showtvnet.com

Bundan yaklaşık 400 yıl önce ünlü gemi Myflower İngiltere’nin Southhampton Limanindan yola çıkarak Amerika’nın Kuzey Doğusunda yer alan Plymouth’a vardı. Gemidekilere Pilgrims deniyordu ve bu insanlar mezhepleri nedeniyle İngiliz kilisesinin ve İngiliz devletinin baskısından kaçıp gelmişlerdi.

Bu baskıyı hiç küçümsemeyin, öyle bir baskı ki bu zavallı insanlar, yaşadıkları yerden çekip gitmeye ve hiç bilmedikleri topraklara doğru yelken açmaya zorlanmışlardı. Gidecekleri yerde daha neyle karşılaşacaklarını dahi bilmiyorlardı; son derece riskli, ölümüne bir yolculuktu onlarınki. Nitekim yeni kıtaya (Amerika) vardıklarında içlerinden 50 kişi, verem, zattürre ve diğer hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiler.

Geriye kalan 50 kişinin çocukları çoğaldı, sonradan gelenlere eklendi ve bu insanlar, ileride günümüz Amerikasının temellerini atttılar.

AMERİKAN LAİKLİĞİNİN İNŞASI
Myflover gemisiyle ülkeye ayak basan ilk göçmenlerin yaşam tecrübeleri unutulmadı; kıtaya gelen ve burada kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan herkes, bu tecrubeden etkilendi. Nitekim bu etkileşim nedeniyle, bugün Amerika, dünyada din ve mezhep özgürlüğünün en ileri olduğu bir kaç ülkeden biridir. Dinleri nedeniyle baskı gören insanların torunları, kendilerinden olmayLana aynı baskıyı uygulamak istememişlerdi. Dolayısıyla siyasal sistemlerini de buna göre inşa ettiler. İşte bu sistem, Amerika’nın aynı zamanda dünyanın en büyük dini çesitliliğini barındıran ülke olmasına da yol açtı. 21 yüzyılın Amerika’sında çoğunluk sırasına göre, Hristiyanlik (hemen ardından laik inançsızlar geliyor), Musevilik, Müslümanlık, Budizm, Agnostism Atheism, Hinduism, Unitarian Universalist, Paganism, Spritualistism, Kizilderili dini, Bahailik, New Age, Sikhism, Scientology, Humanism, Deist, Taoism, Eckankar gibi onlarca din, inanış ve mezhep yer alıyor.

Peki nasıl oldu da ülkede çoğunlukta olan Protestan Hıristiyanların, azınlıktaki mezhep ve dinlerin üyelerine baskı uygulamalarının önü alındı. Elbette yasa yaparak, Bu yasalar aracılığıyla bireylerin dini hakları güvence altına alındı.

DİNDEN UZAK DURAN LİDERLER
Peki bu noktaya nasıl geldirler? Amerikan devletini kuranlar, din ve devlet arasina her zaman sınırları çok belli bir mesafe koymayı başardılar. Hatta bu mesafeyi sadece yasaların şeklinde değil, bu yasaları hazırlayanların gündelik hayatında da görebilirsiniz. Örneğin Amerika’nın Atatürk’ü olan George Washington’un yazdığı onca mektupta ve konuşmada hiç bir zaman Hz. İsa’nın adını andığı görülmemiştir. Hatta söz ilahiyatla ilgili bir kavram kullanmak gerektiginde “O “, “şu”, “bu” gibi işaret zamirleri kullandı, Hıristiyan olduğu halde bir devlet adamı olarak bu dinin rituellerini yerine getirmekten mümkün mertebe sakınmıştır.

Amerikan liderlerin dinle olan bu mesafeleri yasal zeminde de kendini gösterdi. 1796 imzalanan Tripoli anlaşmasında Başkan John Adam şöyle demişti, “Amerikan devleti hiç bir şekilde Hıristiyanlık üzerine kurulmamıştır”.

