04.01.2009- Taraf Gazetesi

İsrail, Filistinlilere yönelik bildik vahşi saldırılarından birini daha gerçekleştirdi. Bu saldırılar hâlâ sürüyor. Detaylara hiç inmeyeceğim. Eminim her şeyi benden daha iyi biliyorsunuzdur. Bu nedenle meselenin başka bir yönünü kurcalayacağım. Önce bir soruyla başlayayım; Sizce Ortadoğu’da küçücük bir ülke olan İsrail, nasıl oluyor da bu saldırıları bu kadar rahat gerçekleştirebiliyor? Üstelik Dünyanın gözü önünde ve Dünyanın tepkisine rağmen yapıyor bunu. Elindeki güçlü silahlara mı güveniyor dersiniz, olabilir ama silah gücü böyle saldırgan bir politika yürütmek için yetmez, çünkü İsrail, kaynakları kısıtlı olan bir ülke. Öyleyse İsrail’e, bu derece kendine güven veren daha güçlü bir kaynak, daha güçlü bir dayanak olması gerekiyor.

Hiç abarttığımı düşünmeyin. İsrail bütün gücünü bütün o kendine güvenini Amerika’dan alıyor. Amerika’yı oksijen tüpü olarak görürsek, İsrail bu oksijen tüpüyle Ortadoğu’ya dalmış bir dalgıç gibi. Dolayısıyla bu tüple arasındaki bağlantı hortumu kesildiğinde İsrail’in Ortadoğu’daki konumu çok farklı olur. Ancak bu bağlantı hortumu o kadar güçlü ki koparılması bir 50 yıl içinde bile mümkün değil.

Neymiş bu bağlantıyı bu kadar güçlü yapan, onu anlamaya çalışalım. İsterseniz önce şöyle 2000 yılına doğru bir turlayalım. Bu tarihte Amerikan Başkanı olarak görev yapan Bill Clinton, İsrail ve Filistin yetkililerini Camp David adlı zirvede bir araya getirmişti. Bu barış zirvesine katılan Filistin heyeti üyeleriyle yapılan bir röportaj, çok önemli bir detayı ortaya çıkarmıştı. Filistin heyeti üyeleri demişlerdi ki “Biz iki ayrı İsrail heyetiyle görüşme yapıyoruz, heyetlerden biri İsrail bayrağıyla karşımıza çıkıyor diğeri ise Amerikan bayrağıyla.”

“İSRAİL’E YARDIM İÇİN AIPAC’A YARDIM EDİN”


Yukarıdaki sözlerin ne anlama geldiğini tam olarak çözmek için Camp David zirvesindeki Clinton heyetinde kimlerin yer aldığına bakmak gerekiyor. Bunların arasında Martin Indyk adlı bir isim vardı. Kendisi AIPAC’in eski yöneticisiydi. AIPAC bugün hâlâ var olan ve Amerika’da İsrail’in lobiciliğini yapan çok etkili bir kuruluş. İsrail’in sağcı Likud partisine destek oluyor. Hatta “Kasap” lakaplı eski İsrail Başkanı Ariel Sharon bir keresinde Amerikalı dinleyicilere hitaben şöyle demişti, “Ne zaman insanlar bana İsrail’e nasıl yardım edeceklerini sorsalar onlara diyorum ki bize yardım etmek için AIPAC’a yardım edin.”

Diğer Amerikalı diplomat ise Dennis Ross’du, o da bir Musevi’ydi ve ileriki yıllarda Washington Institute for Near East Policy adlı İsrail yanlısı, Arap düşmanı olan think tank kuruluşuna katılmıştı. Bir diğer isim Aaron Miller’di. Miller, İsrail’de yaşamış ve İsrail’i sürekli ziyaret eden bir Amerikalıydı. İşte bu ekip nedeniyle, Camp David’de her şey önce İsrail’e soruluyor ve onların kabul edebileceği şeyler masaya getiriliyordu. Nitekim Amerikan ekibi Filistin devletinin kurulmasından yana tavır koysalar da bağımsızlığı önermediler bile çünkü bağımsızlık İsrail ekibinin kabul edebileceği bir şey değildi.

