28.09.2008- Taraf Gazetesi

SİYASAL KEMOTERAPİ . Türkiye, Deniz Feneri adlı ciddi bir yolsuzluk skandalıyla silkeleniyor.


Öyle şiddetli bir silkelenme ki artçı skandalları da beraberinde getirdi.


Yolsuzluk belası sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın başını ağrıtıyor, ağrıtmaya da devam edecek. Çünkü tedavisi çok zor bir hastalık bu. Bir sürü nedeni olan bu illetten kurtulmanın en önemli yolu ise detayları çok iyi düşünülmüş, yasal bir kemoterapi tedavisi başlatmak. Üstelik bu tedaviyi asla kesmeyerek, değişen koşullara göre sürekli yenilemek...


PARA KİMLERİ SATIN ALIR? . Ancak bu girişim için kararlı ve samimi bir siyasal iktidar lazım.


İktidar kararlılığını sağlamak da öyle kolay bir şey değil. Çünkü yedi büyük günahtan biri olan açgözlülük, siyasal iktidarı elinde tutan siyasetçi ve bürokratların elini kolunu bağlıyor. Modern çağın en büyük gücü olan para, kendini çoğaltmak için yoluna çıkan herkesi satın aldığı gibi, politikacıları, askerleri ve bürokratları da satın alıyor. Böylece ortaya tonca yolsuzluk ve tonca yolsuz çıkıyor.


Yolsuzluk, çok çabuk yaygınlaşan bir yapıya sahip. Her şey tıpkı bir düğün töreninde dans etmek gibi. Sahneye kalkan ve ilk dans eden insan olmak zordur, ancak birileri dans etmeye başlayınca, hatta sahne kalabalıklaştıkça, oraya çıkıp grubun arasına dalmak ve dans etmek daha da kolaylaşır. Yolsuzluğa kalkışmak da böyle bir şey. Birileri çalmaya başlayınca, neden ben de çalmayayım diyenlerin ve kendinden bir hırsız yaratanların sayısı arttıkça artar. Kalabalık içinde, yüzlerinin fark edilmeyeceğini düşünerek, utanç duymaz, aksine bu duyguyu kendi ayakları altında ezerler.


YILDA 1 TRİLYON DOLARLIK RÜŞVET . Dünya Bankası’nın verilerine göre, dünyada her yıl 1 trilyon dolar sadece rüşvet olarak veriliyor. Bu rüşvetin bilinen ve hesaplanan miktarı, bir de kayda geçmeyen miktarını düşünün, üstüne de dolandırıcılıkları ekleyin... Birleşmiş Milletler verilerine göre sadece Afrika’da her yıl 400 milyar dolarlık kanunsuz kazanç gizlice başka ülkelere akıyor. Zaten yolsuzluk en çok da Afrika ülkeleri gibi az gelişmiş bölgelerin belini burkuyor: yatırım için, okul yapmak için ve alt yapı kurmak için yola çıkan paralar, amaçlanan noktaya varmadan garip bir hokus pokus oyunuyla birilerinin cebine giriveriyor. Açlıktan ve hastalıktan kıvranan çoluğun çocuğun rızkı, insafsızca lüpletiliyor.


EN TEMİZLER İSKADİNAV ÜLKELERİ . İnternet üzerinde şeffaflık adlı bir site var (transparency.org). Bu siteye göre yolsuzluk oranının en yüksek olduğu ülkeler az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler. Hatta yolsuzluğun en az görüldüğü ülkelerden başlayıp en çok görüldüğü ülkelere doğru inen bir liste bile yapmışlar. Bu listenin başında İsveç, Norveç, Fillandiya, Danimarka gibi İskandinav ülkeleri yer alıyor. Yani bu ülkeler en temiz ülkeler. Türkiye haliyle bu temizlik listesinin çok aşağılarında, 58. sırada, yani kirliler arasında... Amerika ise yukarılarda, 18. sırada. Irak, Somali ve şeriat ülkesi Suudi Arabistan ise en yolsuz ülkeler olarak listenin diplerinde bir yerlerdeler.


AMERİKA NE YAPTI? . Ben iyisi mi fazla oyalanmadan direksiyonu Amerika’ya kırayım. Yolsuzluk bu ülkenin kuruluşundan beri hep bir sorun olmuş, ancak kimse de bu sorunu görmezden gelmemiş ve her defasında üstesinden gelmek için çözüm yolları aramışlar. Örneğin 70li yıllarda, Amerikan şirketlerinin, yabancı ülkelerdeki politikacı ve askeri kurumlara inanılmaz rüşvetler verdikleri belirleniyor. Tespitlere göre 400den fazla Amerikan firması, yabancı ülke yetkililerine toplam 300 milyon dolarlık rüşvet vermişti. Bunun önüne geçmek için, 1977 yılında Foreign Corrupt Practices Act ( internet adresi: usdoj.gov ) adlı özel bir birim oluşturuldu.


Elbette hiç bir zaman yeterli ölçüde yasal düzenlemeler yapılmadı. Çünkü rüşvetle işini yürüten şirketler, yasaları yapan politikacıları da rüşvetle satın alıyorlardı. Özellikle son iki dönemdir iktidarı elinde tutan sağcı Cumhuriyetçiler, şirket lobicilerinin baskısıyla bu konuda kıllarını bile kıpırdatmadılar. Ancak 2006’da Kongrede solcu Demokratların ağırlığı artınca işler değişti. O dönem yapılan bir ankete göre nüfusun yüzde 40‘ı en önemli mesele olarak devlet içindeki yolsuzlukları görüyordu. Bunun üzerine Demokratlar harekete geçti ve 2007 yılı Mayısında, Dürüst Liderlik ve Açık Devlet Hareketi (Honest Leadership and Open Government Act) adını taşıyan yasal bir düzenleme hazırladılar.