Buna şaşırmamak da gerekir, çünkü 1776 da deklare edilen Amerikan Bağımsızlık bildirgesinde de din adına tek bir sözcük yoktur. O zamanki bu tutum, Amerika’nın, Avrupa’dan tümüyle farklı bir yol izlediği anlamına geliyordu. Düşünün bir; aynı yıllarda, İngiltere kralı olan 3. George, kilisenin başı olarak anılıyordu. Osmanlı padişahı I. Abdulhamit ise müslümanların halifesiydi.

Amerikan’ın ilk anayasasında her şey daha da netlik kazandı. İlk madde de aynen şöyle söylenir, “Kongre (Meclis) dinin yerleştirilmesiyle ilgili ya da dinin özgürce yasanmasıyla ilgili herhangi bir yasa yapamaz”. Olağanüstu keskin bir zekayla yazılmış olan bu kısa madde, açıkça, din ve devlet işlerini birbirinden ayırıyordu. Bunu yaparken bireylere din özgürlüğünü veriyor ve bu özgürlüğü garanti altına alıyordu. Bununla da kalmıyor Devleti din devleti haline getirmeye çalışacakların da ayağını da baştan kesiyordu..
Bu madde Amerikan laikliğinin de temeli oldu.

YA İNANÇSIZLARIN HAKLARI?
Ancak yılar geçtikçe bu muhtesem anayasa maddesinde bir boşluk olduğu ortaya çıktı. Devlet, dini bütünlerin özgürlüğüne bir şekilde dirsek veriyor ve garanti altına alıyordu, ya dinsizler, ya onların hakları. Öyle ya 2004 rakkamlarına göre Amerika’da yaklaşık 39 milyon inançsız laik insan var (Bu gruba ateistler, agnostikler dahil değil). İşte bu nedenle şimdi ülkede bir hareket başladı, Laik Koalisyon (Secular Coalition for America) adlı bu harekette yeralanlar, bu durumu tamir etmeye çalışıyorlar. Grup, başkent Washington’daki ofisi aracılığıyla kulis faaliyetleri yürütüyor ve anayasada inançsızların da tanınmasını ve haklarının garanti altına alınmasını istiyor, çünkü bu kesime karşı özellikle devlet kurumlarında baskılar olabiliyor. Mesela, en son Irak’da görev yapan Jeremy Hall, ateist oldugu için rütbeli ordu mensuplarınca psikolojik taciz gördüğü gerekcesiyle orduyu dava etmişti.

Peki din ve devlet arasındaki bu ilişki Amerika’da böyle de Turkiye’de nasıl? Türkiye’de tabi ki durum çok ama çok korkunç. Bu konuda devletin bizzat kendisi çok temel yanlışlar yapıyor. Ben bu yanlışlara günah diyecegim ama siz onları suç anlayın lütfen..

GÜNAH BİR: LAİKLİK İLKESİ VE ANAYASA’NIN İHLALİ
Şu an yürürlükte olan anayasının ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri tarif edilirken, laiklik de bu nitelikler arasında sayılıyor. Peki devlet gerçekten laik bir devlet gibi mi davranıyor. Hayır. Türkiye’de devlet Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıla din işlerine karışıyor ve dini hayatı düzenliyor. Oysa laiklik devlet ve din işlerinin birbirinden ayrı tutulmasi demek. Bu da demek oluyor ki Diyanet’in varlığı Anayasa’ya aykırı. O halde devletin kendisi anayasaya aykırı davranıyor.

GÜNAH İKİ: MEZHEP AYRIMCILIĞI
Devlet, Diyanet aracılığıyla ülkedeki Sünni Müslümanlara önemli miktarlarda paralar akıtıyor (2007 bütçesi 1 milyar 638 milyon 383 bin YTL yanı Ulaştırma Bakanlığının 2 katı). Yani onlara bir şekilde finansal sponsorluk yapıyor: camiler kuruyor, arazi tashis ediyor, imamların maaşını ödüyor vesaire. Bunu yaparken Anayasa’nın eşitlik ilkesi ihlal edilmiş oluyor. Madem ülkede yaşayan herkes eşit, neden bu ülkede yaşayan ve TC vatandaşı olan milyonlarca Alevi ile nüfusu nispeten az olan Hıristiyanlar ve Museviler bu konuda görmezden geliniyor.

