini seven ya da birbirinden nefret eden bu liderler, hiç bir şekilde bir başka liderin kafa saldırısına uğrayacakları ya da onlardan haysiyetlerini zedeleyecek bir söz işitecekleri korkusunu taşımıyorlardı. Çünkü BM çatısı altına girmek o kurumun diplomatik dokunulmazlıkla ilgili esaslarını kabul etmek ve ona göre davranmak demekti.

DAVOS’TA DİPLOMATİK ANARŞİ


Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın
Davos’taki tavrı ise diplomatik ayrıcalık ilkesini ihlal eden bir davranış. Bu olayı kendi çapında bir diplomatik anarşi olarak bile yorumlayabiliriz. Dolayısıyla Sayın Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e söylediklerinde haklı olsa bile, kullandığı üslup teknik açıdan yanlış ve tacizkâr... Durumun vahametine açıklık getirmek için bir örnek vereceğim. Diyelim ki spikerin biri, kendisine eziyet eden patronundan hem intikam almak ve hem de gazetelere biraz manşet olup şöhretini arttırmak adına canlı yayında aynen şöyle desin; “Sevgili izleyiciler, biliyor musunuz bu televizyonun sahibi aşağılık domuzun tekidir.” Patron gerçekten aşağılık bir domuz olabilir, dolayısıyla spiker doğruları dile getirmiş olabilir, ancak spiker bu davranışıyla, kendine sağlanan imkânı ve kendisine karşı gösterilen güveni istismar etmiş, canlı yayını kişisel sorunlarını duyurmak ve garip hesaplarını görmek için bir zemin olarak kullanmıştır. Spikerin canlı yayın skandalı karşısında TV patronunun imajı yara alabilir, ama asıl zararı, içindekini bir anda kusan o spikerin kendisi görür. Ne kadar 7 sütuna manşet olursa olsun, bir daha hiçbir TV patronu ona güvenmeyecek ve iş vermeyecektir, dolayısıyla spikerin kariyeri son bulacaktır. Oysa spiker patronundan memnun değilse, işi raconuna göre çözmeye çalışmalı; bunun için işinden istifa edebilir ve bir basın toplantısı düzenleyerek de istifa gerekçesini işi hakarete vardırmadan kibarca dile getirebilir...

Sayın Başbakan’ımızın Davos’taki çıkışı da örnekteki spikerin yaptığından farklı bir şey değil. Erdoğan, Gazze’yle ilgili kaygılarını soğukkanlı bir devlet üslubuyla değil, illegal bir örgüt üslubuyla dile getirdi Davos’ta. Ben zannetmiyorum ki bundan böyle Türkiye ile ilişkileri limoni olan hiç bir ülke lideri kolay kolay bu tarz bir toplantıda Erdoğan’la bir araya gelsin.

Başbakan’ın, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in yüzüne, “siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek açıkça hakaret etmesi, Davos’ta açtığı bohçadan çıkan en ciddi skandaldır, kendine tanınan süreyi şikâyet ederek zorla uzatmaya çalışması ikinci bir skandal, bu esnada toplantı yöneticisiyle girdiği bilek güreşi benzeri kapışma, dördüncü skandal, konuşmalarını tamamladıktan sonra, “Bir daha Davos’a gelmem” demesi ise beşinci ve son skandaldır.

ULUSLARASI DİPLOMATİK TOPLANTI KURALLARI


Bu toplantı sırasında, toplantıyı yöneten Washington Post gazetesi yazarının başbakanı durdurmaya çalışırken ortaya koyduğu fizikî üslup çok çirkin. Ama O’nu bunu yapmaya zorlayanın da Başbakan’ımızın kendisi olduğu ortada. Başbakan’ımız, kendisine konuşma yetkisi verilmediği halde, konuşma yapmak konusunda inat etti, sonra kesmedi ve konuşmayı iyice uzattı. Dolayısıyla burada kuralları ihlal eden Sayın Erdoğan olmuş oldu.

