21.12.2008- Taraf Gazetesi

Eğer ordudan kaçmak istiyorsanız bunun iki yolu var; akıllı olduğunuz halde göze batan tuhaf bir takım davranışlarda bulunur ve sonunda amirlerinize deli olduğunuzu söylersiniz, onlar da kafayı çatlatmış olduğunuza inanıp sizi eve gönderir. Eğer kafanızda gerçekten hafif bir çatlaklık varsa, yine amirlerinize gider, “ben sorunlu bir insanım, böyleyken böyle” der sorunlarınızı anlatırsınız, aynı şekilde çürüğe çıkarılır yine eve dönersiniz.

DELİLİĞİN GEREKÇELERİ

Peki, eğer gerçekten zırdelinin tekiyseniz ne olacak?
O zaman ne siz deli olduğunuzun farkına varacaksınız ne de kimse size deli olduğunuzu söyleyecek. Dolayısıyla hiçbir yere gitmeyecek ve orduda kalacaksınız. Düşünün bir, delisiniz ve elinizde öldürmek için her mühimmat var. Bunun sonuçları ne mi olur? Gün gelir üzerinde uçtuğunuz sevimli buzağıları düşman diye bombalarsınız, bir başka zaman, dağın başında dünyadan habersiz yaşayan köylüleri bir kiliseye toplar ve süngüden geçirirsiniz, olmadı ormanları napalm bombasıyla yakarsınız, yetmedi tanklarla girip, kentteki bütün Hıristiyanların dükkânlarını dümdüz edersiniz, bu da yetmedi farklı politik çizgideki bir gazete binasına sabotaj düzenlersiniz.

Merak etmeyin, bütün bu yaptıklarınıza rağmen kimse sizin deli olduğunuzu iddia etmeyecek. Çünkü gerekçeleriniz var: O buzağılar düşmana akşam yemeği olacaktı, o köylüler bağımsızlık ilan etmek için o kilisede toplanıp planlar yapıyordu, o ormanda düşman askerleri saklanıyordu, o Hıristiyanlar zenginleşecek ve Müslüman ülkemizi ele geçireceklerdi, o gazete, ordumuzu yıpratmaya çalışan Amerikan casusları tarafından çıkarılıyordu.

Kendi çapında bir mantığı olan bu gerekçeler, gerçeğin kendisiyle karşılaştırıldığında deli saçması ve asılsız halüsinasyonlardan başka bir şey değil elbet.

Bu halüsinasyonlar, kaynağını, ötekilere olan güvensizlikten, paranoyadan, korkudan ve kendine olan güvensizlikten alıyor. Sonuçta ortaya, zekâdan, mantıktan, dengeden, vicdandan ve insanlıktan nasibini alamamış iftiralar, “olağanüstü kararlar” ve “geniş çaplı uygulamalar” çıkıyor.

Osmanlı döneminde gerçekleştirilen Ermeni soykırımını
“geniş çaplı uygulamalar”a örnek gösterebiliriz.

CATCH 22


Nitekim savaşın, askerî sistemin ve bürokrasinin her türlü deliliğe açık olan bu mantık dışı yapısını çok güzel ifade eden bir kavram var Amerika’da; “catch 22” Bu kavram Joseph Heller’in aynı adlı kitabından kaynağını alıyor. Heller’in, 2. Dünya Savaşı sırasında bombardıman pilotluğu yaptığı ve kitabı, bizzat kendi tecrübelerinden yola çıkarak yazdığı söylenir. Sonradan Mike Nicholas tarafından filme de alınan bu yapıt, gerçekten dahice bir eser. Kitapta Aziz Nesin öykülerini çağrıştıran birbirinden absürt bölümler var; bunlardan birinde, Yossarian adlı bir bombardıman pilotuna, Amerika’nın hiçbir çıkarı olmayan bir İtalyan köyünü bombalaması emri verilir. Ancak uçuş timine komuta eden Yossarian, köyü bombalamak yerine Akdeniz’in mavi ve serin sularını bombalarıyla ısıtır. Diğer pilotlar da kurallar gereği onu takip eder ve bombalarıyla denizi köpürtüp üslerine geri dönerler. Komutan, Yossarian’ı cezalandırmak ister, ancak bir başka komutan, bu garip bombalama olayının basına sızmasını engellemek için Yossarian’a madalya verilmesini önerir, böylece Yossarian, olmayan başarısı nedeniyle madalya sahibi olur...

Catch 22 kavramı Ermeni soykırımını organize edenlerin profilini çıkarmamıza da yardımcı oluyor
aslında. Bu soykırım, 1. Dünya Savaşı’nın, sisli ve sersemletici ikliminde, mantığını, sağduyusunu, aklını ve vicdanını büsbütün yitirmiş Osmanlı paşalarının ve bürokratlarının planları ve kararları sonucu gerçekleştirilmişti. Varlıklarıyla ülkeyi zenginleştiren, ekonomik, kültürel ve fizikî olarak ülkeye değer katan bir halk, bu zırdeli Osmanlı paşalarının ve bürokratlarının kararları nedeniyle yokedildi. Oluk oluk kan döktüler ve büyük bir ihtimalle iyi bir iş başardıklarını düşündüler. O deli paşaların da gerekçeleri vardı tabii. Onlara göre bu Ermeniler ülkeyi ele geçirip işimizi bitirecekler, o halde biz önce davranıp onların işini bitirelim.

BÜTÜN KATLİAMCILAR ÜNİFORMALI


Zaten dikkat edin, tarihteki bütün büyük delice katliamları gerçekleştirenler hep üniformalılardır. Stalin üniformalıydı Hitler üniformalıydı, Pinochet üniformalıydı, Kenan Evren ve takım arkadaşları üniformalıydı, Saddam üniformalıydı. Biraz daha yakın tarihe gelelim. Darfur’da 300 bin insanın ölümünden, beş milyon insanın ise yerinden yurdundan sürülmesinden sorumlu olan Omar al-Bashir üniformalıydı, Rwanda’da, 800 bin Tutsi’nin kesilerek öldürülmesinden sorumlu olan Theoneste Bagosora yine üniformalıydı.

Şimdi Stalin de Hitler de Osmanlı paşaları da rahmetli oldu, biraz geriden de olsa onlar da öldürdükleri insanlarla aynı diyara göçüp gittiler. Ancak bu topraklarda yaşayan herkes şu noktanın bilinciyle uyanık olmalı, Ermenilerin o acı geçmişi hiçbirimizin geleceği olmamalı. Ne Kürtler ne Türkler ne Sünniler ne Aleviler ne Hıristiyanlar ne Museviler ne Sosyalistler ne Liberaller ne de Eşcinseller... Hiçbir grup yeni bir katliamın kurbanı olmamalı. İşte sağduyu sahibi olan son derece değerli yazar ve sanatçılarımızın başlattıkları özür kampanyası bu açıdan çok anlamlı. Yasemin Çongar’ın “Özür Diliyorum, Çünkü...” başlığını taşıyan olağanüstü güzellikteki makalesi bu anlamı çok güzel açıklıyor zaten, üzerine eklenecek hiçbir şey yok.

Ancak son söz olarak şunu söyleyeyim; bu ülkedeki bireylerin hayat garantisi, üniformasını çıkarmış, sivil, demokratik, anti merkeziyetçi, şeffaf ve laik bir Cumhuriyet kurarak sağlanabilir.
edit post

Comments

0 Response to 'Ermenilerin geçmişi kimsenin geleceği olmasın'