16.11.2008- Taraf Gazetesi

Değişim, insanlar için hayatta kalmanın ve ilerlemenin neredeyse tek yolu. Bir dönem geçerli olan düşünceler ve inanışlar bir dönem geliyor değişiyor. Bir dönem geçerli olan moda ya da mimari akım, bir dönem geliyor yerini başka bir akıma bırakıyor.

Değişim, yüzyılımızda çok daha önemli bir kavram haline geldi.
Çünkü hayatın ivmesi geçmiş yüzyıllara göre hız kazanmış durumda. Örneğin günümüzde yeni teknolojiler, yeni iş çeşitlerini ortaya çıkarıyor ve eski iş çeşitlerini gereksiz kılarak ortadan kalkmasına sebep oluyor. Bu hızlı değişim karşısında kendinizi yenilemekten ve değişmekten başka çareniz yok. Aksi halde her şeyin gerisinde kalıyor, kabacası hiçbir işe yaramıyor ve tedavülden kalkıyorsunuz.

AMERİKA’NIN DEĞİŞİM YETENEĞİ .
Nitekim, değişim, taşıdığı bu önemden dolayı Amerika’nın yeni lideri Obama’nın, seçim kampanyasının da ana sloganı oldu. Amerika’nın dış siyasette, iç siyasette, ekonomide ve diğer alanlarda tıkandığı noktalar var. Bu noktaları aşmanın tek yolu ise değişimden başka bir şey değil. Bunu gören Obama, değişim için söz verdi, seçmenler de değişime oy verdi. Çünkü Amerikan toplumunun önemli bir çoğunluğu, kendisini felç eden sorunlardan kurtulmanın tek yolunun, değişim olduğunu biliyor. Zaten Amerika’nın her konuda dünyada lider olmasının anahtarı da bu; değişebilme yeteneği.

Peki, Türkiye, değişim konusunda ne kadar yetenekli? Bence Türkiye’nin böyle bir yeteneği yok. Tezat bu noktada başlıyor zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin, kendisiyle en çok övündüğü dönem, kuruluş yıllarıydı; yani ülkede en büyük değişimlerin yaşandığı dönem. O halde ne oldu da Osmanlı’ya karşı değişmekle gurur duyan bir Cumhuriyet, değişime en çok direnen katı bir rejime dönüştü.

Bunu anlamak için değişimin yolunun nereden geçtiğine bakmak lazım. Açık fikirli olmak değişimin önündeki engelleri kaldıran en temel etken. Böylece gerçeği görüyor ve onunla daha doğru ve sağlıklı bir ilişki kuruyorsunuz.

Ancak biz, gerçekle ilişki kurma yeteneğimizi bir türlü ilerletememiş ve tümden kaybetmiş bir toplumuz.

Bu bağlamda, Türkiye’de son yaşanan Mustafa filmi tartışmalarını buradan dehşetle izliyorum. Ulusal bir liderle ilgili bilinen ama dile getirilmeyen bilgileri, bir film yaparak dile getirmiş Can Dündar. Ancak Kemalist prizden cereyanını alan toplum, hemen sekter ve adaletsiz bir engizisyon mahkemesi halini aldı ve Dündar’ı yargılamaya kalktı. Atatürk’le ilgili bazı gerçeklerin dile getirilmesinden pek çok kişi rahatsız olmuştu. Peki, neden Atatürk’ü insan yapan özelliklerinden rahatsız oluyor bu toplum. Liderler kişisel hayatında alkole de düşkün olabilir, başka bir şeye de düşkün olabilir... Bu neyi değiştirir, ne var bunda...

GAY BAŞKAN .
Bu konuda, bizdeki ve Amerika’daki zihniyet farklılığını ortaya koymak için bir örnek vermek istiyorum. 2005 yılında yayınlanan Abraham Lincoln’un Mahrem Dünyası (The intimate World of Abraham Lincoln) adlı kitabın yazarı Richard Brookhiser, Amerikan eski başkanlarından Lincoln’un gay olduğunu çok açık bir dille yazmıştı ama ne kimse bundan rahatsız oldu ne de kıyamet koparan oldu. 1857-1861 yıları arasında başkanlık koltuğuna oturan James Buchanan için de aynı iddialarda bulunuldu ama yine kıyamet kopmadı.