Bakın Birleşmiş Milletler
’e bağlı olan World Intellectual Property Organisation adlı kuruluş, diplomatik konferanslardaki kuralları belirlemiş bile. İsterseniz bu kuralların ne olduğuna bir bakalım. Kurallar listesinde yer alan 20 madde, toplantıyı yöneten kişinin yetkilerini açıklıyor. Buna göre, toplantıyı yöneten kişi, istediği yerde toplantıyı sonlandırma ve ara verme hakkına sahip. Ayrıca katılımcıların kaçar defa konuşacaklarına da sınırlama getirebiliyor. Konuşma hakkını düzenleyen 21. madde ise hiç bir konuşmacının yöneticinin onayın almadan konuşamayacağı kuralını koyuyor. Ayrıca yönetici, konu dışına çıkan konuşmacının sözünü kesme hakkına da sahip.

Neticede toplantıyı yöneten kişi daha çok kendine karşı sorumlu ve kendi bacağından asılır. Ancak Başbakan Erdoğan bu devleti ve bu halkı temsilen oradadır. Dolayısıyla Sayın Erdoğan, karşılaşabileceği en seviyesiz davranışın üstesinden diplomatik bir zarafetle gelebilme yeteneğine sahip olmalıdır.

KİMSE BAŞBAKAN’I SADDAMLAŞTIRMASIN


Ben bütün bu olup bitenlerden, Başbakan’ın etrafındaki danışmanları sorumlu tutuyorum, sonuçta onlar Başbakan’a akıl vermek için orada oldukları kadar, Başbakan’ı dengelemek, yani yeri geldiğinde frenlemek için de oradalar. Ancak görüyorum ki Başbakanlık’taki dostlar, bu görevini hakkıyla yerine getirmiyorlar.

Bu danışmanlar grubu, Başbakan’ın çok tehlikeli sulara yelken açmasına göz yumuyor, ya da onu bizzat arkadan itiyorlar. Ortadaki tehlike açıktır; farkındalar mı bilmiyorum ama Başbakan’ı Saddamlaştırmaya çalışıyorlar. Başbakan Davos’ta kendi çapında bir anarşi yaratarak dünyanın gözü önünde bütün diplomasi ve nezaket kurallarını ihlal etti. Biliyorsunuz rahmetli Saddam içeride yitirdiği halkını kendine bağlamak ve dışarıdan moral destek almak için bir Amerikan sazını eline alır düşmanlık türküleri söyler, bir İsrail flütünü ağzına yerleştirip düşmanlık havası çalardı.

Danışmanlarının bizzat Erdoğan’ın eline tutuşturdukları İsrail flütüyle O’na hangi havayı çaldırmak istedikleri ise ortada. Çaldıkları bu havayla, Türkiye’de yükselen İsrail karşıtı akımı, AKP için bir oy potansiyeline çevirmek istediler (Biliyorsunuz Başbakan’daki bu oy hırsı öyle böyle değil, nitekim bu hırsı O’nu Dersim gibi asla ve asla alamayacağı bir şehre bile götürmüştü.) Ancak Başbakan’ın danışmanlarının bu hedefi gerçekleştirmek isterken Davos’ta sahneye koydukları oyun, oldukça ürkütücü. Batıya, Amerika’ya ve İsrail’e kafa tutan Saddam biliyorsunuz bir diktatördü ve ülkesi de Batılı devletler tarafından izole edilmişti. Türkiye ise Batı’yla en çok bütünleşmiş görece daha demokratik ve laik bir Ortadoğu ülkesidir. Böyle bir ülkenin iktidar partisi, oy toplamak adına Saddam’ın sonunu hazırlayan politik yöntemlerine yüz vermemeli.

Bu nedenle, Sayın Erdoğan’ın, Ortadoğu’nun kötü kalpli şark kurnazı liderlerini değil, Obama gibi yeniçağ liderlerini örnek almasını arzu ediyorum. Obama özellikle ülkenin içinde bulunduğu bu kritik günlerde diplomatik bir deha olarak boy gösteriyor. Güç bende iktidar bende megalomanisiyle hareket etmiyor; sadece Demokratları değil rakip partiyi, yani Cumhuriyetçileri de yanına çekmek için uğraşıyor. Cumhuriyetçi politikacıları beyaz eve çağırıyor, onlara da her şeyi danışıyor, böylece ülkede bir birlik yaratmaya çalışarak ekonomik krizi yenmeyi hedefliyor, mümkün olduğunca halkına karşı şeffaf, dürüst ve açık sözlü olmaya çalışıyor.