Yani Filistin heyeti “biz iki ayrı İsrail heyetiyle görüşüyoruz”
derken durumu hiç de abartmamış sayılmazlardı, çünkü Amerikan ekibi, Amerika’yı temsilden çok İsrail’i temsil ediyordu.

AMERİKAN SİYASETİNİ REHİN ALAN İSRAİL LOBİSİ


Peki, iş nasıl bu duruma geldi? Ne oldu da Amerika’daki İsrail yanlısı Museviler (Amerika’da ciddi biçimde İsrail karşıtı olan Museviler de var, bunu unutmayın lütfen), bir anlaşma olurken bu kadar kritik görevlerde rol aldılar? Söyleyeyim, Amerikan siyaseti, İsrail yanlısı lobi tarafından rehin alınmıştır, bu rehin alma işlemi, İsrail yanlısı Musevilerin egemenliğinde olan medya, Hollywood, düşünce kuruluşları, üniversiteler, büyük finans kuruluşları ve çeşitli örgütler tarafından gerçekleştiriliyor.

FİLİSTİNLİLER OBAMA’DAN UMUT BEKLEMESİN


İşte bu nedenle daha baştan söyleyeyim. Üstelik bir Obama hayranı olarak söylüyorum, Obama’dan İsrail’i durdurmasını bekleyenler boşuna umutlanmasın çünkü Obama’dan Filistin lehine hiç bir şey çıkmayacak. Bunu çok iyi biliyorum. Nereden bildiğimi anlamak istiyorsanız bu yazıyı sabırla okuyun lütfen, hepsini tane tane anlatacağım.

Obama daha başkanlık aday adayıyken Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne bir mektup yazmıştı. Mektupta Filistinlileri şikâyet etmiş ve şöyle demişti, “Sınır kapılarının kapatılmasının Filistinli aileler üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz. Bununla birlikte İsrail’in bunu yapmaya zorlandığını anlamalıyız. İsrail sivilleri korumak için bir takim haklara sahiptir. BM İsrail’e yönelik roket saldırılarını engellemeli.” Obama bu mektupta İsrail saldırılarını bir hakmış gibi görürken Hamas’ın engellenmesini istiyor.

Şimdi, Obama bu mektubu neden yazmıştı. Çünkü Obama çok zeki ve çıkarcı bir lider. Gücün kimin elinde olduğunu çok iyi bildiğinden İsrail lobisinin desteğini almak için uyanık bir atılım yapmıştı.

BİR GÜNDE TEPETAKLAK OLAN HOWARD DEAN


Amerika’da Musevilerin nüfusu genel nüfusun yüzde 3’ü kadar ama seçim kampanyalarının en büyük finansörleri Museviler.
Örneğin Washington Post gazetesinin bir keresinde özellikle Demokrat Parti adaylarının seçim kampanyası masraflarının yüzde 60’ının Amerikalı Musevi lobisi olduğunu iddia etmişti.

Bu lobinin gücünü iyi kavramanız için bir örnek vereyim: Howard Dean 2004 seçimleri için başkanlığa adaylığını koyduğunda medyada adından çokça söz ettiriyordu. Kısa zamanda bir yıldız olmuştu. Ne zaman ki, Arap İsrail çatışmasında Amerika’nın her iki tarafa eşit davranması gerektiğini söyledi o günden sonra her şey değişti ve Dean’in başkanlık hayalleri suya düştü. Üstelik söylediği öyle radikal bir şey de değildi. Ama İsrail yanlısı lobi bunu bile tolere edemedi. Senatör Joseph Lieberman O’nu İsrail’i satmakla suçladı ve Dean’in sorumsuz olduğunu iddia etti. Senatörler ortak bir mektuba imza atarak Dean’i eleştirdiler. Ardından Musevi basınının eleştirisi geldi ve Howard Dean’in adı “İsrail için kötü adam”a çıktı. Çok geçmedi, bir zamanlar Dean’i yere göğe sığdıramayan popüler medya kuruluşları tavır değiştirip Dean’i görmezden gelerek O’nu siyasi ölüme terk ettiler. Ardından İsrail’i açıkça desteklediğini ilan eden John Kerry Demokratların başkan adayı seçildi.

