02.11.2008- Taraf Gazetesi

Seçim kampanyası boyunca Barak Obama’nın üzerinde en çok durduğu sorunlardan biri, üretim sektörünün ülke dışına taşınması oldu, çünkü Amerikan şirketleri, ellerindeki fabrikaları söküp, ülkeyi terk ediyor ve geride kalabalık bir işsizler ordusu bırakıyor.

UCUZ İŞGÜCÜNE HÜCUM .
Biraz daha derine inelim isterseniz. İşgücü Çin ve Hindistan gibi ülkelerde çok ucuz. Örneğin Çin’de, Shenzhen ve Zhuhai bölgelerinde biraz daha yüksek olmakla birlikte çoğu bölgede saatlik asgari ücret 1 doların yarısı bile değil, ortalama 38 cent. Amerika’da ise yine eyaletten eyalete farklı olmakla birlikte, ulusal asgari ücret, saatlik 6,5 dolar civarında. Aradaki farkı görüyor musunuz? İşte bu fark, Amerika’daki şirket sahiplerinin aklını başından alıyor, fabrikalarını toplayıp Çin’e taşıyor, üretimlerini orada yapıyorlar. Çinli işçileri kullanarak, başta işçi ücretleri olmak üzere, maliyetlerden önemli bir tasarruf sağlıyor ve kârlılıklarını arttırıyorlar.

YURTSUZ ŞİRKETLER .
Peki, geride kalan Amerikalı işçiler ne yapsın, nerede, hangi fabrikada çalışıp da ekmek kazansınlar? Ülkede çalışacak fabrika kalmadı çünkü. Duruma bakılırsa onlara “ne yaparsanız yapın” deniyor. Sonuçta kapitalizm bu. Şirketlerden, ‘yerli işçi yurdun işçisi, herkes onu çalıştırmalı’ gibi bir kural izlemelerini bekleyemezsiniz. Zaten günümüzdeki global şirketlerin ne dini, ne imanı, ne milliyeti, ne cinsiyeti, ne vicdanı, ne de ülkesi var. Neresi daha kârlıysa, hop oraya gidiyorlar.

Obama
işte bu sorundan kaynaklanan işsizliğe çare bulacağını söylüyor. Tabii şirketlerin şakağına silah dayayarak, “durun, hiç bir yere gidemezsiniz” diyecek hali yok. Bulduğu çare bu kalabalıklara yeni bir istihdam alanı yaratmak. Bunu da alternatif enerji (rüzgâr, güneş vb.) sektörüne olan yatırımları teşvik ederek gerçekleştireceğini söylüyor. Obama kafasındaki planı uygulayabilirse, 5 milyon Amerikalıya iş imkânı sağlanacak

Fakat, taşınma sorunundan kaynaklanan işsizliği azaltmak Obama için hiç de kolay olmayacak. Çünkü sorun, Obama’nın vurguladığından da büyük. Neden büyük, anlatayım. Amerikan şirketleri sadece üretim sektörünü değil, beyaz yakalıların çalıştığı hizmet sektörünü de başka ülkelere taşıyor. Size buradaki durumun resmini çizmeye çalışayım da meselenin ne denli ciddi olduğunu görün. Daha iki gün önce telefon üzerinden ödeme yapmak için, kredi kartı şirketimi aradım. Karşımdaki yetkili Hindistan’ın Faridabad kentindeki bir ofisten bana cevap veriyordu. Bir ay önce ise internet bağlantısı ile ilgili bir problemim vardı, sorunu çözmek için firmayı aradığımda, bu kez Hindistan’ın Haydarabat kentindeki bir Hintli teknisyen telefon üzerinden bana yardımcı olmaya çalıştı.

HİZMET SEKTÖRÜ DE TAŞINIYOR .
Bugün Amerika’da pek çok firmanın call centerları (telefonla müşteri yardım ve danışmanlık servisi) Hindistan’da. Anlayacağınız Amerika’da üretim sektörü Çin’e kayarken, servis sektörü Hindistan’a kaymış. Ancak taşınma işlemi sadece call centerlarla sınırlı kalsa yine iyi, film sektörü, finans sektörü ve bilgisayar sektörü de Hindistan’a kayıyor. Ve böyle giderse, Amerikalılar, kendi ülkelerinde çalışacak ofis bulamayacaklar.

