25 Haziran 2007 - showtvnet.com

Bazı insanlar başlarına gelen bir felaket karşısında “ben nerede yanlış yaptım” diye sorarlar. Bazıları ise “başkaları nerede yanlış yaptı da bunlar başıma geldi” diye sorar.

Birinci tür insanlar başından geçen felaketten bir şeyler öğrenerek ve olgunlaşarak çıkarlar, ikinci tür insanlar ise daha beter belalara muhatab kalarak hayatlarını ağır bir melodrama çevirirler. Sadece isçiler, köylüler, politikacılar, akademisyenler, gazeteciler, yöneticiler, değil; şirketler, hükümetler, askeri kurumlar ve devletler de suçu başkasında arama vebasına yakalanabilirler.

İşte bu döngü içinde, her türlü kötülügün de iyiliğin de anası ve babası olarak görülen medya, suçlamalara hedef olan sektörlerin belkide en başinda gelir. Geçen hafta Amerika’da yaşanan bir olay, bu iddiayı doğrulayacak nitelikte. Çünkü bir felaketin ardından kabahat yine medyada bulundu.

Texas eyaletinde 8 yaşındaki otistik bir çocuk, 9 aylık ikiz kardeslerini merdivenlerden aşagi itti. 8 yaşındaki bu coçuğun eylemi resmi polis kayıtlarına “öldürme maksadıyla gerçekleştirildi” şeklinde geçti. Zaten olay sonucunda ikizlerden biri öldü, diğeri ise ağır yaralandı. 8 yaşındaki çocuk yargılanamadı, çünkü çocuk mahkemesine gönderilmesi için 10 yaşını doldurmuş olması gerekiyordu.

Eyvah! artık çocuklar bile cinayet işlemeye başlamıştı. Bunun üzerine klasik çarpım tablosu mantığıyla olaya yaklaşan bazı kuruluşlar ve akademisyenler, medyayı günah keçisi ilan etmekte hiç de geç kalmadılar. Texas Üniversitesinde eğitim profesörü olarak gürev yapan Mary Lynn Crow, çocuklara hiç bir şekilde televizyon izletilmemesi gerektiği şeklinde açıklamalar yaptı. O’na göre televizyondaki programların çoğunluğu şiddet içerikliydi ve çocuklar bu şiddetten olumsuz etkileniyorlardı.

Haklı yanları olan bu yaklaşım aslında çok ciddi biçimde sorgulanması gereken bir meseleyi kestirip atmak ve yararsız bir yöne çekmekten başka bir şey değildi.

Kimse olayın gerçek sorumlusu olan anne ve babayı suçlamaya yanaşmadı. Kimse 9 aylık ikiz çocuklarla 8 yaşındaki otistik bir kardeş nasıl yalnız bırakılıyordu, o sırada anne-baba neredeydi? diye sormadı. Ya da acaba her önune gelen evli çiftin çocuk yapması ve bu çocukları çok kötü yetiştirmelerine nasıl engel olunur? şeklinde bir yaklaşım sergilenmedi. Kimse çocukların ekranda izledikleri soyut şiddetin sahicisini ebeveynlerinden ve sosyal çevreden gördüğünün altını çizmedi. Kimse, cocuk sahibi olmak için ana-baba ehliyeti sart koşulsun, bu ehliyeti almak icin de temel bir eğitim ve psikolojik testlerden geçmek gereksin şeklinde çılgın bir öneride bulunmadı. Bunun yerine herkes kabahati her zaman olduğu gibi medyaya yükleyerek bu sonuca yol açan gerçek nedenlerin üzerini örtme tembelliğini tercih etti.

Geçen ay, Balıkesir’de bir aile pikniği sırasında yaşanan ve 4 yaşında bir çocuğun, tabancayla oynarken, 7 yaşındaki ablasının ölümüne yol açmasıyla sonuçlanan olay ise kendini değil medyayı suçlama olgusunun Türkiye’deki boyutunu gösteriyor. Baba olayı bakın nasıl anlatıyor: "Oğlum, sürekli babamdan tabancasını istiyordu. O da tabancayı arabaya koymuş, aracı kilitlemiş. Ancak, kapılardan biri açık kalmış. Oğlum, ablasıyla arabanın içinde oynarken tabancayı bulmuş. Ona oyuncak tabanca alıyorduk. Bu nedenle tabancanın nasıl kullanıldığını biliyordu.”

Çocuğu silahla tanıştıran baba, çocukların da yolculuk ettiği otomobilde silah bulundurup üstelik de içinde çocukların oynamasına göz yuman yine aile ama kurnaz babaya göre suç TV dizilerinin, şöyle devam ediyor: “Bu herkese bir ders olsun, ibret olsun. Oğlum, (Kurtlar Vadisi) ve (Acı Hayat) gibi dizi filmleri bizimle birlikte izliyordu. Dizilerdeki tüm karakterlerin isimlerini tek tek biliyordu”. Babaya kimse sormuyor: peki bu diziler zararliysa neden o saatlerde yatakta olmasi gereken 4 yasindaki bir cocuk sizinle televizyon izliyordu? Dede Hüseyin Ç. ise hem kendisine ait tabancayı sürekli sakladığını söyluyor hem de ağzından kaçırıyor: "Torunumla zaman zaman şarjörünü çıkardığım tabancayla oynuyorduk”.

Ünlü bir İran efsanesinde, Simurg’u bulmak için kaf dağının ötesine yolculuk eden kuşlar, oraya vardıklarında anlarlar ki Simurg aslında kendileri... Ben de diyorum ki kimse şeytanı aramak için boşuna uzaklara gitmesin….

edit post

Comments

0 Response to 'ŞEYTANI UZAKLARDA ARAMA...'