PERES NEZAKETİNİ KORUDU


Sayın Peres, Erdoğan’ın ortaya koyduğu tavıra karşı nezaketini yine de korudu. Peres’in Erdoğan’a yönelttiği “İstanbul’a her gün füze atılsa ne yaparsınız” sorusu ise Erdoğan’ın tavrında gizlenmiş ironiyi güzelce açığa çıkardı. Türkiye kendi içindeki demokrasi ve insan hakları sorunlarını halledememiş bir devlet. Dolayısıyla bir başka ülkenin insan hakları ihlalleri karşısında taraf olurken, inandırıcılık ve samimiyet problemi yaşıyor. Bu durum, Türkiye’nin şizofrenik politik yapısının bir sonucu. Bu yapı içinde birbirini inkâr eden ve birbiriyle çelişen politikalar aynı anda uygulanıyor çünkü..

Peki, hiç düşündünüz mü Peres Erdoğan’a başka neler söyleyebilirdi? Bence şunları söyleyebilirdi:


* PKK ile 30 yıla yakın süren savaş sırasında doğuda yaşayan sivil Kürt halkına inanılmaz baskılar yaptınız. Böylece yüz binlerce insan, köylerini terk etmek zorunda kaldı, bu insanlar, göç ettikleri büyük şehirlerde inanılmaz bir perişanlık yaşadılar. İnsan Hakları İzleme Grubu Raporu’na göre, Türk devleti, zorla köylerinden boşaltılmış 378 bin Kürdün, tekrar köylerine yerleştirilmesi sözü vermiş, ancak AKP yönetimi bu sözü hâlâ tutmadı.

* Doğuda Kürtlerin yaşadığı pek çok şehri hâlâ olağanüstü hal kanunlarıyla yönetiyorsunuz. Bunun anlamı şu: orada evrensel geçerliliği olan normal hukuk kuralları uygulanmıyor

* Doğu ilerindeki Kürt asıllı sivil vatandaşlarınızı hiç bir uluslararası hukuka uymadan, zorla korucu yaptınız ve PKK ile savaştırdınız.

* Bizim Gazze’ye ekonomik ambargo uyguladığımızı ve Filistinlileri yiyecek bulamaz hale getirdiğimizi söylüyorsunuz, doğrudur. Peki, Dersim’in Gazze’den ne farkı var? Köylere şu anda bile giriş çıkışlar kontrol altında, insanlar bir çeşit açıkhava hapishanesinde yaşıyor gibiler. Köylerine sokacakları yiyeceklerin miktarına karışıyor bu konuda sınırlamalar getiriyorsunuz.

* Daha yakın zamanda Adana’daki protesto gösterilerine katılan Kürt çocuklarının ailelerini, yeşil kartlarını almakla tehdit ettiniz.

* Batı illerindeki Kürt-Türk çatışmaları sırasında yaptığınız açıklamalarla toplumdaki kamplaşmayı daha da alevlendirdiniz.

* Sivillerin içine saklanan Hamas’ı bombalarken sivilleri de öldürdüğümüz için bize kızıyorsunuz, Peki siz ne yapıyorsunuz, PKK’yı bombalamak için kendi sınırınızı geçip Irak’a giriyorsunuz, ancak, uluslararası basın organlarında sivillerin de zarar gördüğü yazılıyor.

* Madem bizi engellemek istiyorsunuz neden bir kaç gün önce İsrailli Elop ve Elta şirketlerinden askerî malzeme almak için 141 milyon dolarlık bir anlaşma yaptınız, bu işte sahiden ciddiyseniz bize kendinizce ambargo uygulayabilirsiniz.

edit post

Comments

0 Response to 'İçimizdeki Gazze ve siyasal şizofreni'