HARVARD’A İŞ AHLAKI DERSİ . Bütün bunlar olurken azıcık geriye, 2001 yılına gitmek istiyorum. Çünkü bu tarihte ortaya çıkan Enron skandalı insanlara yolsuzlukla ilgili farklı sorular sordurtmaya başladı. Enron şirketi Amerika’nın en büyük 7. şirketiyken yolsuzluk nedeniyle, bir gecede iflas ederek, tepetaklak gitti. Sorumlulardan biri ise Enron’un tepe adamı olan Jeffrey Skilling’di. Bu beyefendi Harvard Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuydu. Harvard ki dünyanın en saygın ve en iyi üniversitelerinden biridir. Ne ilginç tesadüftür ki o dönem ülkede ortaya çıkan pek çok büyük yolsuzluğun sorumluları yine ülkenin diğer saygın işletme fakültelerinde mastır yapmış kimselerdi.


AHLAKSIZ MAKYAVEL . O halde bu okulların eğitiminde eksik olan bir şey olmalıydı. Bu kadar çok hırsız çıkarabildiklerine göre... Nitekim, okul müfredatları azıcık incelendiğinde görüldü ki eğitime tümüyle Makyavelist bir zihniyet hakim, yani başarılı olun, şirketi karlılığa ulaştırın da nasıl yaparsanız yapın felsefesi... Derslerde, geleceğin işadamı ve yöneticilerini sınırlayabilecek hiç bir ahlaki değer öğretilmiyordu. Aman ahlak deyince beni yanlış anlamayın, sözünü ettiğim ne cinsel ahlak ne de dinsel ahlak. Kabaca buna dürüstlük diyelim.


Bu konudaki sert eleştirilerin ardından, Harvard İşletme Fakültesi 90 yılı aşkın tarihinden sonra ilk defa müfredatına iş ahlakı dersleri ekledi


Demek ki kapitalizm harcını karanlar, karışımın içine ahlak eklemeyi unutmuşlardı...


“BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR” . Şimdi direksiyonu Türkiye’ye döndürmenin zamanı geldi. Çünkü bu ahlak sorunu Türkiye’deki yolsuzlukların da altında yatan temel nedenlerden biri. Zaten Deniz Feneri yolsuzluğunun tarafları arasında çıkan tartışmalarda en çok sarfedilen sözcüklerin şeref ve şerefsizlik olması da boşuna değil.


Şeref ve utanç, çoğu zaman birbirleriyle yan yana giden iki sözcük. Örneğin İlyada gibi eski Yunan destanında, şeref sözcüğü, 9 ayrı insani değerle ilişkilidir: Şan, mükemmellik, yüreklilik, alicenaplık gibi değerlerin yer aldığı bu listede, utanç da var.


Ben bu iki önemli değerin, yani şeref ve utancın, modern hayattan çoktan kovulduğuna ve arkeolojinin sahasona girdiğine inanıyordum. Çünkü Özal’ın, “Benim memurum işini bilir” sözü, utanç ve şeref çağının bittiğini resmîleştiren önemli bir itiraftı benim için.


Ancak bu kavram şimdi ateşli yolsuzluk tartışmalarının içinden yeniden doğuyor. Taraflar birbirlerini şerefli olmamakla suçluyorlar.


Eski çağların ünlü filozofu Sokrates, şerefsizliği en büyük kötülük olarak görürken, şerefin kişisel ve ekonomik güvenliğin bile üzerinde tutulması gereken bir değer olduğunu vurguluyordu.


Şimdi bu kritik kavramın etkili ve işe yarar bir ahlaki ölçü birimi olarak hayatımıza yeniden katılması, AKP’nin Deniz Feneri yolsuzluğu konusunda alacağı tavra bağlı.


JAPON USULÜ SEPPUKU . Eğer AKP, bu yolsuzluk skandalından, alnı ak sırtı pek çıkmak istiyorsa, Seppuku yapmalıdır. Seppuku, utanç ve şeref kültürünün simgesi olan Japonya’ya özgü, eski bir cezalandırma yöntemidir. Bu yönteme göre, eğer bir Samuray suç işlemişse, suçunu önce kendi kabul etmelidir. İşlenen suçun hem onun şerefine, hem de arkadaşlarının şerefine leke düşürdüğüne inanılır. Arkadaşları, samuray’ı düşmanın cezalandırmasına izin vermek yerine, işi aralarında halletme yoluna giderler, bir tören düzenler ve samuraydan bir veda ağıdı yakmasını isterler, sonra da onun yaşamına orada son verirler.


AKP de başka partilerin işin peşine düşmesine fırsat vermek yerine, kendi içindeki suçluları belirlemeli, ardından onlardan bir savunma ağıdı yakmalarını isteyerek, bütün unvanlarını sökmeli ve parti dışına yolcu etmelidir. Ayrıca yargıya da bu konuda tam işlerlik kazandırmalıdır.

edit post

Comments

0 Response to 'Şeref ve utanç çağının sonu'