Hindistan’da binlerce üniversite var. Bu ülkeyi sakın ha küçümsemeyin, orada The Indian Institute of Technology gibi Amerika’nın en iyileriyle rahatlıkla yarışacak üniversiteler var. Dolayısıyla son derece eğitimli ve genç bir işgücüne sahipler. Üstelik bu eğitimli işgücü, İngilizceyi iyi derecede ve akıcı konuşabiliyor. Bu nedenle sadece call centerler değil, örneğin finans sektörünün bazı departmanları da oraya kaydırılarak, özellikle matematikte çok iyi olan Hintli gençler istihdam ediliyor. İki ülke arasındaki mesafenin ise hiç bir önemi yok, Amerikan şirketinin New York, Wall Street’teki merkezinde çalışan Jonathan ile bu şirketin Mumbai’deki şubesinde çalışan Sanjay aslında aynı binada çalışıyor gibiler. Çünkü bu iki eleman, bilgisayar üzerinde çetleşerek anlık iletişim sağlayabilir, telekonferans sistemiyle ortak toplantılar yapabilirler.

Finansın yanı sıra IBM ve Oracle gibi bilgisayar şirketleri de yazılım departmanlarını 20003 yılından itibaren aşamalı olarak Hindistan’a taşımaya başladılar. Hintlilerin ucuz ve kaliteli işgücünden Hollywood da yaralanıyor. Yakın arkadaşım olan animasyon yönetmeni Leon Joosen (kendisi Scooby Doo filminin de animasyon yönetmeniydi) geçtiğimiz bahar, yeni film çalışması için üç aylık bir uzak doğu turuna çıktı ve animasyon işlerinin belli bir kısmını Hindistan’daki bir şirkete yaptırdı.

Yani anlayacağınız nasıl ki Türkiye’de bir takım tekstil şirketleri Batılı ünlü firmalar için fason üretim yapıyorlarsa, Hindistanlılar da benzeri şeyi hizmet sektörü için yapıyor. Peki, Türkiye Hindistan gibi servis sektöründe de fason üretim yaparak üniversiteli işsizler ordusuna istihdam sağlayamaz mı?

HEADHUNTER’LAR VE İNSAN İHRACATI .
Ancak Hindistan’a karşı rekabet gücümüz zayıf, neden zayıf çünkü İngilizce eksiğimiz var. Bugün ODTÜ ve Bilkent gibi üniversitelerden mezun olanlar bile, İngilizceyi Hindistanlılar kadar rahat konuşamıyorlar. Buna rağmen, bu pazardan Türkiyeliler de pay alabilir. Peki, ne yapmalı? Bu tümüyle Türkiyelilerin girişimci ruhuna bağlı. Örneğin İstanbul’daki reklam ajansları, bağlı oldukları çokuluslu reklam şirketlerinin Amerika’daki merkezinde ihtiyaç duyulan grafik işlerini daha ucuza yapmak için talip olabilirler. Böylece birçok genci istihdam edebilirler.

Bir ikincisi ise şu
; Batı’daki finans şirketlerinde çalışan Türkiyeliler, çalıştıkları departmanın bazı işlerini Türkiye’de fason olarak yaptırtmayı bağlı olduğu şirketlere önerebilir.

Üçüncü yol ise ‘headhunter’
lar (beyin avcıları)... 90’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’de gözükmeye başlayan headhunterlar, anlaşmalı oldukları şirketler için değişik kademelerde yönetici buluyor ve bundan komisyon alıyorlar. Yani bir çeşit modern, iş ve işçi bulma kurumu gibiler. İstanbul merkezli bu şirketlerin çoğunluğu, çokuluslu olan Batılı headhunter şirketlerinin acenteliğini almış durumdalar. Ancak bu küçük şirketler, biraz vizyonlarını zorlayarak hızla büyüme imkânına kavuşabilirler. Söz gelimi, bağlı oldukları ana şirketin sahip olduğu uluslararası ağları kendileri için gerçek bir avantaja dönüştürebilirler.

Bunu nasıl yapabilirler? Türkiye’deki üniversitelerin mühendislik, bilgisayar yazılımcılığı, matematik, tıp ve hemşirelik alanlarından yeni mezun olmuş ve İngilizce bilen öğrencileri, Batı’daki büyük şirketlere pazarlayabilirler. Bugün bazı Amerikan şirketleri, kendi iç bünyesindeki işe alma yetkililerini (HR), Hindistan’ın en iyi üniversitelerine göndererek, oradaki yeni mezun öğrencileri işe alıyorlar. Türkiye’deki headhunterlar da iş piyasasının bu yöndeki talebini değerlendirip, Türkiye’yi Batılı şirketler için bir beyaz yakalı işgücü kaynağı olarak kullanabilirler.

edit post

Comments

0 Response to 'Beyaz yakalı fasoncular'