14.12.2008- Taraf Gazetesi

Bundan yaklaşık 400 yıl önce ünlü gemi Mayflower İngiltere’nin Southhampton Limanı’ndan yola çıkarak Amerika’nın kuzeydoğusunda yer alan Plymouth’a vardı. Gemidekilere Pilgrims deniyordu ve bu insanlar mezhepleri nedeniyle İngiliz kilisesinin ve İngiliz devletinin baskısından kaçıp gelmişlerdi.

Bu baskıyı hiç küçümsemeyin, öyle bir baskı ki bu zavallı insanlar, yaşadıkları yerden çekip gitmeye ve hiç bilmedikleri topraklara doğru yelken açmaya zorlanmışlardı. Gidecekleri yerde daha neyle karşılaşacaklarını dahi bilmiyorlardı; son derece riskli, ölümüne bir yolculuktu onlarınki. Nitekim yeni kıtaya (Amerika) vardıklarında içlerinden 50 kişi, verem, zatürree ve diğer hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiler.

Geriye kalan 50 kişinin çocukları çoğaldı, sonradan gelenlere eklendi ve bu insanlar, ileride günümüz Amerika’sının temellerini attılar.

AMERİKAN LAİKLİĞİNİN İNŞASI .
Mayflower gemisiyle ülkeye ayak basan ilk göçmenlerin yaşam tecrübeleri unutulmadı; kıtaya gelen ve burada kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan herkes, bu tecrübeden etkilendi. Nitekim bu etkileşim nedeniyle, bugün Amerika, dünyada din ve mezhep özgürlüğünün en ileri olduğu birkaç ülkeden biridir. Dinleri nedeniyle baskı gören insanların torunları, kendilerinden olmayana aynı baskıyı uygulamak istememişlerdi. Dolayısıyla siyasal sistemlerini de buna göre inşa ettiler. İşte bu sistem, Amerika’nın aynı zamanda dünyanın en büyük dinî çeşitliliğini barındıran ülke olmasına da yol açtı. 21 yüzyılın Amerika’sında çoğunluk sırasına göre, Hıristiyanlık (hemen ardından laik inançsızlar geliyor), Musevilik, Müslümanlık, Budizm, Agnostizm Ateizm, Hinduizm, Unitarian Universalist, Paganizm, Spritualistizm, Kızılderili dini, Bahailik, New Age, Sihizm, Scientology, Hümanizm, Deist, Taoizm, Eckankar gibi onlarca din, inanış ve mezhep yer alıyor.

DİNDEN UZAK DURAN LİDERLER .
Peki bu noktaya nasıl geldiler? Amerikan devletini kuranlar, din ve devlet arasına her zaman sınırları çok belli bir mesafe koymayı başardılar. 1776’da deklare edilen Amerikan Bağımsızlık bildirgesinde de din adına tek bir sözcük yoktur. O zamanki bu tutum, Amerika’nın, Avrupa’dan tümüyle farklı bir yol izlediği anlamına geliyordu. Düşünün bir; aynı yıllarda, İngiltere kralı olan 3. George, kilisenin başı olarak anılıyordu. Osmanlı padişahı I. Abdülhamit ise Müslümanların halifesiydi.

Amerikan’ın ilk anayasasında her şey daha da netlik kazandı. İlk madde de aynen şöyle söylenir, “Kongre (Meclis) dinin yerleştirilmesiyle ilgili ya da dinin özgürce yaşanmasıyla ilgili herhangi bir yasa yapamaz” Olağanüstü keskin bir zekâyla yazılmış olan bu kısa madde, açıkça, din ve devlet işlerini birbirinden ayırıyordu. Bunu yaparken bireylere din özgürlüğünü veriyor ve bu özgürlüğü garanti altına alıyordu. Bununla da kalmıyor Devleti din devleti haline getirmeye çalışacakların da ayağını da baştan kesiyordu.

Bu madde Amerikan laikliğinin de temeli oldu.

Peki din ve devlet arasındaki bu ilişki Amerika’da böyle de Türkiye’de nasıl? Türkiye’de tabii ki durum çok ama çok korkunç. Bu konuda devletin bizzat kendisi çok temel yanlışlar yapıyor. Ben bu yanlışlara günah diyeceğim ama siz onları suç anlayın lütfen..

GÜNAH BİR: LAİKLİK İLKESİ VE ANAYASA’NIN İHLALİ .
Şu an yürürlükte olan Anayasa’nın ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri tarif edilirken, laiklik de bu nitelikler arasında sayılıyor. Peki, devlet gerçekten laik bir devlet gibi mi davranıyor? Hayır. Türkiye’de devlet Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla din işlerine karışıyor ve dinî hayatı düzenliyor. Oysa laiklik devlet ve din işlerinin birbirinden ayrı tutulması demek. Bu da demek oluyor ki Diyanet’in varlığı Anayasa’ya aykırı. O halde devletin kendisi Anayasa’ya aykırı davranıyor.