ÇORAP KOKLAMAK .
Hangi ülkede olursa olsun, bir lider, yatakta karısının çoraplarını koklayarak ereksiyon da olabilir, çok sevdiği bir müzisyenle yemek masasının altında aşk da yapabilir. Bunların o liderin lider karakteriyle ve yaptığı işle ne bağlantısı var, ya da bunların bilinmesinin ne sakıncası var.

Mesele bu değil tabii. Mesele Türkiye toplumunun gerçeklerle temas ederken yaşadığı elektriklenme... Az önce dediğim gibi, bu toplumun gerçeklerle ilişki kurma konusunda ciddi bir problemi var. Bu sorun, gerçekleri kabullenememekten ve onları inkâra yönelmekten kaynaklanıyor. Bu durum, hem toplumsal karakterimizdeki zayıflığın, hem de öz güven eksikliğinin bir göstergesi. Hepiniz şöyle bir etrafınıza bakın, kaç kişi kendi kişilik özellikleriyle barışık, kaç kişi kendi gibi davranıyor, kaç kişi kendini seviyor...

Kendini inkâr eden bir toplum, kendini olmadığı bir şey gibi görür ve sahiciliğini yitirir. Hataları ve günahlarıyla yüzleşemeyen bir toplumun kendini sevmesi de mümkün değil. Bunu becerememesinin altında yatan temel sebep ise kendine karşı duyduğu gizli nefretten başka bir şey değil. İşte bu sebepledir ki bu ülkede Atatürk’ü peygamber yerine koyanlar belki de Atatürk’ten en çok nefret edenlerdir. Çünkü onu olduğu gibi kabullenmekte zorluk çekiyorlar. Oysa sevmek kabullenmektir.

Türkiye toplumunun kendini kabullenme ve kendi kiri pasıyla yüzleşme konusunda inatçı bir direnç gösterdiği apaçık. Bu yüzleşmeyi bir türlü gerçekleştiremediği için de varolan sorunlar kronikleşerek yeni kuşaklara devroluyor.

GEÇMİŞİYLE BARIŞAMAYAN TÜRKİYE .
Söz konusu direnci biraz daha iyi anlamak için, psikoloji biliminin kurucularından olan Freud’un ortaya attığı bir kavram olan, “resistance” (direnc gösterme) kavramını biraz kurcalamak lazım. Freud bu kavramı, bazı şeyleri hatırlamak istemediği için kendi hafızasını bloke eden hastalarının durumunu açıklamak için ortaya atmıştı. Hastaların geçmişin önüne kurduğu bu bloğu kırabilmesi için de terapi yöntemi geliştirildi. Terapi, hasta ve doktor arasında karşılıklı konuşmaya dayanıyor. Doktor hastasına kritik sorular sorarak onu kendiyle ilgili daha farklı düşünmeye ve geçmişi ile yüzleşerek olan biteni karşındakiyle paylaşmaya itiyordu. Sağalma işte böyle sağlanıyordu.

Türkiye toplumunun da geçmişini hatırlama konusundaki gereksiz direncini kırması ve hiçbir korku ve endişe duymadan, yaşadıklarını tartışması gerekiyor. Toplum olarak tüm cesaretimizi toplayıp, aynadaki o korkunç yüzümüze bir bakmanın zamanı geldi. Bunu becerebildiğimiz gün, hep birlikte iyileşecek ve güzelleşeceğiz.

MEHMET MURAT SOMER AMERİKA’DA .
Geçenlerde ünlü yayın grubu Penguin’den arkadaşlarım aradı ve yılbaşına doğru Amerika’daki kitapçılarda piyasaya sunacakları bir kitabın tanıtım faaliyetleri için yardım edip edemeyeceğimi sordular. Bu kitabın (The Kiss Murder) Türkiye’den bir yazara, üstelik Murat Somer’e ait olduğunu öğrenince çok sevindim. Murat Somer’le tanışıklığımız yıllar öncesine dayanıyor. Ne kadar oldu unuttum, en son Murathan Mungan’ın doğum günü partisinde karşılaşmıştık. MS, kitabın basımı nedeniyle ocak gibi New York’a geliyor, yıllar sonra burada onunla buluşmak güzel olacak.

edit post

Comments

0 Response to 'Engizisyon toplumuEngizisyon toplumu'