GÜNAH ÜÇ: RESMİ HIRSIZLIK
Devlet, vergi toplarken mezhep ve din ayrımı gözetmiyor. Devletin hazinesinde toplanan vergi paralarının bir kısmı Diyanet bütçesi olarak ayrılıyor ve bu bütçe sadece sunni müslümanların ibadet masrafları için harcanıyor. Bu durumda bu bütçeden yararlanamayan Alevi, Hıristiyan ve Musevilerin hakkı yenmiş, paraları gasp edilmiş olmuyor mu. Bu noktada lafı ne uzatmaya ne de kıvırmaya hiç gerek yok, devlet çok açık biçimde hırsızlık yapıyor, Alevinin parasını Sünniye veriyor.

DİNSİZ REJİM
Şimdi, ne yapmalı? Önce ne yapıldığına bakalım. AKP iktidarı Alevi dedelerine maaş bağlanmasını tartışıyor. Oy kaygısıyla da olsa AKP’nin alevileri resmi olarak tanıma girişimi kesinlike olumlu ve guzel. Ancak bu konuda hala hazımsız oldukları da gözden kaçmıyor. Çünkü Alevilere Diyanet aracılığıyla değil, Kültür bakanlığı bütçesinden maaş verilmesi konuşuluyor. Yani Alevilik sunilik gibi bir mezhep olarak değil, kültürel bir olgu olarak algılanıyor hala.

Peki bütün bunlara rağmen Alevi dedelerine maaş verilmesi doğru mu, bu durum ülkedeki sorunu çözer mi, hayır doğru değil... Eger Diyanetin bütçesi Sünnilerle birlikte Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudi ve inançsızlar arasında nüfusları oranında paylaştırılırsa diyeceğim bir şey olmaz ve belki sesimi keserim. Çünkü en azından her dini gruba eşit davranılmış olacak…

DİYANETİ KALDIRMAK
Ancak en doğrusu nedir diye soracak olursanız şunu öneririm: En yakın köşe başında Diyanet İşleri’ni devletin dolmuşundan aşağı itmek ve ruhunun havaya uçuşunu izlemek. Bir daha da devleti din işlerine karıştırmamak. Çünkü devlet bir organizasyondur ve bu organizasyonun dini olamaz. Eğer devletin dini olursa bizde olduğu gibi toplumdaki çesitliliği kucaklayamaz, aradaki mesafeyi kaybeder ve bazı vatandaşlarına haksızlık yapmaya başlar. Dinsiz bir rejimde ise isteyen istedigi kadar Cami yapsın, hatta Amerika’da da yapsınlar, Rusya’da da, yeter ki benim vergimden çalıp yapmasınlar.

SÜNNİ MÜSLÜMANLAR İÇİN AHLAK SINAVI:
Şimdi devleti geçip halka yönelmek ve bu konuda kimin payına ne yapmak düşüyor, söylemek istiyorum.

Önce bu ülkede haktan hukuktan yana olan sunni müslümanlara sesleniyorum: Nasıl olsa işler böyle yürüyor diyerek devletin kaşığindan hak yemeye devam mı edeceksiniz. Bu konuda sorumluluğu birazcık da kendi üzerinize atmak ve bu duruma bir son vermek istemez misiniz. İleride çocuklarınıza ve torunlarınıza gururla, “İşime gelmediği halde, sırf İslami prensiplerim nedeniyle bu haksızlığa ilk karşı çıkan sunnilerden biri de bendim” demek istemez misiniz.
edit post

Comments

0 Response to 'Laiklik nedir ne değildir?'