GÜNAH İKİ: MEZHEP AYRIMCILIĞI .
Devlet, Diyanet aracılığıyla ülkedeki Sünni Müslümanlara önemli miktarlarda paralar akıtıyor (2007 bütçesi, 1 milyar 638 milyon 383 bin YTL. Yani Ulaştırma Bakanlığı’nın 2 katı). Yani onlara bir şekilde finansal sponsorluk yapıyor: camiler kuruyor, arazi tahsis ediyor, imamların maaşını ödüyor vesaire. Bunu yaparken Anayasa’nın eşitlik ilkesi ihlal edilmiş oluyor. Madem ülkede yaşayan herkes eşit, neden bu ülkede yaşayan ve TC vatandaşı olan milyonlarca Alevi ile nüfusu nispeten az olan Hıristiyanlar ve Museviler bu konuda görmezden geliniyor.

GÜNAH ÜÇ: RESMÎ HIRSIZLIK .
Devlet, vergi toplarken mezhep ve din ayrımı gözetmiyor. Devletin hazinesinde toplanan vergi paralarının bir kısmı Diyanet bütçesi olarak ayrılıyor ve bu bütçe sadece Sünni Müslümanların ibadet masrafları için harcanıyor. Bu durumda bu bütçeden yaralanamayan Alevi, Hıristiyan ve Musevilerin hakkı yenmiş, paraları gasp edilmiş olmuyor mu? Bu noktada lafı ne uzatmaya ne de kıvırmaya gerek var, devlet çok açık biçimde hırsızlık yapıyor, Alevinin parasını Sünniye veriyor.

DİNSİZ REJİM .
Şimdi, ne yapmalı? Önce ne yapıldığına bakalım. AKP iktidarı Alevi dedelerine maaş bağlanmasını tartışıyor. Oy kaygısıyla da olsa AKP’nin Alevileri resmî olarak tanıma girişimi kesinlikle olumlu ve güzel. Ancak bu konuda hâlâ hazımsız oldukları da gözden kaçmıyor. Çünkü Alevilere Diyanet aracılığıyla değil, Kültür Bakanlığı bütçesinden maaş verilmesi konuşuluyor. Yani Alevilik sunilik gibi bir mezhep olarak değil, kültürel bir olgu olarak algılanıyor hâlâ.

Peki, bütün bunlara rağmen Alevi dedelerine maaş verilmesi doğru mu, bu durum ülkedeki sorunu çözer mi, hayır doğru değil. . Eğer Diyanet’in bütçesi Sünnilerle birlikte Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudiler ve inançsızlar arasında nüfusları oranında paylaştırılırsa diyeceğim bir şey olmaz ve belki sesimi keserim. Çünkü en azından her dinî gruba eşit davranılmış olacak...

DİYANET’İ HAVAYA UÇURMAK .
Ancak en doğrusu nedir diye soracak olursanız şunu öneririm: En yakın köşe başında, Diyanet İşleri’ni devletin dolmuşundan aşağı itmek ve ruhunun havaya uçuşunu izlemek. Bir daha da devleti din işlerine karıştırmamak. Çünkü devlet bir organizasyondur ve bu organizasyonun dini olamaz. Eğer devletin dini olursa, bizde olduğu gibi toplumdaki çeşitliliği kucaklayamaz, aradaki mesafeyi kaybeder ve bazı vatandaşlarına haksızlık yapmaya başlar. Dinsiz bir rejimde ise isteyen istediği kadar cami yapsın, hatta Amerika’da da yapsınlar, Rusya’da da, yeter ki benim vergimden çalıp yapmasınlar.

ALEVİLER, DEVLETİ VE SAYIN BAŞBAKANI DAVA ETMELİ .
Son söz olarak Alevilere, Hıristiyanlara ve Musevilere sesleniyorum. Size yapılan haksızlık kimsenin yanına kâr kalmamalı. İster aranızda birleşerek ister tek tek, sırf ibret olsun diye önce Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan’ı bu hırsızlığa son vermediği için dava edin. Sonra da kendi anayasasını ihlal ederek bu hırsızlığı yaptığı için devleti dava edin. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri hakkınıza düşen ama alamadığınız paraları nüfusunuza oranlayarak hesaplayın ve faiziyle birlikte devletten tahsil edin.

edit post

Comments

0 Response to 'Diyanet’in üç büyük günahı'