EVİNİN PENCERESİNDEN RUSYA’YI GÖREN KADIN


Bugün Amerika’daki bütün siyasi aktörler İsrail lobisinin olağanüstü gücünün farkında, dolayısıyla attıkları adımı da buna göre ayarlıyorlar. Hillary Clinton mesela... geçen seçimlerde Demokrat Parti’den başkan aday adayıyken binlerce insan karşısında yaptığı bir konuşmayı hatırlıyorum. Aynen şöyle demişti: “Biz İsrail’in yanında yer alacağız çünkü İsrail kendi değerlerinin olduğu kadar Amerikan değerlerinin yanında olan bir ülke.”

Aslında son derece manasız bir cümle bu. Bu manasızlığın Clinton da farkında, ancak İsrail lobisini memnun kaygısı onu böyle konuşmaya itiyor.

Peki, Demokrat olan Hillary kendisini İsrail lobisine beğendirmeye çalışıyor da öteki cephede yani Cumhuriyetçi Parti cephesinde durum nasıl?

Orada da durum aynı. Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı aday adayı Sarah Palin’in konuşmalarına bakmak yeterli. Dış politikadan zerre kadar anlamayan, adı “aptal” a çıkmış bu kadın politikacıya dış politikayla ilgili fikri sorulduğunda “biliyor musunuz, Alaska’daki evimin camından bakınca Rusya'yı görüyorum” cevabını vermişti. Palin dış politikada bu “aptalca” açıklamalarına rağmen iş İsrail lobisine gelince ne hikmetse birden akıllanıyor ve ne söyleyeceğini çok iyi biliyordu; Ona göre İsrail Amerikanın en yakın dostuydu ve Hamas’ın saldırılarına karşı İsrail i korumak gerekiyordu.

YIRTIK ÇORAPLI SAVAŞ ÇIĞIRTKANI


Hatta bu lobinin sırf İsrail çıkarları için Amerika’yı Irak savaşına sürüklediğini iddia edenler de var. Onlara göre Musevi olan ve açık bir İsrail taraftarı olan New York Times gazetesi yazarı Thomas Friedman’ın ve yine Paul Wolfowitz’in tavrı bunun en büyük kanıtı. Wolfowitz’i siz “yırtık çoraplı Dünya Bankası Başkanı” olarak hatırlıyorsunuz. Nitekim kendisi Bush hükümetini, Afganistan’dan önce Irak’a saldırması konusunda ikna etmeye çalışmıştı. O da açık bir İsrail yandaşı. Hem o, hem de Friedman, inanılmaz bir savaş çığırtkanlığı yapmış, ülkenin Irak’a girmesi için ellerinden geleni yapmışlardı.

Zaten Jimmy Carter’den bu yana Amerikan dışişlerinde İsrail yanlısı bürokratlar hâkim. Bu bürokratlar sayesinde en büyük ekonomik yardım İsrail’e gidiyor. Askerî yardımlar konusunda diğer ülkelere zorunlu koşulan şartlar İsrail’e koşulmuyor. Yine aynı şekilde, İran ve Kuzey Kore’nin nükleer silah çalışmaları konusunda haklı bir yaygara koparılırken, İsrail’in nükleer silah çalışmaları tümden görmezden geliniyor.

MUSEVİLER VE İSRAİL


Bütün bunlardan sonra şunu vurgulamakta yarar var. Musevilerle İsrail’i aynı kefeye koymamak gerekiyor. İçinizden kaçınız Türkiye devletinin bütün politikalarıyla kendini hemfikir görüyor? Dolayısıyla bütün Musevileri İsrail devletinin politikalarıyla hemfikir görmek ve onlara karşı önyargı beslemek çok yanlış. İsrail devleti sınırları içinde yaşayan ve savaşa karşı olan son derece özgürlükçü bir kesim bile var. Amerika’daki Musevilere dönersek, onlar bu ülkede her zaman bütün ilerici ve yenilikçi politikaların arkasında olmuştur. Hatta siyahların yasal haklarının kazanımında bile katkıları yadsınamaz. Ancak bir kesim var ki, İsrail söz konusu olduğunda tümüyle romantik bir bağlılıkla hareket ediyor ve bu bağlılığın getirdiği güçlü destek de İsrail ordusunu savaş konusunda cesaretlendiriyor.
edit post

Comments

0 Response to 'Amerika’nın içindeki ikinci İsrail'