05.10.2008- Taraf Gazetesi

Perşembe akşamı, sizler yatağınızda uyurken, burada, Sarah Palin ve Joe Biden, televizyon kameraları önüne geçmiş, karşılıklı tartışıyorlardı. Palin, Cumhuriyetçi Partinin, Biden ise Demokrat Partinin başkan yardımcısı adayları...


REKOR KIRDILAR . Palin-Biden tartışması öncesinde, bütün medya çok heyecanlandı, sürekli bu tartışmayla ilgili haberler yapılıyor, adaylar arasında kıyaslamalara gidilerek, tartışmanın seyri ve sonuçlarıyla ilgili düşünsel bahislere giriliyordu. Hatta bu haber dalgasının da etkisiyle, 69 milyonun üzerinde Amerikalı, perşembe akşamı onları izlemek için TV başına geçti. Böylece, tarihin en çok izlenen politik tartışması rekoru kırıldı.


Aynı heyecan, tartışma sonrasında da devam etti. Medya bu kez uzmanlara danışarak şu soruların cevabını vermeye çalışıyordu: Palin mi iyi Biden mi, hangisi hangi konuda daha iyi, hangisi daha etkileyici, hangisi sevimli, hangisi daha bilgili?


Sadece uzmanların değil, halkın da düşüncelerini anlamak için anketler yapıldı. CNN ve ABC televizyonlarının, izleyicileri arasında yaptıkları anketlerde Joe Biden tartışmanın galibiydi.


Anlayacağınız iki başkan yardımcısı adayı arasındaki bu tartışma, televizyon kanalları sayesinde neredeyse bir tür at yarışına dönüştürüldü.


DERBEDER GÖRÜNÜMLÜ BAŞKAN . Başkan adayları arasında teke tek yapılan bu tür tartışmalar, radyo günlerinden beri hep yapılıyor. Bu tartışmalar sayesinde, halk, oy vereceği liderleri tanımaya çalışıyor. Her izleyici, kendine göre tartışmanın başka bir yönünden etkilenip, kime oynayacağına o ölçütler çerçevesinde karar veriyor.


Kimi seçmen, liderlerin bilgisinden etkileniyor, kimi sergiledikleri görüntü ve imajdan, kimiyse onların hitabet yeteneğinden...


Örneğin, lider imajının, seçmenlerin tutumunu nasıl etkilediğinin en iyi örneği, eski Amerikan başkanları John F. Kennedy ve Richard Nixon arasında yapılan tartışmadır. 1960 yılında yapılan bu tartışma, Amerikan siyasî tarihinde, TV kameraları önünde yapılan ilk başkanlık tartışmasıdır ve galibi de Kennedy olmuştur. Çünkü o sırada Nixon’ın saçları dağınıktı, sakal tıraşı kötüydü, yorgun görünüyordu ve vücut dilini iyi kullanamıyordu. Kennedy ise temiz pak, iyi giyimli ve enerjikti; dik duruyor ve konuşurken ellerini çok iyi kullanıyordu.


Bu tarihî deneyimden şu sonuç çıkıyor: Bazı seçmenler, kendi gündelik hayatlarındaki sorunlarla başkan arasındaki ilişkiyi, sağlık sorunlarıyla doktorları arasındaki ilişki gibi görmüyor. Yani seçecekleri kişiyi sadece bir işin uzmanı ya da bir problemin çözücüsü değil, aynı zamanda gözlerini ve gönüllerini okşayacak biri, kendi hassasiyetlerini anlayacak ve onları küçümsemeyecek bir arkadaş ya da bir sevgili gibi görmek istiyorlar. Belki de tıpkı bir film yönetmeni gibi davranıyor, adayları bir görüntü olarak başkanlık rolüne yakıştırmaya gayretine kalkışıyorlar.


SİYASİ ZAMPARA . Kimi seçmenler ise adayların ağzından çıkan vaatlere göre oyunu kullanıyor.


İşte seçmenlerin bu tavrı çoğu zaman başkan ya da başkan yardımcısı adaylarının kolaylıkla bir siyasi halk zamparasına dönüşmesine olanak sağlıyor. Çünkü siyasi liderler, halkı baştan çıkarmak için çoğu zaman olmadık vaatlerde bulunuyorlar. Bu vaatleri de halkın zayıf noktalarına, onların hayallerini nelerin süslediğine ve temel ihtiyaçlarının ne olduğuna bakarak belirliyorlar. Verilen sözler ülkesine göre değişiyor. Örneğin önümüzdeki seçimlere hazırlanan Amerikan başkanlık adayları Obama ve McCaine, sosyal sağlık sigortası, Irak savaşı, vergi, alternatif enerji üretimi ve ucuz benzin sağlanması konularında çeşitli sözler veriyorlar.


HALKIN DUYGULARIYLA OYNAMAK . Fakat liderler, seçilip de başkanlık ya da başkan yardımcılığı koltuğuna oturunca, verdikleri sözleri kolayca unutabiliyorlar. Halka vermek yerine, halktan alma yoluna gidiyorlar. Dolayısıyla her şey klasik bir Yeşilçam filmindeki gibi işliyor. Nasıl ki bu filmlerde, yoksul kezban kızlar, zampara erkeler tarafından “seni ölesiye seviyorum”, “evleneceğiz”, “güzel bir yuvamız olacak”, “çocuklarımız olacak”, “seni bu hayattan kurtaracağım”, “korkma güven bana”, “hadi benimle gel” vaatleriyle kandırılıyorlarsa, aynen öyle... Sonra iş, “şurada biraz uzanalım mı ne dersin” noktasına varıyor. Bu aşamada alacağını alan zampara, ortalardan yok oluyor, geride ise duygularıyla oynanmış, iki gözü iki çeşme bir halk bırakıyor.


ÖLÜ VAADLER ÜLKESİ . Hatta siyasi liderler sözlerini tutamamaları durumunda bir de istifa edecekleri sözünü verirler ama bugüne kadar bunu da yapan pek görülmedi.


Örneğin Demokratik Politika Komitesinin bir internet sitesi var (dpc.senate.gov). Orada şimdiki Amerikan Başkanı Bush’un söz verip de tutmadığı sözler bir bir sıralanmış. Tutulmayan sözlerin listesi sayfalar alıyor. Mesela 2004 mayısında demiş ki, “2005 yılı için eğitim bütçesini 1,7 milyar dolar arttıracağım” ama sözünü tutmamış ve bu rakamı aşağılara çekmiş.


Keşke ekşi sözlük, itü sözlük, uludağ sözlük gibi sitelerde yazan gençler, enerjilerini biraz da hükümet uygulamalarının sivil müfettişliğini yapan bu tür internet siteleri kurmaya harcasalar. O zaman, şimdiki Ak Parti hükümetinin verip de tutmadığı sözleri açıkça görebilirdik: Mesela değişmeyen siyasi partiler yasası, değişmeyen Kürt meselesi, değişmeyen Alevi meselesi, değişmeyen 12 Eylül Anayasası, hatta değişmeyen türban meselesini bile.


ÇİFT ANAHTARLI BAŞBAKAN . Söz verme konusunda durumu büyük bir yüzsüzlüğe vardırarak, halka çift anahtar (ev ve araba) vaat eden Tansu Çiller’in kulaklarını çınlatmadan da edemeyeceğim.


Zaten şu sıralar, ekonomik kriz nedeniyle ismi sık sık gündeme gelen eski Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’in The Age of Turbulance adlı kitabında, işin ekonomik yönünü hesaba katmayan ve bol keseden söz veren politik liderlerin bu konudaki popülist tavırları eleştiriliyor.


Aşırı sözler verme konusunda az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke liderleriyle kimse yarışamıyor. Hata bazı ülke liderlerinin sözleri, ülke dışına bile taşıyor. Mesela İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat sadece İran halkına vaatlerde bulunmakla kalmıyor, İslam âleminin kurtarıcılığına oynuyor ve İsrail’den hesap soracağı sözünü veriyor. Binlerce Kürdün katili Saddam da son zamanlarında her şeyi İslam için yaptığını telaffuz ediyor, Amerika’yı dize getireceği sözünü veriyordu.


Türkiye’de ise bu tür yarı deli liderler yok. Nedeni çok açık, Türkiye’nin kendine özgü siyasi yapısı, hiçbir seçilmişe tam iktidar olma fırsatı vermiyor. Dolayısıyla, delice olsun akıllıca olsun, hiçbir seçilmiş lider, içindeki projeleri dışarı vuracak kendine güven ve siyasal imkâna sahip değil.


Not: Musevi okurlarımın geçmiş (30 eylül-1 ekim) Roş Aşana bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.

edit post

Comments

0 Response to 'Politik at yarışı'